Adıyaman’ın Samsat ilçesi bir zamanlar Komagene Krallığı’nın başkentiydi. Bugün kasaba ve kırsal nüfusu toplam 8 bin kadar. Evet 8 bin. Bizim çağın başında 120 ile 180 arasında yaşadığı sanılan Lukian, Adıyaman’a bağlı Samsat ilçesinde doğmuş. Güldürü öğeleri içeren taşlamaları (Hiciv) ile tanınıyor. Önce dayısından heykeltıraşlık öğrenmiş. Daha sonra Ege bölgesine giderek Yunancasını ilerletip avukatlık yapmış. Oradan Atina, Roma; hatta Galya’ya (Bugünkü Kuzeybatı Fransa, Belçika) gitmiş. Daha sonra İskenderiye valisine danışmanlık etmiş. Söylentiye göre orada, bazılarına göre ise Atina’da ölmüş. (T.A.)
Taner Aday’dan Samsat’a ilişkin bir yazı alınca, gençliğimin gözde kitaplarından Lukianos’un “Seçme Yazılar”ını hatırladım. Ne kadar çok borçluyum, yayın kurulunda Nurullah Ataç, Orhan Veli, Sebahattin Ali, Eyüboğlu, Vedat Günyol ve Azra Erhat’ların olduğu MEB Klasiklerine, arkasında duran Can Yücel’in babasına. Bir anlamda bizim kuşağa onlar entelektüel bir zemin verdi. Ne kadar çok şey borçluyuz Varlık ve Remzi yayınlarına. Başkaları da var elbet. Ama onlar köşe taşlarıydı.
“Şehmus Diken’in Adıyaman ile ilgili yazısını okuyunca aklıma çok eskilerden, neredeyse 2 bin yıl öncesinden Adıyaman’ın Samsat’ında doğmuş Lukianos geldi” diyor Taner Aday ve devam ediyor:
Buyrun!
Lukianos, genel olarak toplumsal konularda yazdığı taşlamalarla tanınır. Gerçek bir yazım ustasıdır. Onun “iğnelemelerinden” kurtulan yok gibidir. Marx onun için “Felsefe takvimindeki en önde gelen şehit Azizlerdendir” demiş. Daha sonra: “Onun komedisi, dünya tarihinin son döneminin belirgin aşamasıdır” der. “Neden böyle bir geçiş?” diye sorduktan sonra cevaplar: “İnsanlık geçmişinden sevinç içinde, gülerek vedalaşsın diye.” Bazıları onu “militan bir Ateist”, bazıları “Yunan Voltaire’i” olarak görür. Galiba en doğrusunu, tersinden okuyarak Heinrich Heine demiş: “Voltaire Hıristiyanlığın Lukianos’udur.” Bu kısa yazıda, onun “Geçit ya da Tiran” adlı taşlamasından bir bölümü paylaşmak istedim.
Söz konusu taşlamada, ölüler diyarına (Hades’in ülkesi) giden varsıllar, ünlüler, filozoflar; bir de yoksulların karşılaşması sözkonusu edilir. Önce yeraltına giden ölüler, orada onları yargılanıp yaşamaya devam edecekleri yeraltı dünyasına götürecek olan Stiyks (Styx) ırmağında onları beklemekte olan Charon’un sürdüğü kayığa bineceklerdir.
O sırada geçen olaylar ile daha sonra “Sorgu Meleği” (Rhadamanth) ile karşılaşmaları. Taşlama, işte bu ırmak kıyısında beklemekte olan kayığa sıra ile binerlerken, yaşam meleği Klotho ile diktatör Megapenthes arasında bir konuşma ile başlar. Klotho: Megapenthes hadi bin! / Megapenthes: Ne olur dur yücelerden yüce efendim Klotho. Çok kısa bir sürecik de olsa beni gene üstteki dünyaya geri gönder! Sana sen çağırmadan geri geleceğime dair söz veriyorum. / Klotho: Neden geri dönmek istiyorsun ki? / Megapenthes: İnşaatı yarım kalan, geride bıraktığım sarayımı tamamlamak istiyorum.
