Hınzır bir gülüş güneşin yüzünde. Gölge de benim ışık da diye bir avaz yankılanıyor dünyada. İçinde olduğu kadar dışında kalabiliyor. Çok normal, haklı olanın sözü yıllar ya da çağlar geçse de geçerli olabiliyor. Öğrenmenin çeşitli yolları var. Öğretmenin bin bir bahanesi.
Heyecan birikmeyi kabul etmez, akacak yeri bulamazsa, akıtacak yerini bulur. Uymak huysuz bir tavır doğurur. O yüzden, ondan dolayı uymamak, uyumsuz kalmak ciddi bir itirazdır, nokta veya ünlem olarak kalır. Yepyeni bir slogan olarak yeni isyanlara ıslık da olabilir. Her yerde bulunmanın tedbiri yetişir. Yeter ki yol olsun, yol bulmaya teşne olunsun.
Beli bükülmüş çareler, yetişip destek olur. İhbar kime yaramış ya da yaranmış ki hâlâ deva sanılıyor? Affetmek ve ihmal etmek bir sarkaç gibi gidip geliyor. Gidip gelmeyeni sanmıyoruz. Vardığı yerde kalsın, varamadığı yeri özlesin, diye bir temenni. Kargaşaya mahal yok, tertemiz ve düzenli bir unutmak misafir olarak gelsin, sonra da özgür kalsın.
Avunmayı derman sanmakla yılları devirdik. Kıyamet orada sırıtıyor, vahşet o anda bağırıyor. Sersem bir açıklama, boyna vurulan bir kılıç gibi, insanı insandan ayıran bir demir parmaklık veya bir demirden kapı gibi önümüze düşüyor. Pişmanlığın adresi yok, ne aranır, ne de bulunur.
Hayıflanmak kaderdir. İsyan ve inkâr birbirine karışır. İşte tabut, işte slogan, işte toprak ve gömülen. Dehşet neydi, nereden geldi soruları deli gibi, derviş gibi sayıklar her gecenin gebe olduğu günlere. Haykırmak kime, avaz niye?
En tecrübeli gerçek, iyi ki dışarıdayız, dışarıyı özgür kılmak herkesin boynunun borcu. İnat burada, aramak orada, köşede, erketede duruyoruz. Yetmiyor, dahasını sürüklemeliyiz. Alkışlar, ıslıklar, sloganlar gırla kendine yer buluyor; dağları, meydanları ve sokakları bir yerde bir araya getirmeliyiz. Dört duvarı asla unutmadan çünkü o duvarlar yıkılmadan etrafımızdaki duvarlara söyleyecek sözümüz yok.
Bırakalım her şeye bir güzellik bahşetmeyi ve ona ayna bulmayı. Tutunduğumuz tüm dalları kıralım. Denilir ki, kaybedeni kaybetmek ile korkutamazsınız. Bir doğal yasa gibi, ucu bucağı görünmeyen bir çöl misali, duruyor öyle. Baka baka düşmek bir gün herkesin başına gelebilecek bir ihtimaldir.
Gün geçtikçe kaybettiklerimiz çember çizdiriyor. Dikilmek, dirilmek ve bunları dile getirmenin mecburiyetiyle kıyameti bulut gibi dolaştırmalıyız. Uğursuz bir başlangıçtı her yalanı pusula yapan, talihsiz bir inanmaktı bizi buralara savuran. Hemhal olduğumuz bunca tuzak, cesaretini nereden aldıysa ve kime bulaştırdıysa, durmadan oraya.
Bir şölen gerekecek, bahanemiz çok. Harlanan ateş, saçılan kıvılcım, etrafındaki şen kalabalık. Rüyalardan çıkarıp, düşlemekten vazgeçirip, burası yeni bir dünya, hayat tam da burada, diye uzun bir şiir ve koro hep bir ağızda. İşte o zaman bitmek diye bir kapıyı kıracağız, gelmenin en şık haliyle, her dilde, bu anda.
Güneş doğduğu an konuşacak. Her cümlesi rüzgâr gibi her yerde esecek. Dolunay ve gündoğumu da olacak. Biz günbatımında bekleyeceğiz. Barbarlar o sesle gidecekler. Barbarların gelmesini değil, kaçmasını göreceğiz. Yakındır, güneşin sımsıcak gülüşü, ısıtan hülyası ve şahane tınısı.
Haftanın kitap önerisi: Samuel Beckett, Murphy / Çeviren: Uğur Ün, Ayrıntı Yayınları