Kırılgan bir hayret hepimizin ensesinde nefesini üflüyor. Oyunbozan bir cesarete hayran kalmışız, nerede görsek ayakta alkışlayacağız. Ölmüş vaatleri sürüklemenin hamalı olmuşken, yeniden ve yine diye diye kendimizi ayağa kaldırıyor, sabahlara varıyoruz. Yoksa biz ölümü hayatın önünde koşturuyoruz zaten.
Emrivaki tercihler önümüzde bir set gibi duruyor. O yüzden burası hayatevi, cezaevinin dışarısı, bir başka yerden farklı görünümü. Cevapsız mektuplar gibi her gün, uçurtma gibi her soru. Varmak istediğimiz yerlerin rüyası, varmaktan kaçtığımız yerlerin kâbusu olduk. Oysa yaşamak başka bir dilde, başka bir şekilde başlıyor.
Gerçekler ıslığa benzer, illaki birilerinin dudağına konuk olur. Mevsimler gibi değişen insan, hissettiği mevsimin hava durumuna göre yaşamını mümkün kılar. İhtiyaçlar, ihtiyatlar ve nereden geldiğini ihbar etmeler gırla yer edinir. Kaybetmek insana en yakın mesafede duruyor. Pusu değil bu, düello da değil, ahmak bir fikir de değil, şah damarı kadar her birimize yakın bir mesafede.
Kaldığımız yerden devam edemediğimiz için bunca yara kabuk bağlayamıyor. Vasatlığın tezahüratlar eşliğinde ciddi bir eşiği aşıp penceremize konmasını şaşırmadan izliyoruz. Alışkanlık en berbat ve en eski bir ısrardır, hayatta kalmak için tutamaktır da bazen.
Bir şeyler gelir, çatlamış sabır taşının nidasını uğuldar. Bağırmadan, çığlıklara başvurmadan gelir. Duymazdan gelen kulakları sağır eder, düşünmekten vazgeçen akla musallat olur. Yani görmeyene göz, duymayana işaret, susana rehber olur. İşte orada hatırlamanın ruhu, unutmama inadının Pandora kutusu açılır. Herkese kör bir cesaret, nakavt olmuş bir sessizlik payı düşer.
Mitlerden, masallardan tövbe eden her kulak, yerkürenin kalp atışlarına şahit olur. Kıyamettir, eski çağlardır, hepsi kendini devirip yarınlara müjde olur. Kimin nerede varsaydığı, kimlerin neyi planladığı lağvedilir. Bize bunlarla gelen yarınların sırlarına muhtacız. Nevri dönmüş her düş, bize bir manevra alanıdır.
Yine de o kadar gecikmedik. Vardığımız bu hengâme, bu yangın ve bu kader, yeniden yazılmak ve yeniden yaşanmak için. Yaşadıklarımıza suflör olduk, yapamadıklarımızın ardına düşüp ah çektik. Yok pişmanlık ya da vazgeçmek çünkü her birinin yükünü taşıyarak yokuşları aşındırıyoruz. Biz yaptıklarımızın isyanını bilmiyoruz.
Derler; her bir coğrafyada insan yaptıklarının cahilidir ve insan yaptıklarını unutmakla mükelleftir. Hayat yargıladı bizi ve bir yerlere, kahreden bir duygudurumuna tayin edip terk etti. Öyle sanıyoruz. Zaten biz yaptıklarımızı hatırlamamak, yapmak istediklerimizi unutamayarak varız.
İnsan anlattıklarına inanır. İnsan anlattıklarıyla aldanır ve alışır ve alay eder. Gösterişli bir seremoni, itibar kazanmış ama aslında hor görülmesi gereken bir tiradın açtığı düşünme şekliyle, hepsi beraber yürüyor. Ayık olmak lazım, ayrı durmak elzem. Ayartan çok enstrüman var, albenisi geçerli sayılan aldatılmalar var.
İnandıklarımızla tok, bilmek istediklerimize aç kalmak lazım. Izdırap geçmek için uğrar, umutlar avutmak için hayalet gibi dolaşır. Gerçeklere hayat, yarınlara eylem gerek. Çünkü yaşayarak öğrendik: Kapısını kırmadığımız her yalan, bizim anahtarımız olur.
Haftanın kitap önerisi: Hisham Matar, Dönüş – Babalar, Oğullar ve Aradaki Memleket / Çeviren: Yasemin Çongar, Siren Yayınları