Dünya artık sıcak çatışmanın bittiğine ve soğuk savaşın devletlerarası ihtilaflarda kullanılacak en şiddetli metot olduğuna inanmaya başlamışken Orta Doğu halkları ve dünyanın yoksul ötekileri sıcak çatışmayı ve savaşı kapitalist modernite çağında hep yaşadılar. Savaştan kaçan halkların refah ülkelerinin kapılarına dayanmaları savaşın herkesi etkilediği gerçeğini hatırlatamadı. Savaş mağdurlarını Türkiye’de tutup, Türkiye’de insan hakları, demokrasi, evrensel değerler adına ne olduğuna göz-kulak tıkamak çok kolaydı. Fakat Ukrayna – Rusya savaşı sıcak çatışmayı ve savaşın herkesi etkilediği gerçeğini acı şekilde ortaya koydu. Kimi refah ülkesi sakinleri için enerji fiyatlarındaki aşırı yükselişle savaş herkesin evinin içine kadar girdi. Kapitalist modernite çağında kimse savaştan azade değil.
Bizler dahi kimi zaman yaşadığımız coğrafyada devam eden bir savaşın bir parçası olduğumuzu unutmaktayız. Üstelik bu savaş iki aktörlü bir savaş değil. Kürdistan bir coğrafya olarak düşünülürse Türkiye, Iran, Irak ve Suriye devletlerindeki siyasi iktidarların politikalarının yol açtığı birçok çatışma var. Birçok aktör var. Bu çatışma DAİŞ gibi tüm dünyayı hatta insanlığın medeniyet varlıklarını tehdit eden bir canavar yarattı. DAİŞ’in insanlık mirası kabul edilen her şeyi yok etmesi tüm insanlığın meselesiydi. DAİŞ zulmüne karşı mücadele edenler insanlığın değerlerini kurtardı.
Ukrayna’da ise savaş çok büyük bir yıkıma yol açtı. Yıllardır savaş karşıtı ekoloji hareketlerinin sloganı olan ‘savaş kirletir’ sloganı adeta Ukrayna’da bir kez daha gözle görünür oldu. Ukrayna savaşının tüm dünyadaki enerji piyasalarını da etkileyecek bir yönü var. Rusya’nın Avrupa’ya doğal gaz sağlayıcısı olması enerji güvenliği tartışmalarını hararetlendirdi. İklim krizi tartışmalarında karbon emisyonu azatlımı için BİMÇDS üyesi devletler ile büyük ilerleme kaydedilmişken ve fosil kaynaklı enerji kullanımı iyice zayıflamışken bu savaş, fosil sektörlerine can suyu oldu. Fosil sektörleri yeniden meşruiyet zemini kazandı ve devletlerin karar alma mekanizmalarında zayıflayan yerlerini güçlendirdiler. Savaş tüm dünyayı kirletiyor demek çok da iddialı bir söz olmayacaktır. Ukrayna savaşında başka çarpıcı bir tartışma da nükleer üzerinden açıldı. Rusya’nın Ukrayna’daki nükleer enerji santrallerini vurma tehdidi nükleer enerjinin güvenliliği meselesini ve devlet terörizmini tartışmaya açtı. Rusya’nın bu tehdidi Ukrayna’daki ekoloji hareketleri tarafından ‘nükleer terörizm’ olarak adlandırıldı.
Henüz Ukrayna savaşı bitmemişken savaş sonrasında ne olacak sorusu sorulmaya başlandı bile? Avrupa’da eskiden yoksul 3. dünya ülkeleri için konuşulan green recovery (yeşil iyileşme), green reconstruction (yeşil yeniden inşa), post war environmental mainsteaming (savaş sonrası çevreyi ana akımlaştırma) kavramları bu kez Avrupa için konuşulmaya başlandı.
Aslında ekolojinin savaşın da barışın da önemli bir başlığı olduğunu dünya genelinde yaşanan savaş-barış süreçlerinde gördük. Kolombiya Devleti ve FARC arasındaki barış müzakerelerinin bir başlığı da çevre barışıydı. Savaş sonrası hayat yeniden kurulurken ekolojik varlıkların iyileştirilmesi ve korunması birincil öncelikler arasında görülmekteydi. Vahşi neoliberal kapitalizm buna müsaade etti mi? Bu tartışmalı bir cevap olacaktır. Elbette ki tam olarak etmedi. Fakat bu tartışmanın kendisi bile çok kıymetli ve savaş karşıtı ekolojist hareketlere katkısı oldu. Üstelik bu tartışma savaş sonrasında ekolojik iyileşmenin kapsayıcı eşit toplumsal cinsiyet katılımı olmadan mümkün olmadığını kanıtladı. Eril, tekçi zihniyetle yapılan politikaların tekrarının bir döngü olduğunu vahşi kapitalizmi beslediğini gösterdi.
