Eduardo Galeano’nun “Çocukların Günleri: İnsanlık Tarihin Bir Takvimi” kitabında yılın her gününün bir öyküsü vardır. Bu takvim öyküleri; bilinen, unutulamayan katliamları ya da o katliamları anma günlerini değil; insanlığın en karanlık günlerinde, sıradan insanların cesaretlerinin yarattığı anıları anlatır.
Son bir haftadır Türkiye’de yaşananlar, bu coğrafyaya ilişkin yakın hafızamızın yüküyle hepimizde kaygı uyandırıyor. Galeano’dan yola çıkıp, yaşadığımız son hafta için “çocukluğun bir takvimini” hazırlasak, sanırım her güne cesaretin değil, yaşamını kaybeden bir çocuğun öyküsünü koyabilecek olmamızın ağırlığı var üzerimizde.
Genellikle bir önceki günün olayı yansır ya sabah haberlerine, bugünlerde “Dün…” diye başlayan pek çok haberde ne çok çocuğun ölüm haberini aldık, öyle değil mi?
“Dün Konya’nın Çumra ilçesine bağlı Karkın Mahallesi’nde ailesiyle pancar sökmeye giden Hasan Eymen Ergen, traktöre takılmaya çalışılan iki römorkun arasına sıkıştı. 8 yaşındaki çocuk yaşamını kaybetti.”
“Dün saat 22:00 sıralarında, 14 yaşındaki Dicle Nur Selçuk, Hatay’ın Erzin ilçesinde çalıştığı fabrikada meyve paketlerken kıyafetini makinenin makarasına kaptırdı. Ağır yaralanan Dicle Nur yaşamını kaybetti.”
“Dün Bursa‘da 4 katlı binanın 2’nci katında sobadan çıkan yangında Suriye uyruklu anne Amina (31) ile yaşları 1- 11 arasında değişen 6 çocuğu ve 2 yeğeni yaşamını yitirdi, 1’i çocuk 4 kişi de dumandan etkilendi.”
“Olay dün Urfa’nın Birecik ilçesine bağlı Meydan Mahallesi’nde yaşandı. Alınan bilgiye göre, 13 yaşındaki Müslüm Oğul hava almak için balkona çıktı. Bu sırada dengesini kaybeden 13 yaşındaki çocuk yüksekten zemine düştü ve yaşamını kaybetti.”
Çalıştırılırken, ailesiyle birlikte pancar toplamaya giderken, evinde ısınmak isterken, salıncakta sallanırken, balkonda oynarken, Taksim’de ebeveynleriyle gezerken, alışveriş yaparken, evinde televizyon izlerken en az on altı çocuk yaşamını kaybetti.
Her birinin ölüm nedeni ve olayın gerçekleştiği yer farklı olsa da yaşları bebeklikten on dörde değişen bu çocukları ortaklaştıran en önemli şey her birinin ölümünün önlenebilir olmasıydı.
Ortaklaştıkları bir diğer nokta ise hızla akan Türkiye gündemine ya hiç giremeyişleri ya da girebildilerse bile bu çok “önemli”, “kritik” ve “hızlı” zamanlarda çoğu kişi tarafından isimlerinin bir daha hatırlanmayacak olması… Elbette her bir çocuğun yakınlarının dışında…
Otuz yıldan fazladır BM Çocuk Hakları Sözleşmesi’nin tarafı olan bir ülkede her güne bir çocuğun ölüm haberini alıyor olmamız ne anlama geliyor?
Çocuk hakları açısından bu sorunun yanıtı net: Türkiye’de insan haklarına dayalı bir çocuk politikasının olmayışı. Çocukların kapitalizmin, paternalizmin kıskacına sokulmuş olması. Çocukların her alanda kuralsızlığın, denetimsizliğin en kötü biçimleriyle karşılaşabilir olması. Yoksulluğun, eşitsizliğin sıradanlaşması, şiddetin olağanlaşması.
“Bir daha tek bir çocuğun bile yaşamını kaybetmemesinin yolu nedir?” sorusunun yanıtını ise birkaç gün önce, Bursa’da yaşamını kaybeden sekiz mülteci çocukla ilgili açıklama yapan FİSA Çocuk Hakları Merkezi vermiş: “Ölümlerin etkili şekilde soruşturulması, BM Çocuk Hakları Sözleşmesi’ne göre yerel yönetimlerden merkezi idareye kadar tüm yükümlülük ve sorumluluk sahiplerinin açığa çıkartılması, bunları yerine getirmeyenlerin cezalandırılması ve etkili önlemler alınması.”
Peki ya her gün bir diğer çocuğun ölümünü unutuyor olmamızın anlamı ne? Bu sorunun yanıtını vermek de vereceğimiz yanıtlarla yüzleşmesi de zor sanki. Ama Galeano’nun yaptığının benzerini yapmaya kalksak, Türkiye’de bir çocukluk takvimi hazırlasak, günlerin her sabah karşılaştığımız “dün”de kalacağı, ileriye gitmeyeceği görülüyor. Yarını konuşabilmek, sokakların yaşam kokmasını sağlayacak bir cesarete ihtiyacımız var. Kulağımızı çocuklara verelim! Onların seslerinde gizli cesur öykülerin çınladığını hep birlikte duyacağız.