Beyoğlu bombalaması ve bunun gerekçe gösterilerek Rojava’yı hedef alan Pençe-Kılıç operasyonu karşısında muhalefetin tepkisi şaşırtmadı! Hükümetin, 6 kişinin yaşamını yitirdiği bombalamayı Rojava ile ilişkilendirmeye çalışan açıklamaları akıl almaz çelişkilerle doluydu. Gerçeğin açığa çıkması için HDP’nin verdiği Meclis araştırma önergesi de AKP ve MHP milletvekillerinin oylarıyla reddedildi. Emek ve Özgürlük İttifakı dışındaki muhalefet, iktidar partilerinin örtbas etmeye çalıştığı -10 yaşında çocuğun bile rahatça fark edebileceği- çelişkileri sorgulama zahmetinde bile bulunmadan AKP’nin sahneye koyduğu savaş senaryosunda kendilerine biçilen figüran rolünü -daha önce de pek çok kez olduğu gibi- kabullendi.
Muhalefetin bu tavrı şaşırtıcı olmadı çünkü arada bir “helalleşme” gibi söylemlerle Roboski’yi ziyaret etmiş; Diyarbakır’da, Van’da vs toplantılar düzenlemişlerse de “ulusalcı/milliyetçi/ırkçı hezeyan”larını istikrarlı biçimde sürdürdüler. Örneğin -Kürt halkının desteği olmadan seçim alamayacaklarını bildikleri halde- “HDP ile yan yana gözükmemek, iktidara gelmeleri halinde HDP’ye bakanlık verilmesi sözünün geçmesine dahi tahammül edememek; AKP’ye karşı en yüksek sesi çözüm masası kurulduğunda ya da HDP ziyaret edildiğinde çıkarmak” bu hezeyanın son zamanlardaki yansımalarıydı.
Bu köşede de pek çok kez dillendirildiği gibi muhalefetin ulusalcı/milliyetçi/ırkçı saplantılarla Kürt sorununun demokratik çözümü yerine “savaş politikalarının ardında hazır ola geçmesi”nin seçimlere giderken AKP’ye oyun alanı açtığı aşikârdır. Aklı ve mantığı ile düşünebilen herkes için malum olmasına rağmen Kürt sorununda “şahin olma yarışı”na girmesi” muhalefetin “bilerek ve isteyerek” iktidarı bir kez daha Erdoğan’a ve AKP’ye “altın tepside” sunması anlamına gelmektedir. Bu da seçimlerin bir iktidar yarışı olmaktan çıkıp orta oyununa dönüştüğünü göstermektedir.
Muhalefet, sadece “Kürtler olmadan Kürt sonunu çözme anlayışının figüranı” olmasıyla değil; “ekonomik ve sosyal sorunları AKP’yi ve Erdoğan’ı taklit ederek çözme”ye çalışmasıyla da seçimleri orta oyununa dönüştürmektedir. Bu bağlamda ABD’den getirdiği bir teknokratı ekonomi işlerinin başına oturtan İYİ Parti’den sonra CHP de Kılıçdaroğlu’nun ABD ve İngiltere seyahatlerinde bilim, teknoloji, ekonomi ve finans çevreleriyle yaptığı görüşmeler doğrultusunda bir “vizyon belgesi” hazırlamıştır.
Kılıçdaroğlu’nun “3 Aralık’ta Türkiye’de krizleri sonsuza kadar bitirecek bir vizyon açıklayacağız” diyerek duyurduğu “vizyon belgesi”yle -BBC Türkçe’nin CHP kulislerinden aktardığına göre-; “yatırım ve istihdamın teşvik edileceği, yüksek teknolojiye dayalı bir kalkınma modeli” açıklanacaktır. Kılıçdaroğlu’nun Meclis grup toplantısında yaptığı konuşmadan anladığımız kadarıyla bu “vizyon belgesinden” sadece halk değil CHP’liler de henüz bihaberdir ve onlar da partilerinin “vizyon belgesi”ni herkesle birlikte öğrenecektir. Kılıçdaroğlu’nun sadece halkı değil kendi partisini de dışlayarak “tek adam” anlayışıyla hazırlattığı anlaşılan belge CHP’nin vizyonunu ne kadar yansıtacaktır bilemeyiz ama CHP’nin ideolojisizliğini, halktan kopukluğunu açıkça ortaya koyacağını rahatlıkla söyleyebiliriz.
Kılıçdaroğlu’nun “vizyon belgesi”, halktan ve partililerden kopuk, Erdoğan taklidi bir “tek adam” anlayışının yanı sıra içeriği bakımından da AKP’nin yıllardır uyguladığı programdan farksızdır. “Yatırım ve istihdam teşviklerini içeren kalkınma modeli” özellikle Dünya Bankası’nın geri kalmış ülkelerde uygulanmasını önerdiği bir programdır ve yıllardır AKP tarafından da zaten uygulanmaktadır.
Demokrasinin, insan haklarının, hukukun ayaklar altında ezildiği, ülkenin ekonomik ve siyasi olarak darboğaz içinde olduğu bir dönemde hem siyasi iktidarın savaş politikalarının figüranı haline gelmiş hem iktidarı taklit ederek ekonomik ve sosyal sorunları çözeceğini iddia eden sefil bir muhalefetten hayır gelmeyeceği malumdur. Bu koşullar içinde Emek ve Özgürlük İttifakı’nın daha fazla gecikmeden halkla buluşarak, ülkeyi darboğazdan çıkaracak barışın, özgürlüğün umudunu büyütecek alternatiflerini ortaya koyması gerekir.