Kendi başına anıtlar sorun olmayabilir; önemli olan insanların bunları nasıl yorumladığıdır. Almanya’nın Nazilerden arındırma çabasıyla kıyaslandığında, sıradan İtalyan şu yanıtı verir: “Ama Mussolini Hitler değildi”
Paul Corner*
İktidarı ele geçirdikten yüz yıl sonra Benito Mussolini’nin hâlâ hayranları var. Yaklaşık 4.000 kara gömlekli faşist sempatizan, pazar günü Roma Yürüyüşü’nün yüzüncü yıldönümünü kutlamak üzere İtalyan diktatörünün mezarına yürüdü. “Duce, Duce, Duce” çığlıkları Kuzey İtalya’nın Predappio Kenti’ndeki havayı doldurdu; kollar faşist selamı için kalktı. Mussolini’nin büyük-büyük torunu Orsola kalabalığa şöyle hitap etti: “100 yıl sonra bile, bu devletin gereksindiği ve takdir etmekten asla vazgeçmeyeceğimiz adama saygılarımızı sunmak üzere hâlâ buradayız.”
Elbette tüm İtalyanlar Predappio’ya hacca gitmiyor. [Aşırı sağcı] Casa Pound ve Forza nuova gibi gruplar gitgide artan bir popülariteye sahip olsa bile, bunu yapan “gerçek mü’minler”, tez canlı bir azınlık. Dahası, en kalabalık olanlar, Giorgia Meloni’nin İtalya’nın ilk kadın başbakanı olmasına şüphesiz yardım eden “post-faşist”ler. Ama Meloni’nin zaferini, faşizmin yaygın bir biçimde canlanmasına atfetmek yanlış olur; seçmenleri aşırı sağı desteklemeye iten pek çok etmen var ki bu etmenlerin en başında da hâlihazırdaki iktisadî krizi geliyor. Bununla beraber faşizmin hayaleti İtalyan siyasetine musallat olmaya devam ediyor. Bu, Almanya’nın aksine, İtalya’nın faşist geçmişiyle asla yüzleşmediğinin bir hatırlatıcısı. Almanya’da Nazi anıtları yıkılır ve halka suçlarını hatırlatmak için Holocaust anıtları inşa edilirken, Roma’daki Dux dikilitaşı gibi, Duce’yi yücelten anıtlar, İtalya’da hâlâ herkesin göreceği bir yerde duruyor. Ortadan kaldırılmaları yönünde bir öneri de yok.
Kendi başına anıtlar sorun olmayabilir; önemli olan insanların bunları nasıl yorumladığıdır. Almanya’nın Nazilerden arındırma çabasıyla kıyaslandığında, sıradan İtalyan şu yanıtı verir: “Ama Mussolini Hitler değildi”. Bu şüphesiz doğru olsa da, bu beyanın içerimleri çok kapsamlıdır. Bu “kötünün iyisi” savı, “Mussolini’nin kimseyi öldürmediği” konusunda ısrar eden eski başbakan Silvio Berlusconi ve “Mussolini’nin çok iyi şeyler yaptığını” iddia eden Avrupa Parlamentosu’nun eski başkan yardımcısı Antonio Tajani gibileri tarafından manipüle edildi. Bu son yaygın ifade, genellikle, Roma’nın güneyindeki Pontine bataklıklarının kurutulması ya da refah sisteminin kapsamının genişletilmesine atıfta bulunur. Kötünün iyisi olan Mussolini zaman için de hiç de kötü olmayan biri haline geldi.
Mussolini hakkındaki bu pembeye çalan bakış açısının çeşitli nedenleri var ama İkinci Dünya Savaşı’nın İtalya için sona erme biçimi birçok şeyi açıklayabilir. 1943’te Müttefiklerle ateşkesin ve yarımadanın Almanya tarafından işgalinden sonra İtalyan Direniş hareketi ülkenin kurtuluşunda büyük rol oynadı. Savaş sonrası olası en iyi uzlaşmayı elde edebilmek için, barış görüşmelerinde Direniş’in rolü vurgulandı; Mussolini’nin Hitler’le olan ittifakı olabildiğince önemsizleştirildi. Sanki İtalya her zaman anti-faşist bir ülkeymiş gibi; İtalyanlar faşizmin kurbanıymış gibi… Faşistlerin tam olarak kim olduğu tam olarak belli olmasa da, faşizmin kurbanları olarak İtalyanların geçmişle uzlaşmaya gereksinimi olmadığı ortadaydı. Bu sorumluluk başkalarına aitti. Esasında faşizmin olmadığı bir anti-faşizme sahiptik.
İtalya’nın geçmişinin bu yorumunun bir sonucu çok sayıda faşistin yargılanmaması ya da hapsedilmemesiydi. Çok azı suçlarından dolayı idam edildi. Nürnberg yargılamalarının İtalyan dengi olmadı; aksine pek çok faşist suç için af ilan edildi. Yönetim düzeyinde değişimden ziyade süreklilik yaygındı. Faşizm karşıtlığı ve İtalyan “mağduriyeti” söylemleriyle suçlarının üstü örtülen eski faşistlerin çoğu basitçe ortama uyum sağladı ve hayatla barıştı.
