Medya dünyasındaki her yenilik, iletişim kuramcıları açısından bir kriz anlamına gelir. İletişim kuramı, kendisini bir akademik disiplin olarak televizyonun icadı sayesinde dayatabildi. Gazete ve daha sonra radyo dönemlerinde iletişim, siyaset biliminin ya da güzel sanatların alt disiplini olarak var olabiliyordu. Televizyon, kitle iletişiminin vardığı zirve olarak dünyayı sardığında, ABD’den başlayarak dünya üniversitelerinde iletişim çalışmaları kürsülerinin kurulması zorunlu hale gelmiş oldu.
Görüntülü medyanın sinema salonlarından taşarak ailelerin oturma odalarına girişi, kitle iletişiminin modern toplumlarda bireylerin düşünce ve davranış olarak gündelik hayatındaki başat etkisini inkâr edilemez bir olgu haline getirmişti. Siyasal endoktrinasyonla başlasa da hemen reklam ve PR alanlarında atılım yapılarak medya bazlı tüketim toplumları inşa edildi. Kitleler artık ihtiyaçları için değil medya tarafından tetiklenen arzuları için departman mağazalarına ve süpermarketlere hücum edeceklerdi. Marka fetişizmi, bu mekanizmanın kilit taşıydı ve hala Apple, Nike ve benzeri markalarla hükümranlığını sürdürüyor.
Tüketim toplumu, TV dizilerinin sinemanın yerini alışıyla el ele yürüdü. Ahir zamandan tefrika roman formatı da devralınarak çok başarılı prodüksiyonlar gerçekleştirildi. Televizyon saldırısı altında film endüstrileri, sinema salonlarının küçülmesinden dizi piyasasına endeksli prodüksiyonlara kadar bir yeniden yapılanma içine girmek zorunda kaldı. Televizyon, yalnızca rakip olduğu medya sektörlerini dönüştürmedi; evrensel anlamda insanlığın gerçeklik algısını da kökünden değiştirdi. Televizyonda görmediğimiz bir vakanın gerçekliğine inanmak adeta artık imkânsızdı.
Son otuz yıldır internetin alternatif medya olarak yarattığı devrim, bu saltanatı kökünden sarsıyor. Katılımcıların yalnızca pasif alıcı olmadığı interaktif yapı, televizyon formatını ciddi bir sorgulama ve dönüştürme sürecine getirdi. Hem haberleşme hem de eğlence anlamında vaktiyle televizyonun ve artık ‘geleneksel’ tabir edilen kitle iletişiminin bütün alanlarında hegemonik konum kazanmaya başladı. Ama genel anlamda internetin ve spesifik olarak sosyal medyanın önemli bir problemi, zamanın ruhuna uygun olarak sunulan her olgunun şüpheli ve inandırıcılıktan yoksun oluşudur. Özetle, internet medyası yaygın ve katılımcı ama geleneksel medyanın otoritesine sahip değil. Bütünüyle kuşkudayız!
İşte bu koşullar altında, geleneksel medyanın gündem oluşturma, eşik bekçiliği ve benzeri editoryal nitelikleri aranır hale geliyor. Ve bu özelliklerin gerçek sahipleri olan gazete, radyo ve televizyon kuruluşları yeniden güvenilirlik odağı olma eğiliminde. Aslında sorun, bu niteliklerin sosyal medyaya hakim olma sorunudur ama halen geçiş döneminde olduğumuz ve ‘fake news’ ve ‘yankı odaları’ gibi gerçeklerle baş etmek zorunda olduğumuz da doğrudur.
Televizyonculuğun en ucuz türü haber kanalı kurmaktır. Abone olduğunuz resmi ajanstan haberleri ve görüntüleri alırsınız; ucuza ya da bazen üzerine para ödeyerek bir akademisyen, uzman vb. yorumcu olarak stüdyoda bulundurursunuz ve bütün bir günü böylece idare edebilirsiniz. Akşam prime time vaktinde ise ne pahalı prodüksiyonlu bir dizi film ne de telif ödeyeceğiniz bir sinema filmi gösterimine ihtiyacınız vardır. Bir iki emekli albay-general, bir ‘güvenlik uzmanı’, bir eski muhalif yeni yandaş gazeteci bir de iktidara yakın politikacıyı stüdyoya getirirsiniz; önlerine de o günün haberlerini koyarsınız buyurun size prime time akıl fikir çemberi! Fakir yurdum insanının da zaten aile olarak televizyonun etrafında toplanıp bu akil insanları izlemekten başka pek fazla bir seçeneği yoktur. Çok sıkılırlarsa TRT’ye geçip kahraman ecdad hakkında dizi film izlerler. O kadar.
Belki ailenin gençleri odalarına gidip internete bağlanacaklardır fakat mühim bir vaka cereyan ettiğinde orada da ‘bant daraltma’ pratiği hayata geçmiştir artık. Çaresiz, oturma odasına geri dönülür. Bu durumda, şöyle bir görüntü seyredilecektir: Bir kadın ‘yönetici’ ve beş tane yaşını başını almış erkek. Bazısı emekli albay ya da general, bazısı ‘güvenlik uzmanı’ bazısı ‘gazeteci’ bazısı da iktidar taraftarı siyasetçi. Kadının meseleler hakkında fikri asla sorulmasa da ortamı yönetiyor görünmesi itibarıyla hegemonik bir konumda olduğu izlenimi veriliyor. Ama bazen bu geçkince adamlar birbirleriyle ters düşüp ağız dalaşına giriyorlar ve o ‘yönetici’ kadıncağız çaresiz kalıyor.
Programın formatı, bu kadın yöneticinin adamları sırayla tahtaya kaldırıp ellerine bir değnek vererek arkada yansıtılan harita üzerinde bir şeyler göstermeleri üzerinden dönüyor. Son olarak, Taksim’deki bomba üzerine failin Azez’den Münbiç’e, oradan Kobane’ye (Ayn el Arab diyorlar Kobane demek yasaklanmış artık), oradan İdlib’e, oradan da Afrin’e gittikten sonra nasıl İstanbul’a geldiği harita üzerinde değnekle gösteriliyor. Bazen bir genç mülteci kadının polisler tarafından boğazı sıkılırken çekilen fotoğrafı yansıtılıyor ve emekli paşalar ya da güvenlik uzmanları ellerindeki değnekle o kadının suretini dövüyorlar. O değnek neyin ikamesi varın siz düşünün.
Fake news, adropoz, yönetici hanım ve değnek: Artık neye inanacağız, kim bilebilir ki?