Onun 20. yüzyılda İran’ın en önemli kadın şairi olduğunu söylerler. Kısacık yaşamına beş şiir kitabı ve iki film sığdırır. İranlı kadınların hakları ve özgürlükleri için mücadele etti. İranlılar onu unutmadı
Hüseyin Kalkan
İran’da devrim olur da Furuğ hatırlanmaz mı? Hem de kadın devrimi. Kadınlar Mahabad’da, Tebriz’de, Tahran’da, daha onlarca şehirde Furuğ’un bir şiiri gibi dolanıyorlar sokaklarda. O yaşarken İran’da daha molla rejimi kurulmamıştı. Ama Şah rejiminin mollardan geri kalır yönü yoktu. Kadınların çocuklarının velayetini alma hakkı bile bulunmuyordu. Furuğ, rejime bakmadan özgür yaşadı. Ne yazık ki çok genç yaşta bir trafik kazasında yaşamını yitirdi. (Bu kazanın da şüpheli olduğu yazıldı.) Daha 32 yaşındaydı. Bu kısa yaşama 5 şiir kitabı, 2 film sığdırdı. Öldüğü zaman dini görevli cenaze namazını kılmak istemedi. İki gün cenaze bekletildi. Daha sonra bir yazar arkadaşı namazı kıldı ve Furuğ gömüldü. Onun kaybı İranlılar için çok acı bir kayıptı ama öldükten sonra adı büyüdü. Ece Ayhan’ın dediği gibi: “Azizim, güzel atlar güzel şiirler gibidirler/Öldükten sonra da tersine yarışırlar, vesselam!”
Bir şiir gibi yaşamak
Furuğ Ferruhzad, 5 Ocak 1935’te Tahran’da orta sınıf bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi. İran’ın 20. yüzyılda yetiştirdiği en önemli kadın şairlerdendir. Babası Albay Muhammed Ferruhzad ile annesi Turan Veziriteber hanımın yedi çocuğundan üçüncüsüdür. 16 yaşına geldiğinde eski ustalarının geleneklerinden gazeller bestelemeye başladı. 1951’de on altı yaşındayken kuzeni, daha sonradan eleştirmen ve karikatürist olan Perviz Şapur ile evlendi. Ve bir yıl sonra oğlu “Kamyar” doğdu, sonra eşinin isteği üzerine Ahwaz’a taşındılar. Cesur ve çekici bir kadın olan Furuğ Ferruhzad, Ahwaz’da modern kıyafetler giyen ilk kadındır. Furuğ bu kasabada uzun süre kocasıyla birlikte kalamadı. Evlilik 1954 yılında boşanma ile sonuçlanır; çocuğunun velayeti ise eşine verilir. İran kanunlarına göre boşanan kadına çocuğun velayeti verilmemekteydi; çocuğundan ayrı düşmek, onu çok etkiledi.
Kitaplar ve şairi
1952 yılında Furuğ, ilk kitabı olan “Tutsak’ı yayımladı. Kitaba ismi veren şiirinde şöyle diyordu:
“ey gökyüzü eğer bir gün
bu sessiz zindanda kanatlanıp uçarsam
o ağlayan çocuğun gözlerine bakarak nasıl derim
vazgeç benden, ben tutsak bir kuşum
ben bir mumum
gönlümdeki ateşle aydınlatırım viraneyi
eğer sönmeyi seçersem
yıkar dağıtırım yuvayı”
1956’da ilk kez İran dışına çıktı. Dokuz ay Avrupa’da kaldı ve İtalyanca öğrendi. Bu sene içerisinde Dîvâr (Duvar) adlı yirmi beş kısa şarkı sözü içeren ikinci kitabını yayınladı ve kocasına ithaf etti. 1958’de üçüncü şiir kitabı ‘İsyan’ yayınlandı. Romancı Sadeq Chubak aracılığı ile görüntü yönetmeni İbrahim Gülistan ile tanıştı. Gülistan’ın asistanı olarak görüntü yönetmeni oldu. Bu ilişkiden 1962’de ‘Kara Ev’ başlıklı bir cüzzam kolonisi ile ilgili belgesel film doğdu. Film uluslararası beğeniyle karşılandı ve birçok ödül kazandı. Bu filmin konusu “İranlı cüzzam hastaları ve onların sorunları” ile ilgilidir. 1963’te UNESCO, Furuğ Ferruhzad ile ilgili otuz dakikalık bir film yaptı. Ayrıca Bernardo Bertolucci, İran’a onunla röportaj yapmak için geldi ve şairin hayatı hakkında on beş dakikalık bir film yaptı. Furuğ’un dördüncü şiir kitabı yayınlandı. ‘Yeniden Doğuş’ şairin yaklaşık altı yıl boyunca yazdığı otuz beş şiiri içeriyor. Bu şairin en önemli kitabıydı. Onat Kutlar’ın “Onun, Şah dönemi işkencelerine ve yeryüzündeki tüm haksızlıklara karşı yükselttiği karanlık bir çığlık” olarak nitelediği ‘Yeryüzü Ayetleri’ isimli şiiri bu kitapta yer alıyordu. (Onat Kutlar, Sonsuz Günbatımı’na yazdığı Sunu’da, s. 7) “Soğuk Mevsimin Başlangıcına İnanalım” isimli kitabı ise onun ölümünden sonra yayınlandı.
