Herdem Fırat*
Nüremberg Mahkemeleri tarihte meşhurdur. Nazi subay ve bakanların yargılandığı mahkeme sürecidir. Bu mahkemelerde Hitler’in ve kurmaylarının işlediği suçlar tek tek yargılanıyor. Bir nevi Hitler faşizminin resmi çöküşüdür. Yargılama süreci ‘Nürnberg Mahkemeleri’ adıyla aynı zamanda film konusu yapılmış. Zaten tarihe not düşmesi için özellikle sinemacılara, yazarlara, gazetelere konuyu işleme olanağı veriliyordu. Bu mahkemeler sonucu Hitler faşizmi mahkum oldu ve onunla birlikte hareket edenlerin hepsi bir şekilde farklı cezalara çarptırıldı. Bu yargılamalarda benim dikkatimi çeken husus mahkemenin söz ile eylemin yani propaganda ile eylemin birbiriyle bağlantısını sorgulaması ve bunun sonucunda savaş suçu kararı vermiş olmasıdır.
Mahkeme Nazi haftalık gazetesi Der Stürmer’in editörü Julius Streicher ve Kamu Aydınlanma ve Propaganda Devlet Bakanlığı görevlisi Hans Fritzsche’i propaganda yapmaktan yargıladı. Haklarında hazırlanan iddianamede propagandanın Nasyonal Sosyalistler’in ilke ve ideolojilerini yaymanın aynı zamanda siyasi eylem ve askeri saldırı harekatının psikolojik zeminini hazırlama aracı olduğu tespiti yer alıyordu. Yahudilere karşı geliştirilen imha harekatının doğrudan yapılan propagandayla bağlantısı olduğu vurgulanıyordu. Bundan dolayı Der Stürmer editörü Julius Streicher savaş suçlusu bulunup idam cezasına çarptırıldı. Yani yargıçlar sadece soykırımı gerçekleştiren askerleri yargılamakla kalmayıp soykırımın zeminini hazırlayan propagandacıları da aynı suç kapsamında yargıladılar.
Nazilerin katliamda en çok kullandığı yöntem, Yahudileri kapalı yerlere kapatıp gazla öldürmekti. Milyonlarca insan bu şekilde soykırıma tabi tutuldu. Yahudilerin yanı sıra soykırıma tabi tutulan halkların başında Kürtler geliyor. Kürtler de tıpkı Yahudiler gibi gazlarla katledildiler. 1.Dünya Savaşı’ndan bu yana Kürtler defalarca kimyasal ve yasaklı silahlara maruz kaldı. 1938’de Dersim’de, 1988’de Halepçe’de ve bugün Kürdistan’ın birçok yerinde binlerce kez kimyasal silah kullanıldı. Ancak Nüremberg duruşmasında olduğu gibi bir yargılama olmadığı için hakikatler hep karanlıkta kaldı.
1938 Dersim Tertelesi’nde kimyasal gaz kullanımını dönemin Başbakanı Refik Saydam’ın Fevzi Çakmak’a yazdığı telgraftan açıkça anlaşılıyor. “Bir hekim olarak yakıcı ve boğucu gazların, düşman askerlerine bile uygulanmasına karşı olduğumu belirtmeliyim. Tunceli’de kullanılan bu gazların bir daha kullanılmaması için yasa teklifi hazırlamaktayım. Ön hazırlık raporunda ifade edildiği üzere kendi halkımıza kullanılan bu gazların toplu sivil ölümlere yol açtığı görülmektedir. Bir hekim olarak da bir insan olarak da bundan utanç duyduğumu belirtmeliyim.” Ayrıca o dönem yapılan yazışmalarda açıkça yakıcı ve boğucu gaz istendiği belirtiliyor. Dönemin kolordu komutanı Abdullah Alpdoğan gönderdiği bir telgrafın ikinci maddesinde şöyle diyor: “Tayyare Alay Kumandanı’ndan yangın ve Milli Müdafaa’dan yakıcı ve boğucu gaz bombaları istedim.” Bir başka delil de o dönemde Malatya Emniyet görevini icra eden İhsan Sabri Çağlayangil’in itiraflarıdır.
