Suriye’ye alt-emperyalist hayallerle savaş yürüten Saray Rejimi, her ne kadar fetih hikâyeleri anlatıyorsa da, büyük bir çıkmazın içinde. Putin’in zorlaması sonucu Esat ile yapılan müzakereler Selefi çeteleri öfkelendiriyor. Türkiye’yi cephe gerisi olarak kullanmaya alışık çeteler, İdilib’te değişen dengeleri Türkiye’yi savaş alanına çevirme hamlesiyle dengelemeye çalışıyorlar. “83 İdlib, 84 Afrin…” sayıklamaları, gerçek hayatta İdllib’in İstanbul’a taşınması şeklinde tezahür ediyor.
Suriye savaşının Türkiye içine taşınma örneklerinden birini geçen hafta Taksim İstiklal Caddesi’nde gerçekleşen sivillere yönelik bombalı saldırıda yaşadık. Bombalı saldırı gerçekleştiği andan itibaren dezenformasyon faaliyeti önceden planlanmışçasına başladı. İkisi çocuk, altı insanın öldüğü, onlarca insanın yaralandığı katliama beş dakikalığına olsun üzülme zahmetinde bulunmayan politik nebbaşlığı meslek edinmiş güruh, katliamın sorumluluğunu HDP’ye yüklemek ve oradan da muhalefeti baskılamak için seferber oldular. Bombalı saldırıda yer aldığı tespit edilen şahısların TSK-ÖSO hâkimiyetindeki bölgelerden Türkiye’ye giriş yapmış olması, cihatçı çetelerle olan aleni ilişkileri ortaya serilmesine rağmen İçişleri Bakanı S. Soylu, saldırının YPG tarafından yapıldığını ilan ederek Kobani’yi hedefe koydu.
S. Soylu’nun açtığı yoldan Devlet Bahçeli, Doğu Perinçek, Mustafa Destici vb. Saray yamakları yürüdü. İnsan kanlarının henüz silinmediği zemine basarak hep bir ağızdan “HDP kapatılsın” çağrısında bulundular. İstihbaratın “konsept danışmanı” Soner Yalçın durumdan vazife çıkararak “Sola sızan PKK” başlıklı yazısında “PKK’nın Beyoğlu katliamı solda ayrışmayı bir kez daha ortaya çıkardı” diyerek HDP’yi yalnızlaştırma operasyonuna destek çıktı. HDP’den uzak duran “ Sosyalist Güç Birliği’ni” tebrik etti. Perinçek’in Saray’a ilticasından sonra boşalan “nasyonal sol” kulvarın yeniden dizayn edilmesi için İstiklal Caddesi katliamı bu zevat tarafından “malzeme” olarak görüldü.
Soner Yalçın gibilerin “Saray solu” yaratma faaliyetleri sürerken, bombanın gürültüsünden panikleyen TKP yöneticileri “ilkesiz ittifaklar, kapalı kapılar ardındaki pazarlıklar…” açıklaması yaparak HDP’nin bileşeni olduğu Emek Özgürlük İttifakı’nı katliamla ilişkilendirmekten çekinmedi. Suriye’de savaşa karşı çıkmanın, Kürt sorununa barışçıl çözüm istemenin bedelinin pahalı olduğu koşullarda, ölüler üzerinden hamasi konuşma yapma ucuzluğu tercih edildi. Reyhanlı katliamına benzer şekilde, “Gönderirim Suriye’ye dört adam, Türkiye’ye attırırım sekiz füze” zihniyetinin sahnede olduğu gerçeği bilerek, istenerek görmezden gelindi. Hayatını kaybedenler için kazılan mezarlar adeta egemenin saflarında bir mevziiye dönüştürüldü.
İstiklal Caddesi’ni kana bulayan saldırının hem Suriye’de savaşın devamlılığı, hem de seçim sürecini etkileme amacı taşıyan üst düzey bir planlama olduğu anlaşılıyor. Suriye’de selefi çetelerin tasfiyesini engelleyerek barışçıl bir çözümün yolunu kapatmak savaş rantıyla palazlanan ölü soyucular için tek çıkar yol. Seçim öncesi Rojava’ya yönelik askeri harekât için meşru zemin yaratmak, YPG üzerinden HDP’yi hedefe koymak ve seçime giderken HDP’nin politik varlığını minimal hale getirmek en çok amaçladıkları şey.
Bir katliamın ardından lanet ve başsağlığı dilemenin teselli dışında özel bir katkısı yok. Katliamları engellemenin en kestirme yolu savaş ve militarizme karşı mücadele etmekten geçiyor. “Bir koyup, beş alacağız, Şam’da namaz kılacağız” diyen işgal-savaş meraklılarına karşı yeterli mücadele verememek on bir yılda büyük acılara ve yoksullaşmaya neden oldu. Keza Kürt sorununu eşitlik-özgürlük ekseninde çözüme götürememenin bedelini şiddet sarmalı şeklinde yaşadık.
Her katliamdan sonra ortaya çıkan politik nebbaşların (mezar soyucuların) eyyamcılığına aldanmayanlar akan kanın durması için can-ı gönülden mücadele ediyorlar. Suriye’de savaşı, Kürt sorununda çözümsüzlüğü dayatanlar ise yaşadığımız bütün katliamların tekrarlanması için ellerinden gelen her şeyi yapıyorlar. Diğer yandan, AKP yandaşlığını ve emperyalizmin alt yükleniciliğini “anti-emperyalizm” ambalajına sararak faşizme meşruiyet imalatı yapmaya gayret eden “eski muhalif”, “Yeni Saraylılar” en az İstiklal Caddesi’ne bombayı taşıyanlar kadar suçun parçası durumundalar.
Hülasa, İstiklal Caddesi’nde patlayan bomba için ciğerinin yandığını söyleyip, Kobani kent merkezine uçaktan atılan füzeye sevinenlerin ciğerlerinin beş para etmediğini söylemek her daim boynumuzun borcu olsun.