Şebnem Korur Fincancı’ya
Akademi onu hapsetmeye çalışılan üniversitelerin duvarlarına sığmaz bir türlü. Ulus devletlerde akademinin gücünden yararlanmak için rejime uygun akademisyenler yetiştirilir, bu yetiştirilen sistem taraftarları üniversitelerde, son yıllarda olduğu gibi araştırma enstitülerinde konuşlatılır. Giderek bu kurumlar siyasi erkin güdümünde varlığını sürdürür. Ulusal ve uluslararası yapılanmalar, kararlar, kapitalizmin tarihselliğine eşlik ederek araştırma kurumlarını yeniden şekillendirir. (Bologna süreçleri, YÖK’ün kurulumu ve yapılanması, performans kriterleri vd.) Bu “performansı yüksek!” kişiler sözünü kurmak için sistemin yayın organlarında, keşif heyetlerinde, atandıkları rektörlüklerde sistemin sözünü ve “gücü”nü uygulamaya sokarlar.
Sadece güçlü olanlara dokunamazlar. Ne yaparlarsa yapsınlar onlar; gücünü gerçeklerden, biriktirdiklerinden alan, yaşamın özgürlüğü için araştıran, örgütlenen, söz kuranlar ister ağır cezalarda akıl almaz cezalarda yargılansınlar, ister KHK’larla, basıyla, sözleşmeleri feshedilerek, soruşturmalarla vd. yöntemlerle zorla üniversiteden, onun kurumsal kimliğinden, laboratuvarlarından, öğrencilerinden uzaklaştırılsın onlar hiç korkmazlar. Araştırmaya, gerçekleri saptamaya, saptadıklarını yaymaya, sözünü, bildiklerini, gerçekleri söylemeye, örgütlenmeye, örgütleri ile birlikte sistemle mücadele etmeye, gidişatı değiştirmek için politika üretmeye devam ederler. Vardırlar, sistem için korkutucudurlar, gerçekleri ortaya çıkarmak için sistemin kurumsal yapılarının dört duvarına sığmazlar.
Bu satırları yazarken sanmayınız ki bilgiçlik taslıyorum, tanık olduğum, yaşadığım, içinden geçtiğim akademiyi, dönüşümünü, buna karşı verdiğimiz mücadelelerden edinimlerimi bu birkaç satıra sığdırmaya çalışıyorum.
Sisteme uygun bir kimlikte değilseniz, ki bunun gücünü araştırmalar(ınız)dan, gerçeklerden, bunların sizde biriktirdiklerinden, öğretilerden ve tüm bunların sizi taşıdığı öngörüden alırsınız. Ve giderek aklınız sistemin sizi hapsetmeye çalıştığı zırha sığmaz olur.
Gerçekler, doğmaları da faşizmin tüm kalıplarını, kurallarını da hiçleştirir. Korkunun anlamsızlığı bu yüzdendir. Giderek daha çok sorumluluk hissedersiniz öngördüklerinizi toplumla, halklarla paylaşmak için.
Her yaptığımız, her sözümüz, yapmak istediğimiz/yaptığımız her araştırma; sistem ve onun yürütücüsü siyasi iktidar için korkutucudur. Bizler gerçeğin tarafında olanlar, bir diğer deyişle sistemin yapmak istediklerini açığa çıkanlar, kararlılıkla sitemin düzenlemelerine karşı durmayı, sistemi özgürlüklere doğru evirecek politik tutumu sürdürürüz. Devlet ise o kocaman yapısına rağmen korkan, saldıran taraftır karşımızda.
Korktukları gerçeklerdir, korktukları gerçekleri açığa çıkaranlardır. Korktukları kendi yapmak istediklerinin ortaya çıkmasıdır.
Bildiğinizden her zamanki gibi çok eminim, aynı zaman diliminde ve aynı ülkede yaşıyoruz çünkü. Neredeyse her gün söz söylemekten, eylemekten, yazmaktan korkmayanların gözaltına alınışına tanıklık ediyoruz. Gene hepimiz biliyoruz ki özgürlüğünden koparılan sadece gözaltına alınan/ tutuklananlar değil hepimiziz aslında. Siyasi erk canı isterse ya da canının istediğini tutuklamaktan günlerce, aylarca, yıllarca cezaevlerine tıkmaktan vazgeçmez, yaptıklarını örtmek için giderek her gün bu müdahaleleri sürdürmekte. Alıkoyduklarını sağlıksızlığa, amansız hastalıklara doğru gün gün sürüklüyor. Bu öç alışı stratejik olarak sürdüren, her an yeni bir yasak kararını “yasal”laştıran siyasi iktidar, devletin tüm güçleri ile giderek yöntemlerini şiddetlendiriyor. Faşizm korkuyu kurumsallaştırır. Şiddeti büyütür. Öyle de yapıyorlar. Korktuğu yüreklerden, akıllardan; yasakları ile faşist yöntemleri ile öç almaya devam ediyorlar.
Bizler; bu sürece karşı mücadele etmekten, koyduğu yasaklara rağmen gerçekleri, bildiklerimizi, gördüklerimizi söylemekten, yazmaktan, devletin o çok korktuğu emek-ekoloji-demokrasi örgütleri içinde örgütlü olmaktan korkmuyoruz.
Gerçekleri açığa çıkaran bizlere, kadınlara, araştırmacılara, özgür yaşam için politik tutum alanları sistemin saldırıları etkilemez.
Bu topraklarda özgürlük mücadelesi verenlerin gücüne bakan herkes bunu oldukça iyi bilir.
Şebnem Korur Fincancı, Şebnem’den oluşmuyor. Araştırmacı, insan hakları için yıllardır gerçekleri açığa çıkaran, savunan bir kadın bilimci, kadın politikacı, son başkanlığını yürüttüğü demokratik meslek örgütü TTB’nin sözünü, mücadelesini, politik tutumunu yansıtan sözcü.
Kimyasal silah kullanmak insanlık suçudur açıklamalarının ardından siyasi iktidar tarafından linç ve karalama kampanyasına tabi tutulan Fincancı gözaltında yolladığı, Sevgili Yol arkadaşlarım diye başlayan, “…Bu gerçek dışı süreci… dayanışma ile aşacağımızı biliyorum” diye süren mesajında gözaltına alınma nedeni sözü ve gerçeği hakkında “bilimsel görüş sürecini aktaracaktım, bu süreç bitince delillendirmeyi birlikte konuşalım” derken kararlılığı, gerçeklere dayalı saptamalarını aktarmaktan vazgeçmeyeceğini bir kez daha belirtiyor.
Bizler de siyasi iktidar da biliyor ki gerçekler, bunu açığa çıkaranları, insan hakları savunucularını, araştırmacıları, basın emekçilerini, siyasetçileri, halkları baskı altına alıp susturmakla yok edilemez. Öldürme yetkisi kimsede, hiçbir güçte olamayacağı gibi kimyasal silahla yok etmek, yaşamlara son vermek devletler için de bu süreci işleten yetkililer için de insanlık suçudur.
Şebnem Korur Fincancı’yla son buluşmalarımızdan birinde; Nisan 2022’de Diyarbakır’da, TTB Kadın Hekimleri ile birlikte yaptığımız “Ekolojik Kriz, Kadın ve Kadın Sağlığı” temalı konferansın sonuç metninden bir cümle ile sözümü sonlamak istiyorum.
“…yıkımları yorumlamanın yeterli olmadığını, bunlara neden olan sistemi değiştirmenin önemli olduğunu düşünüyoruz…”