“Sonra biz geri döndük, yeni mehil istendi. Neticeyi söylüyorum. Bunlar kabul etmediler, mağaralara iltica etmişlerdi. Ordu zehirli gaz kullandı. Mağaraların kapısının içerisinden bunları fare gibi zehirledi. Ve yediden yetmişe o Dersim Kürtlerini kestiler. Kanlı bir harekât oldu. Dersim davası da bitti. Hükümet otoritesi de köye ve Dersim’e girdi. Bugün Dersim’e rahatça gidebilirsiniz. Jandarma da girer, siz de girebilirsiniz.”*
Kimyasal silah kullanımından dolayı o dönemde kimse yargılanmadığı için şimdi rahatlıkla kimyasal silah kullanmadık deniliyor. Kimyasal silah kullanımı araştırılacağına, bunu talep edenler suçlanıyor ve cezaevine atılıyor. Aynı Dersim’de yaşanılanlara benzer şekilde devlet isteyip de giremediği alanlara girmek için kimyasal silaha başvuruyor. HPG kimyasal silah kullanıldığına ilişkin görüntüler yayınladı. Ancak ruhlarına faşizm sinmiş bu güruh aydınıyla, sanatçısıyla, akademisyeniyle, siyasetçisi ve ekonomistiyle hep birlikte bir ağızdan, “Hayatta öyle şey olmaz” diyor. Şanlı ordularına toz kondurmuyorlar. Ama aynı kişiler, TSK’nin başı olan Erdoğan’a faşist diyorlar. Tüyü bitmemiş yetimin hakkını yediğini rahatlıkla söylüyorlar. Aynı ordu TBMM’yi bombalarken hakaretler yağdırıyorlardı. Ama konu Kürtlere gelince, her şey güllük gülistanlık. Sanki darbeler yapan bu ordu değilmiş gibi, sanki mezarlıkları bile bombalayan bu ordu değilmiş gibi…
Hitler tüm programını Yahudileri yok etme üzerine kurgulamıştı. Şimdi benzer bir stratejiyi AKP-MHP faşist iktidarı yürütüyor. Kürt karşıtlığı siyaseti her şeyin belirleyicisi oluyor. Adeta şunu diyor; “Kürtler varsa ben yokum, ben varsam Kürtler yok.”
30 Ekim 2014 yılında MGK kararıyla Çöktürme Eylem Planı hazırlandı. Bu plan çerçevesinde özel savaş konseptiyle Kürdistan’da büyük bir kıyım yaşatıldı. O belgede devlet kurumlarının ortak hareket etmesi vurgulanıp, yasaların engel olarak görülmemesi emri verildi. Kürt halkını çökertmek için tüm kurumlar ve imkanlar kullanıldı. Buna rağmen istedikleri sonucu alamadılar. Yenilgilerini de saklamak için kimyasal silaha başvurdular, başvuruyorlar. Çöktürme Eylem Planı çerçevesinde işlenen suçlara hep birlikte sessiz kalıyorlar. Hitler Yahudileri çökertmek istiyordu ancak çöken kendisi oldu. Saddam Kürtlere karşı kimyasal gaz kullandı ama akıbetini herkes biliyor. Şimdi de AKP-MHP rejimi Kürtleri çökertmek istiyor. Ne var ki çöktürmek isterken kendileri çöküyorlar. Ahlaken çöküyorlar, siyaseten çöküyorlar, ekonomik olarak çöküyorlar.
*(CNN Türk’ten Murat Aydın’ın haberi. Kendisinin aktardığına göre Çağlayangil, Kemal Kılıçdaroğlu’na bu konuşmayı yapmış. Konuşmaya ait ses bandı da çeşitli platformlarda yayınlanmıştı daha önce.)