Yaşadığımız coğrafyada kimlerin ifade özgürlüğü yoktur! Önemli olan soru bu sanırım.
Yerleşik resmi ideolojinin çok kalın kırmızı çizgileri var. Bunlar 1915 Soykırımı, 1938 Şark Islahat Planı, Olağanüstü Hal Kanunları, Sansür Sürgün Kararnameleri ile şekillenen, özellikle Ermeni Soykırımı ve Kürt ve Kürdistan meselesi konusunda resmi ideoloji dışındaki tüm düşünceler…
İşte yasak olan bunlar. Yani Türkiye’de, devletin özellikle Kürt sorunu konusunda resmi politikalarına karşı farklı düşünceler üretiyorsanız, Cumhuriyet’ten bu yana sizin düşünce özgürlüğünüz yoktur ve yoktu.
Yani Türk resmi ideolojisinin Türkçü ve Sünni Müslüman kimliği o kadar belirleyici ve o kadar kapsayıcı olmuş ki, aslında son derece totaliter bir devlet yapısına sahip olan Türkiye’de, toplum da kendini bu resmi ideolojiyle tanımlamaya başlamış ve ideolojiyi içselleştirmiş.
Bizim en büyük sorunumuz sürekli tekrarladığımız gibi, iktidar ve kendini “muhalefet” olarak tanımlayanların aynı İttihatçı kaynaktan besleniyor olmaları… Yani Kürt sorunu, 1915 Soykırımı, Kıbrıs’taki askeri şekillenme gibi resmi politikalara dokunan konularda, birbirleriyle aynı düşünmeleri…
Bu nedenle de aslında birbirine düşman gibi görünen Türkçü ve İslamcı iki anlayışın arasında sıkışıp kalmış durumdayız. Bunlar aslında kavga eder gibi görünen düşman kardeşlerdir.
Bugün de bu durumun yansımalarını çok net görmekteyiz. Birçok insan düşünceleri nedeniyle, sadece devleti yönetenlerden farklı düşündükleri için baskı altında, cezaevlerinde, hatta ülkelerini bile terk etmek zorunda kalmışlardır.
Son günlerde ifade özgürlüğü konusunda, tüm toplumu olumlu ya da olumsuz anlamda etkileyen önemli bir olay yaşadık. Hepimizin çok sevdiği bir Adli Tıp hekimi ve gerçek bir insan hakları savunucusu olan Şebnem Korur Fincancı, yaptığı bir açıklama nedeniyle tutuklandı. Aynı zamanda bu haberi yapan Mezopotamya Ajansı ve JinNews’ten gazeteci arkadaşlarımız da gözaltına alınıp tutuklandılar.
Burada, bu arkadaşlarımızın ve Şebnem Korur Fincancı’nın tutuklanmasındaki temel mesele şuydu; Ordunun kimyasal silah kullandığı iddiası. Bu bir iddiaydı ve Şebnem Korur Fincancı, bir Adli Tıp hekimi olarak bu konunun araştırılması gerektiği konusunda bir açıklamada bulundu.
Bizler bugüne kadar İnsan hakları savunucuları olarak militarizmin ve özellikle ordunun siyaset üzerindeki egemenliği konusunda defalarca açıklamalar yaptık. Ordunun yaptığı darbeleri eleştirdik, 90’larda yine askeri güçler tarafından gerçekleştirilen katliamları, gözaltında kayıpları yıllarca kınadık.
Devlet yapısının temel kimliğinde zaten militarizm son derece egemen. Burada garip olan şudur ki; AKP iktidara geldiğinde militarizme karşı olduklarını, kendi deyimleriyle askeri vesayete karşı olduklarını dile getirmişler ve artık bu düzenin değişeceğini söylemişlerdi.
Ancak bugün ve özellikle AKP+MHP ittifakı ile birlikte AKP’nin o bir zamanlar, kendi eleştirdiği hatta kendisine kapatma davaları açan militer zihniyetle aynı seviyeye geldiğini görmekteyiz.
Siyasetteki bu durumlar bir yana, olayın başka önemli vahim bir tarafı var. O da Türkiye Cumhuriyeti Devleti kendi anayasasıyla uluslararası sözleşmeleri, iç hukukunun üzerinde kabul etmiş bir devlet.
Türkiye’nin birçok Avrupa Birliği sözleşmesi ve birçok Birleşmiş Milletler sözleşmesinde imzaları var. Aslında yazılı olarak ifade özgürlüğünü garanti altına almış gibi görünen Türkiye’den bahsediyoruz.
Örneğin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 9 ve 10’uncu maddeleri açıkça şiddeti savunmamak koşuluyla ifade özgürlüğünü garanti altına alıyor. Hatta diyor ki birçok Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararı; ‘bir düşünce şok edici bile olsa ifade özgürlüğü korunmalıdır.’
Kaldı ki Türkiye Cumhuriyeti Devleti, defalarca ifade özgürlüğünü ihlal ettiği için Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi tarafından mahkûm edildi. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarını bir yana bırakalım, bundan kısa bir süre önce aynı Şebnem Korur Fincancı gibi gözaltına alınan, tutuklanan Barış Akademisyenleri hakkında, Anayasa Mahkemesi ihlal kararı verdi.
Benzer kararlar diğer Kürt gazeteciler, tutuklanan Kürt gazeteciler ve Şebnem Korur Fincancı için de verilecek. Ama bu tutuklamaların bir başka önemli bir yanı var ki, bunu herkes dikkate almak zorunda. Şebnem Korur Fincancı gibi dünyaca tanınmış bir Adli Tıp hekimini gözaltına alıp tutuklayan bir devlet, kime bunu yapmaz ki!
Esas yansıtılmak istenen, esas gösterilmek istenen gerçeklik bu! Korkutarak yönetmeye devam etmek istiyorlar.
Ancak bizler de bu yönetilme biçimine sonuna kadar karşı çıkacağız ve Türkiye’nin altına imza attığı uluslararası sözleşmelere uygun davranması gerektiğini defalarca söylemeye devam edeceğiz.