Türkiye’de Müslüman olmayan toplumlara ait vakıflar, seçilmiş yönetim kurulları tarafından yönetilir. Osmanlı’dan bu yana süren bu gelenek, günümüzden dokuz yıl önce kesintiye uğradı. Çoğunlukla köy ve semt ölçeğinde yapılan bu seçimlerde verili toplumun üyeleri mahalli vakıflarını yönetecek adayları belirler, kiliselerinin veya okullarının yönetimini dört yıllığına bu seçilmişlere emanet ederdi.
Zaman içinde özellikle dinî azınlıkların yoğunlaştığı İstanbul gibi bir metropolde yaşanan demografik değişiklikler bazı düzenlemelere gereksinim yarattı. Kimi vakıfların bulunduğu semtler tümüyle işyerine dönüşerek seçmenlerini yitirdiler. Bu gereksinimle Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne seçimleri il genelinde yapabilmek için başvurularda bulunuldu.
AKP iktidarı bu talepler karşısında, yeni bir azınlık vakıfları yönetmeliği çıkaracağı gerekçesiyle dokuz yıl boyunca vakıf seçimlerinin yapılmasını askıya aldı.
Hükümet, amansız ve geri dönüşü olmayan bir hastalığa yakalanan dönemin Ermeni Patriği II. Mesrob yerine yenisinin seçilmesini engellemiş, toplumun uzunca bir süre başsız kalmasına yol açmıştı. En nihayetinde Patriğin vefatı üzerine seçim kaçınılmaz olunca da, dayattığı bir seçim yönetmeliğiyle o zamana kadar uygulanan teamülleri yok sayarak, seçimi düzenin güdümündeki iki adaya indirgemişti. Böylece Türkiyeli Ermeniler ehveni şer’i, yani kötünün iyisini Patrik olarak seçme dayatmasıyla karşı karşıya getirilmiş oldu.
Tarihi bir gerçeklik olarak, devletin azınlık toplumlarının iç işlerine müdahalesi asla hayırlı olmamıştır. Bu müdahale ise, verili toplumun kendi sorunlarını çözmede basiretsizliğe düşmesiyle yaşanıyor.
Çoğu kerameti kendinden menkul vakıf yöneticisinin, meselelere bütünlükçü bir yaklaşım yerine, kendi vakıflarının, hatta çoğu kez de kişisel çıkarlarının işaret ettiği yönde tutum benimsemesi bu müdahalelere zemin oluşturuyor.
Medeni Kanun’un kabul edilmesinden bu yana Patrikhanelerin kilise vakıfları üzerinde söz sahibi olmaları engellendi.
18 Haziran 2022 tarihli Resmî Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe giren yeni yönetmelik de beklentilerin oldukça gerisinde kaldı. Yeni yönetmelik vakıf seçimlerini il geneli yerine, milletvekili seçimlerinde uygulanan üç seçim bölgesi esasına göre düzenledi. Üstelik dokuz yıldır yapılamayan seçimlerin yılsonuna kadar tamamlanmasını da şart koşarak. Bu durum özellikle nüfusu iki binin altına düşen, buna karşılık en fazla sayıda vakfa sahip olan Rum toplumu için büyük sıkıntılara yol açtı.
Kasım ayının ikinci yarısından itibaren her hafta sonu bir dizi vakıf seçimi yaşanıyor. Geliri yüksek vakıfların yönetimi için birden fazla aday listeleri arasında yoğun bir çekişme yaşanırken, fazlaca bir akarı olmayan vakıflar için tek bir liste bile hazırlamak dahi oldukça zor bir ikna çabası gerektiriyor.
Bu da meselenin esas yanının topluma hizmet etmekten çok, toplum olanaklarından yararlanmak olduğunu düşündürüyor.
Adaylar, vaatlerini topluma duyurabilmek için heyetler halinde azınlık basınını ziyaret ediyorlar. Bu ziyaretler gazetelerin ertesi günkü nüshalarında grup fotoğraflarıyla yer alırken, editör yorumları da ayrıca dikkat çekici. Örneğin gazetenin desteğine mazhar olan bir aday grubu yüceltmek için “Tümü de mesleklerinde başarılı olmuş iş insanları” ibaresini kullanmaktan çekinmiyorlar. Oysa şu anda görevde olan ve isimleri şaibelerle anılan yöneticiler de bu makamlara aynı etiketlerle getirilmişti.
Güncel değil, en az iki asırlık deneyimle denebilir ki mesleğinde başarılı iş insanlarından toplum yararına hizmet ummak saf bir hayalden ibarettir. Bunun yerine ilkeleri olan, duruşu net bir şekilde emekten ve emekçiden yana olan, bağışlarıyla değil, toplum yararına fikir üreterek kaynak yaratma becerileriyle öne çıkan unsurlar sorunlara çözüm üretebilir.
Radikal değişimler sağlanamadığına göre, düzenin çarkları bir süre daha bozuk işleyecek gibi…