Klotho: Soytarı. Atla hadi! / Megapenthes: Çok kısa bir süre rica ediyorum sayın Kader Tanrısı, ne olur sadece bir gün, bir gün diyorum. Eşime mirasımı nasıl dağıtacağı konusunda önerilerimi bildirmek; bir de büyük hazinemi nereye sakladığımı söylemek için bir gün. / Klotho: Emir kesinleşmiştir, yalvarman boşuna. / Megapenthes: Yani onca altın kayıp mı olsun?
Klotho: O konuya kafa yorma. Kuzenin Megakles altınların yerini bulacak. / Megapenthes: Bu nasıl bir cezadır, nasıl? Benim yumuşak kalpliliğimden kendimden önce mezara göndermediğim, en büyük düşmanım. / Klotho: Evet, tam da o; üstelik o senden kırk yıl daha fazla yaşayacak. Metreslerin, giymeye kıyamadığın elbiselerin, tüm zenginliklerin de onun eline geçecek. Ne yani? Sanki sen de aynısını yapmadın mı? Hatta daha da kötüsünü… Senden önceki iktidar sahibini öldürüp, o daha can çekişirken onun gözü önünde tüm çocuklarını öldürüp, tüm mal varlığına konmadın mı? (…………….) İkisi arasındaki tartışma devam eder. Bu sırada biri (Micyllus) kayığa binmek için ileri atılır. Ama kayık dolmuştur. Micyllus yoksul bir ayakkabı tamircisidir. O sırada Magapenthes hala bağırmaktadır: “Ben kayıkta en öne oturmalıyım. Ben iktidar sahibi olan, on bin muhafızı olmuş bir insanım.” O bağıra dursun ondan öne bir başkası, Cynukus bindirilmiştir. Cynukus bir filozoftur. (Bu adı vererek Kinizm adlı felsefe öğretisine gönderme yapıyor. Kinizm/Sinizm: kuşkuculuk, azla yetinme öğretisi). Micyllus (ayakkabı tamircisi) acele ile seslenir: Hey Klotho! Burada da mı bir değerimiz yok? Yani ben yoksul bir insan olduğum için kayığa da en geç ben mi binmeliyim?
Klotho: Sen de kimsin? / Micyllus: Ayakkabı tamircisi Micyllus. / Klotho (gülerek): Yani sen bekletildiğin için şikayet mi ediyorsun? Demin bu Tiran bir gün için bile yukarı gidebilmek uğruna neler teklif ettiğini duyduğun halde kayığa binmek için acele mi ediyorsun?
Micyllus: Sana doğrusunu diyeyim, tanrıların en güzeli Kader Tanrısı (Parze). Benim açımdan bu, aynı tek gözlü canavarın Odysseus’a, onu en son parçalayacağını söylemesi gibi çok kötü bir öneri. İlk ya da son olmuşum ne fark eder ki, nasılsa beni de aynı dişler parçalayacak. Üstelik, benim yaşamım ile bu beylerinki tam ters yönde gelişti. Bu Tiran, herkesçe saygı gördü, herkes ondan korktu, altınları, gümüşleri oldu, güzel elbiseleri, atları oldu, sofrası hep zengindi, sevimli oğlanları, güzel cariyeleri oldu, mutlu yaşadı, hepsini geride bırakmak zorunda kaldı. Kuşkusuz ki tüm bunlardan koparılıp alınmak onun zoruna gidiyor. Bu duyguyu bilmem ama hani bir pençe izine yapışıp kalan bir kuş nasıl ne çıkmak ister ne de çıkabilirse, işte onun gibi, bu da öyle bir bağdır ki, ne kadar uzun sarılırsan o da gittikçe çözülmez olur, bağlananlar da alışırlar. Onları oradan zorla koparıp, zindana götürmek için alınca da bağırır, ağlar, ağıtlar yakarlar. Ne kadar cesaretli olurlarsa olmuş olsunlar, yeraltı dünyasına doğru yola çıkarken, yürekleri yumuşar; kendilerini, geride bıraktıkları ile yapmak