Erkek egemen düzene karşı
Furuğ Ferruhzad, şiirlerinde kadınların sorunlarını ele almakta, İran toplumunun kadınlara karşı uyguladığı ayrımcılığı eleştirmektedir. Onun bu fikirleri zaman zaman şiddetli tartışmalara yol açmıştır. O İran’da kadınların yaşamlarının daha iyi hak ve koşullara kavuşmasını savunmaktaydı. Dönemindeki Şah’ın despotluğuna karşı çıkmıştır. Şiirlerini Türkçeye çeviren Makbule Aras Eivazı, Furuğ’un İran kadın mücadelesinin içindeki yerine dair şunları yazıyor: “Furuğ hayatı boyunca sorgular ve şiirlerinde de bu sorgulamanın asi sesi duyulur hep. Birey olmayı engelleyen her türlü yasağın, dayatmanın, kuralın karşısındadır. Peşine düştüğü özgürlük sadece kendi özgülüğü de değildir, kadının, İran kadınının özgürleşmesi için çalışır. ….’İranlı kadınların özgür olmalarını ve erkeklerle aynı haklara ulaşmalarını arzuluyorum’ diye yazıyor bir mektubunda. (Furuğ Ferruhzade, Rüzgar Bizi Götürecek’e önsözde, s. 14). Furuğ şiirlerinde erkek egemen düzeni ve erkeği eleştirir. Kadının; çarşaf ve peçeden kurtulmasını ve aile sorunlarının dışında bir dünyaya göz dikmesini ister. Erkeklere şöyle seslenir:
“Gel, ey erkek, ey bencil varlık
Gel, kafesin kapılarını aç
Beni ömür boyu zindanda tutmuşsan eğer
Bari bir anlık olsun serbest bırak.”
Aynı önsözde Makbule Aras Eivazı şunları yazar Furuğ için: “Furuğ’un İran’da kadın kimliği, kadın hareketleri, kadın hakları denildiğinde akla gelen ilk sanatçı olması bu mücadelenin ne kadar etkili olmuş olduğunun göstergesidir. Furuğ’un tek başına erkek egemen yapıyı sarsacak kadar güçlü bir uyanış yarattığını söylemek ileri gitmek olmayacaktır.” (a.g.e, 14)
Başta da söylediğim gibi, yeni bir devrim kokusunun İran sokaklarında dolandığı bu günlerde Furuğ’dan söz etmemek olmazdı. Genç öldüğü için yazamadığı şiirleri şimdi kadınlar yazıyor sokaklarda. O da büyük bir bulvara açılan bir sokağın köşesinde taş atıyor karanlığa.
Kuş ölümlüdür
İçim sıkılıyor
İçim sıkılıyor
avluya çıkıyorum ve parmaklarımı
gecenin gergin teninde gezdiriyorum
hiç bir ışık yok
hiç bir ışık yok
Artık kimse beni güneşle tanıştırmayacak
Kimse götürmeyecek
Serçeler şölenine
Kuş ölümlüdür
Sen uçuşu hatırla