Bu hikâye ejderhaların yazdığı değil, artık dünyanın her yerinde direnen kelebeklerin kalemi tuttuğu ve hâlâ yazılmaya devam eden bir hikâyedir. Ölümsüz görülen tüm tiranlar öldü ve tüm tiranlar yok olacak. Tarih yeniden yazılıyor ve kalemi kadınlar tutuyor
Mehtap Filiz Sakık
Bu hikâye yüzlerce yıl öteden uçup parmak uçlarımıza konan kelebeklerin hikâyesidir. Rengarenk, büyük, küçük, milyonlarca kelebeğin bir vadide buluşup dans etmesinin hikâyesidir. Başı belli ama sonu hâlâ yazılmamış, kahraman olmak için değil, bir kanat çırpışına yetecek kadar yaşamak isteyenlerin hikâyesidir. Bir kanat çırpışının nelere sebep olabileceğini hayal edenlerin hikâyesidir.
Bugün 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele Günü. Bugün, 1981 yılında Kolombiya’nın Bogota şehrinde Latin Amerikalı ve Karayipli Kadınlar Kongresi’nde, 1999 BM Genel Kurulu’nda resmi gün ilan edilmesiyle birlikte hayatlarımıza giren sıradan bir tarihten çok çok öte bir gün. Bedeli hayatlarla ödenmiş bir gün. Bugün 62 yıl öncesine saf kötülüğe karşı dimdik durup bedelini hayatlarıyla ödemiş Mirabal Kardeşler için Dominik’e doğru bir yolculuğa çıkacağız.
25 Kasım 1960’ta Dominik gazetelerinde bir trafik kazası haberi vardır ve 3 kız kardeşin öldüğü bu olay resmi kayıtlara da kaza olarak geçer. Oysa bu sıradan denilebilecek kaza bir yıl sonra bir diktatörün ölümüne ve bir tiranlığın yıkılmasına sebep olacaktı. Peki, nasıl oluyor da bir trafik kazası bir yıkıma ve yeniden başlangıca sebep oluyor? Kazada ölenlerin adı Patria Mirabal, Minerva Mirabal, Maria Teresa Mirabal kardeşlerdi. Mirabal Kardeşler 1931’den beri ülkeyi diktatörlükle yöneten ABD destekli Rafael Trujillo’ya karşı mücadele etmek için kurdukları “Clandestina” hareketinin öncüleriydiler. Kendilerine “Kelebekler” diyorlardı. Dominik küçük bir ada olmasına karşı koca bir sömürge tarihine sahipti. Fransa, İspanya ve tabii ki Amerika… Diktatör Trujillo ülke yönetimini gasp ettiği ilk günden beri tipik bir diktatör portresi çizmiş, kendini başkomutanlığa atamış, yakınlarını da önemli görevlere getirmiş ve tüm muhalifleri ya öldürmüş ya da hapse mahkûm etmişti. Ülke ekonomisini kendi çıkarları doğrultusunda yönetmiş, kaynakların tamamına yakınını gasp ederek ve bir sömürge gibi yönettiği ülkesini kendisini destekleyen güçlere peşkeş çekmişti. Demokrasi ve insan hakları tamamen askıya alınmış, tek bir farklı sesin sonu ölüm olmuştu. Böylece 30 yıl boyunca Dominik’te tarih mürekkebi kandan kalemlerle acı, vahşet, katliam ve şiddet kelimelerini yeniden defterine kaydetmişti. Fakat tüm kelimelere karşı tek bir kelime vardı: “Direniş.”
Dominik’te bu terör rejimine karşı çok sayıda direniş grupları halk arasında güçlenmiş, kurdukları gizli örgütlerle diktatör Trujillo’ya karşı büyük bir mücadele verirken sonu gelen her diktatör gibi o da çok daha acımasızlaşıp toplu katliamlar yapmıştır. Direniş hareketlerinin başında gelen “14 Haziran Devrimci Hareketi” çok büyümüştü ve bu hareketin mensubu olan Mirabal Kardeşler ise diktatörün korkulu rüyası haline gelmişti. Direniş ve devrimin sembolü haline gelen “Kelebekler” giderek etkisi artan gücüyle bir tiranlığın çöküşünü hazırlamıştı. Dolayısıyla artık büyük bir tehlikeye dönüşen Mirabal Kardeşlerden kurtulması gerekiyordu ve terör rejiminin katliam ajandasında sıra onlara gelmişti. Mirabal Kardeşler cezaevinde tutulan eşlerini ziyaretten dönerken Trujillo’nun adamları tarafından sopalarla dövülerek şoförleriyle birlikte katledilmişti.
Kayıtlara kaza olarak geçen bu vahşi katliam ülke çapında çok büyük gösterilere ve protestolara sebep olmuştu. Zaten fitili ateşlenen direniş artık korkusuzca yayılmış ve koca bir yangına dönüşmüştü. Nitekim Mirabal Kardeşlerin katledilişinden bir yıl sonra da artık iş görmez diktatör gözden çıkarılmış ve arabasında taranarak öldürülmüştü.
Trujillo’dan sonra elbette Dominik’e bahar hemen gelmiyor. Faşizm ve sömürgecilik büyük bir direnme geleneğinin de kendisiyle beraber büyütüyor ve mücadele “Kelebekler”den sonra da devam ediyor. Ağzından ateş püskürten ejderhalardan biri daha ölmüştü ve “kelebekler” çoğalmıştı. Başka zamanlarda ve başka diyarlardaki ejderhalara karşı kanat çırpmaya devam etmişlerdi. O kelebekler 8 Mart 1957 tarihinde ABD’de binlerce işçi kadının kötü çalışma koşullarına karşı başlattığı direniş sonucunda fabrikaya kilitlenerek diri diri yanmalarına sebep olan kapitalist sömürücülere karşı kanat çırpmıştır. Kimi zaman binlerce isimsizdi, kimi zaman adı Fransız Devrimi’nde kadın mücadelesi verdiği için idam edilen yazar Olympe de Gouges’tu, kimi zaman Clara Zetkin’di sürgünde ölen, kimi zaman dipçikle öldürülüp su kanalına atılan Rosa Luxemburg oldu. O kelebekler uçmaya devam etti ve adı 1974’te Baas rejimine direnirken idam edilen Leyla Kasım oldu. Kürdistan’da binlerce Berivan, Sakine oldu; Rojava’da barbarlara karşı devrimin adı oldu. İran’da Beyaz Çarşaf oldu, Jîna Mahsa Emînî oldu. Plaza De Mayo Annelerinden Cumartesi Annelerine ve dünyanın her yerinde faşizme, barbarlığa, diktatörlüğe, sömürüye ve erkin büründüğü tüm rollere karşı, erkin en iyi bildiği şiddet enstrümanlarına karşı şimdi dünyanın en güzel şarkısı çınlıyor: ‘Jin Jiyan Azadî.’
Bu hikâye kelebeğin ömrünü bir gün olarak görenlerin kanat çırpmasını hesap edemeyenlerin hikâyesidir. Bu hikâye ejderhaların yazdığı değil, artık dünyanın her yerinde direnen kelebeklerin kalemi tuttuğu ve hâlâ yazılmaya devam eden bir hikâyedir. Ölümsüz görülen tüm tiranlar öldü ve tüm tiranlar yok olacak. Tarih yeniden yazılıyor ve kalemi kadınlar tutuyor.