istediklerini özleyen mutsuz bir sevgili gibi görürler. İşte bunlar, bir anda bir gün için bile olsa geri dönmeyi, o bıraktıklarını gün ışığında bir kere daha görmeyi arzu eder, bunun için sana yalvarıp duran bu soytarı gibi senin canını boş yere sıkıp dururlar. Bana gelince, benim geride bıraktığım ne tarlam, ne evim ne konağım, ne param ne de araç gereçlerim var. Ha, madalyalarım, onlarla övüneceğim soyluların resimleri de yok. Bu yolculuğa çoktan hazırdım. Atropos (Yaşam bağını kesen melek) gelip de bana el sallayınca, hemen önlüğümü çıkardım, daha demin elimde tuttuğum, dikimi yarım kalmış çizmeyi bırakıp, zıplayarak yalın ayak ayağa kalktım. Ne yazık ki ellerimi yıkamaya fırsatım olmadı. Hemen, o halde öne doğru yürümeye başladım. Geride başımı çevirip merak edebileceğim, bırakacak hiçbir şeyim yoktu. İnanın burada her şey bana çok güzel geliyor. Özellikle burada uygulanmakta olan EŞİTLİK, tam da benim istediğim gibi. Sanırım burada hiçbir borçlu, alacaklılar tarafından mahkemeye verilmez. Umarım sizde de vergiler, bağışlar durmadan artırılmıyordur. Benim için en önemli şeylerden biri, burada asla kışın soğuktan donma, hastalanma, zenginler, asiller tarafından tekmelenme, sopayla dövülme gibi şeyler yoktur. Burada biz yoksullar güleceğiz, varsıllar ise mızmızlanıp ağlayacaklar.
Klotho: Anladım. Demek bu nedenle gülümseyip duruyordun. Peki, en çok gülünç bulduğun ne idi? / Micyllus: Söyleyeyim tüm tanrıların en değerlisi. Ben yukarıda bu Tyranlardan çok uzakta oturmadığımdan, hemen hemen her şeyi gözleme olanağım da oldu. Bu gösterişli elbiseler ile gururla gezinirlerken, arkalarında bir sürü hizmetçiler de giderdi. Altın kaplamalı bir sürü mobilya, değerli taşlarla süslü kadehler, gümüş ayaklı kanepeler… Özellikle de sıkça verilen ziyafetlerde pişirilen, tepsilerde taşınan yemeklerin, burnumuza kadar gelen kokusu. İşte o zaman bunun dünyanın en mutlu, en yüce insanı olduğuna inanırdım. Ne zaman dışarı çıksa, göğsünü gere gere yürüse, yanına yaklaşıp onu görmeye çalışanlara şöyle göz ucuyla tepeden baksa, onun gerçekten de dünyanın en güzel, en büyük insanı, en azından bir boy daha büyük olduğunu sanırdım. Şimdi, o öldüğünden beri, bütün bu olanakları kaybettiğinden beri, ne kadar zavallı biri olduğunu gördüm. Ama bundan daha fazla kendi dar kafalılığıma, bunun gibi pespaye bir terese nasıl saygı duymuş olabildiğime, mutfağından gelen yemek kokularına, önlüğündeki salyangoz kanına imrendiğime, ona hayran olabildiğime güldüm. Daha sonra faizci Gniphon’un da alındığını, bin bir türlü hile ile edindiği zenginliğini harcayamadan sızlamakta olduğunu, pişmanlığını, tüm mal varlığının nasıl şapşal Rochodaris’e kaldığını görünce kendimi gülmekten alıkoyamadım. Bunları dedikten sonra tekrar kayığa binmek ister ama CHARON onu almak istemez. Bunun üzerine o da suya atlar yüzerek gitmek ister. Dayanamaz alırlar.
Öykünün sonu da eğlenceli. Ama çok uzun… Yargılanma sahneleri müthiş. Bir başka sefere! (Almancasından Türkçeye çeviren: Taner Aday)