Kürdistan coğrafyasızındaki savaşların ekolojik maliyeti de artık gözle görünür oldu. Ekolojik varlıkların tahribi Türkiye’de de önemli bir tartışma konusudur. Son 5 yılda artan Kürdistan ormanlarının yakılması, kesilmesi, satılması, güvenlik barajlar ile su varlıklarının tahrip edilmesi hala sıcak bir tartışma konusudur. Buna karşılık Kürt halkı ve bu ekolojik yıkıma karşı çıkan demokrasi güçleri bu tahribatı engellemek istedikleri için büyük baskı görmektedirler. Türkiye’nin başka bir coğrafyasında aynı türden ekolojik bir ihtilaf yaşandığında bir araya gelen ve ses çıkaran insanların, bu ihtilaf Kürt illerinde olduğundaki sessizliği geçmişte Latin Amerika ülkeleri için tartışılan ‘çevre ırkçılığı’ kavramını akıllara getirmektedir. Kürt halkının ekolojik ihtilaflar karşısında çevre ırkçılığına uğrama meselesi tartışılması gereken bir konudur fakat buradaki en kesin olgu Kürt halkının yalnızlığı ve ekolojik varlılarını korumak istediklerinde karşılaştıkları acı sessizliktir. İklim krizi kuraklık eli ile Türkiye’nin her yerini kavururken tek bir ağaç dahi kaybetmemek gerekirken bu haklı mücadelede yalnız kalmak akıl alır gibi değil.
Geçtiğimiz ay Irak Kürdistan’ındaki çatışmalar sonrasında bir OPCW ülkesi olan ve kimyasal silahların kullanılmasını engelleyen sözleşmenin tarafı olan Türkiye’nin çatışmalarda kimyasal silah kullandığına ilişkin görüntüler yayımlandı. Türkiye devlet yetkilileri bu görüntülerin ardından bölgeye bağımsız heyet gönderilmesi talebini orduya ve devlete saldırı ve ihanet olarak değerlendirdi. Fakat bu sert yanıtlar arasında uluslararası kurumların ve diğer devletlerin OPCW üzerinden yaptıkları başvuruların akıbetinin ne olduğuna ilişkin bilgiye ulaşmak oldukça zor.
Kimyasal silah kullanımı zamanaşımı olmayan insanlığa karşı işlenen suçlardan sayılan çok ağır bir suç ve ekolojik varlılara da geri dönüştürülemez zararlar vermekte. İnsanları korkunç şekilde ölüme götürdüğü gibi tüm canlıları yok etmekte. Halepçe’deki insanlık dramı görüntüleri ve Halepçe’nin toprağının bu saldırılardan sonraki durumu bu acı gerçeği ortaya koyuyor.
Halepçe’nin hala zehirli olan toprağını düşündükçe bunun ardından yenilenme mümkün mü, sorusu tıpkı Ukrayna’daki yıkımın ardından sorulduğu gibi akıllara geliyor. Kürdistan coğrafyasındaki savaşların bıraktığı ekolojik kirlilik ve izler iyileştirilebilir mi? Ormanlar, su varlıları, biyoçeşitlilik yeniden kazanılabilir mi? Elbette kaybedilen insanların acısı asla kapanmayacak. Bu acıları unutmak ve kaybedilenleri onurlandırmamak, kayıpları normalleştirmek savaşı devam ettirmenin birinci unsuru. Kaybın ardından yaşanan yas garip bir şekilde insanı hayata döndürüp bu kayıpla yaşamasını devam ettirmeyi sağlayan en önemli unsurdur. Peki ya yastan sonrası? Yasın ardından yeni bir yaşam inşa etmek bu yeni yaşamda eski yanlışları tekrarlamamak mümkün.
Zarar gören ekolojik varlıların hayata dönmesini ve iyileşmesini mümkün kılan birçok yöntem var. Fakat bunun için sadece münferit girişimler yeterli değil, bir karar alma yöntemi değişikliğine ihtiyaç var. Erkek egemen, savaş yanlısı, tekçi ve kapsayıcı olmayan karar alma mekanizmaları ile ancak eski yanlışlar daha beteri ile değiştirilmiş olur. Toplumsal cinsiyet eşitliğinin olduğu, her kesimi kapsayan, ekolojik varlıları önceleyen ekolojik yeni bir yaşam inşa etmek zor değil. Bunu inşa etmek için savaşların bitmesini beklemeye gerek yok. Bu tıpkı adalet ve eşitlik olgusu gibi iç içe ve girift. Nasıl ki eşitliğin olması için adaleti, adaletin sağlanması için eşitliği beklemeden bunları gerçekleştirmek için aynı anda mücadele ettiğimiz gerektiği gibi. Ekolojik yeni bir yaşamı inşa etmek için çatışmanın ortasında dahi iyileşmeyi konuşmamız gerekmekte. Ukrayna savaşı bitmeden ekolojik iyileşmenin konuşuluyor olması tam da bunun kanıtı.
Savaşlar devam ederken yeni yaşamı yeşertmeyi konuşma oldukça güçlü bir direnişin ve sağlam duruşun, barışın geleceğinin inancını taşıma manasına gelmekte. Bizden sonraki kuşaklara ne savaş, ne tahrip edilmiş ekolojik varlıklar bırakmamak için bu direnişi göstermek zorundayız.
Menekşe Kızıldere/HDP Ekoloji Komisyonu Eşsözcüsü