Geçmişe dair bu okuma birkaç on yıl boyunca devam etti. Açıkça Direniş’in değerleri üzerine kurulan İtalyan Cumhuriyeti, faşizm karşıtlığını resmi söylemi kıldı. İtalyan tarihçi Renzo De Felice, Mussolini’nin devasa biyografisinde, İtalyanlar arasında faşizme yönelik “kitlesel bir oydaşma” olduğunu söyleyerek kurban paradigmasına meydan okuduğu 70’lerde konumlanışlar değişmek zorunda kaldı. İtalyanlar rejimin -kurbanların değil, faillerin- suç ortağı olmuştu. Kesinlikle bu noktada, İtalya’nın geçmişiyle yüzleşme zamanı gelmişti. Ne tuhaftır ki böyle bir şey olmadı. Bunun yerine, faşizme yönelik kitlesel oydaşma, rejimin meşrulaştırılması olarak görüldü. Uslamlama şu şekilde ilerledi: “Hepimiz faşistsek, ve bildiğimiz kadarıyla İtalyanlar ‘iyi insanlar’sa, faşizm o kadar da kötü olamaz”. İtalyanlar bir kez daha paçayı sıyırmıştı. Faşizmin kurbanları olarak sorumluluk taşımıyorlarsa, artık yumuşak huylu bir diktatörlük olarak belirlenenin destekçileri olarak açıklayacak bir şeyleri yoktu. Almanların asla geride bırakamayacakları bir geçmişi vardı; İtalyanlarınsa hiçbir sorun teşkil etmeyen bir geçmişi.
Mussolini’ye yönelik günümüzdeki hoşgörünün, hatta zaman zaman da nostaljinin, tarihi kökleri, her şey göz önünde bulundurulduğunda, “birçok iyi şey yaptığı”na dair inançta yatmaktadır. Çoğu zaman bu görüş -muhtemelen kasıtsız bir biçimde ve olasılıkla da diğer kaynakların eksikliğinden ötürü- faşist propagandadan alınan ve bu yüzden de oldukça aşikar bir biçimde rejimin lehine olan imgeleri göstermeye devam eden medya tarafından aktarılan bir görüş. Faşizmin kendini temsili aracılığıyla faşist rejimin görüldüğü merceklerin bizatihi kendisi. Elbette bu, birbirini izleyen başarıların bir dünyası: Bataklık arazilerin kurutulması, dakik trenler, sağlıklı bebekler ve gülümseyen yüzler. Hepsi çok ikna edici görünüyor. Rejimin şiddeti, resimden rötuşlandı. Kesintisiz polis baskısı örtbas edildi. İkinci Dünya Savaşı sırasında ölen yarım milyon İtalyan’ın doğrudan faşist siyasalara atfedildiğine nadiren tanıklık ederiz. Otuzlarda sömürge katliamlarında öldürülen on binlerce Afrikalı için bu atıf daha da azdır. Bu koşullarda psikolojik ortadan kaldırma kolaylaşır.
Roma Yürüyüşü’nün yüzüncü yılı bu arka plana karşı gerçekleşti. Bazıları bunun neden anıldığını sorabilir ama asıl soru günümüzde Roma Yürüyüşü’nün öneminin ne olduğudur. Burada yanıt, beklenilenden daha az net. Faşizme karşı İtalyan tutumları genelde ikirciklidir: Mussolini rejiminin kolektif belleği, acımasız gerçeklerden ziyade çoğu insanın neye inanmak istediğini yansıtır. Bu hem Avrupa hem de ABD siyasetindeki sağa kaymaya paralel olarak işliyormuş gibi görünen bir çarpıtmadır. Tamamı Meloni’nin dostları olan Fransız, Macar ve Leh sağının “liberal olmayan demokrasi”yi vazetmesine ve olanaklı olduğunda da, uygulamasına yardım eden etmenlerin birçoğu, İtalya’da da bulunmaktadır. Çoğu zaman siyasal sürüklenme olarak görülenden hoşnutsuzluk, temsili demokrasinin biriken sorunları, sosyal hizmetlerde sürekli kesintilerin eşlik ettiği iktisadî istikrarsızlık, göç -bunların tümü, sloganda olduğu gibi “her zaman haklı” olan bir diktatörün “anı”sını körüklemeye hizmet eden etmenler.
Bu, 1945’te İtalyanların tiksindiği ve yerdiği bir adamın şaşırtıcı kaderidir ama diktatörlerin tarihinde o kadar da şaşırtıcı değildir. Bugünlerde Stalin, Çavuşesku, Franco kendi destekçilerine sahip. Bu, Meloni’nin (inandırıcı olmayan bir biçimde) İtalya’nın faşist geçmişini kınamasına rağmen, Mussolini’nin hayranlarının her zamankinden daha kalabalık olarak Predappio’ya geleceğini akla getiriyor.
*dunyadanceviri.wordpress.com’dan alınan bu yazı S. Erdem Türközü tarafından çevrilmiştir.