Baskı ve otoriterleşmenin arttığı bir süreçte Cumhuriyetin ilan edilişinin 99’uncu yıl dönümü gelirken PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın her görüşmede dile getirdiği ‘Demokratik Cumhuriyet’ tezi önemini koruyor
Osmanlı Devleti’nin mirası üzerine kurulu Cumhuriyetin 99’ıncı yıl dönümü gelirken Anadolu’da 1920’lerin başlarında verilen Türk-Kürt Ulusal Kurtuluş Savaşı’nda elde edilen zafer sonrasında Osmanlı devlet enkazı üzerinde Misak-ı Milli çerçevesinde demokratik cumhuriyet şansı doğdu. 1919’daki Amasya Tamimi ile Erzurum ve Sivas kongrelerinde bu yönde temel adımlar da atıldı.
1920’de açılan Meclis ilk Anayasası’nda (1921 Anayasası) kurulacak rejimin demokratik nitelikleri açıkça yansıtıldı. Kürtlere ilişkin 10 Şubat 1922 tarihli Kürt Özerklik Yasası da ezici çoğunlukla kabul edildi. Mustafa Kemal, 1924 başlarında düzenlediği İzmit Basın Konferansında, Kürtler için çözüm modeli olarak sınırlara dayanmayan en geniş muhtariyetten (özerklik) bahsetti. Misak-ı Milli kapsamında olan bugünkü Federe Kürdistan Bölgesi üzerinde İngilizlerle varılan uzlaşma sürecinde, Kürtlere yönelik en tehlikeli komplo sürecine de adım atıldı. İngilizlerin Mustafa Kemal’e dayattığı “ya Cumhuriyet ya Musul-Kerkük” ikilemi, bu komplonun temelindeki politik girişim oldu. Sonuç olarak Musul-Kerkük’ün İngilizlere bırakılmasına karşılık Türkiye Cumhuriyeti’nin payına düşen Kürdistan’ın inkârı ve imhası oldu. Bu ikilem Cumhuriyet’i hızla tek parti diktatörlüğünün kılıfı haline getirdi. 15 Şubat 1925’te Şeyh Said’e düzenlenen komployla Kürtlerin ipi de çekildi. Böylece Cumhuriyet’in demokratik inşa şansı da ortadan kaldırılmış oldu. Ve sadece klasik bir isim olarak kalan “Cumhuriyet”, demokratikleştirilemedi ve bugün AKP hegemonyasında yüzüncü yılını karşılıyor.
Teklik üzerine kurulu Cumhuriyet’e karşı ise AKP-MHP iktidarı tarafından ağır tecrit altında tutulan PKK Lideri Abdullah Öcalan her fırsatta “Demokratik Cumhuriyet” tezini ortaya koyarak çıkışın yolunu gösterdi.
Toplumsal barışın yegâne yolu
Cumhuriyet’in önünde bulunan kavşakta beliren ikinci yolun, Ulusal Kurtuluş Savaşı’nda yaşanan demokratik birlikteliğin tekrar Cumhuriyet’in temeli yapılarak yürünmesi gereken yol olduğunu belirten Abdullah Öcalan, şu değerlendirmelerde bulundu: “Cumhuriyet’i cumhuriyet yapan, 1919-1922 yılları arasındaki ulusal demokratik savaş ittifakıdır. Anti-hegemonik yönü de olan bu ittifakın reddi, demokratik cumhuriyet şansının kaybedilmesi ve yerine komplocu, proto-faşist ve Gladiocu darbe ve çete iktidarlarının kurulmasıyla sonuçlanmıştır. Defalarca denenip başarısızlığı kanıtlanan bu yolun, Cumhuriyet’in gerçek yolu olamayacağı açıktır. Daha başlangıçta içine girilmesi gereken demokratik cumhuriyet yolu, önümüzdeki aşamada toplumsal barışın ve sorunların çözümünün yegâne yoludur. AKP ve hükümeti için son şans olan bu yolda, KCK bir engel değil çözüm fırsatıdır.”
Demokrasi için mücadele şart
24 yıldır ağır tecrit altında olan Abdullah Öcalan, İmralı Adası’nda da bu tezini geliştirerek sürdürdü. 9 Eylül 1999’da yaptığı avukat görüşmesinde Demokratik Cumhuriyet Hareketi kurulması önerisinde bulunan PKK Lideri, “Demokratik anayasa hareketi, demokratik cumhuriyet hareketi olabilir. Son 30 yıllık çalışmaların ana fikri böyledir. Ayrılıkçılığı körükleyecek MHP türü milliyetçilikten uzaklaşılmalıdır. Dar milliyetçilik tehlikelidir. Cumhuriyeti yıkmıyoruz, cumhuriyeti demokratikleştireceğiz diyeceğiz. Bunun kutsallığı burada. Demokrasi savaşçılığı çok zordur. Yüreğiniz fazla derin çarpmıyor. Demokrasi için bir saat ayakta kalmak önemlidir. Benim bir günüm bile çok kutsal ve zorlu. Tek başıma dayanmaya, bunları kavratmaya çalışıyorum. Demokrasi savaşının nasıl yürütüldüğünü bilmelisiniz. 24 saatinizi vererek, demokratik çalışmayı yapacaksınız. Bir somun ekmeğe, 24 saat demokrasi için mücadele edeceksiniz” dedi.
Bir mozaik olmak gerekir
PKK Lideri, 28 Ekim 1999’da cumhuriyetin 76’ncı kuruluş yıldönümüne ilişkin şu değerlendirmelerde bulundu: “Türkiye, devrimci-demokratik cumhuriyete dönüşüyor. Ben de bunun mücadelesini verdim. Biz cumhuriyetin özüne karşı değiliz. Türkiye’nin aydın devrimci güçleri de Türkiye’nin oligarşik cumhuriyetine karşı çıkmışlar. Devrimci gençler bunu kabul etmemişlerdi. Oligarşik cumhuriyette yerimiz yoktur. Çıkış, devrimci-demokratik cumhuriyetin yeniden inşasını sağlayacak anayasasının kurulmasıdır. ‘70’lerin dili ne kadar şiddet ise, ‘96 sonrasının dili de o kadar demokratik evrim dili olmak zorundadır. Kürt olayı da kesinlikle burada çözümünü bulmalıdır. Kürtler, devletin asli bir kurucu öğesi olarak yeni demokratik cumhuriyet içinde yerini almalıdır. Türkiye bu yol ayrımındadır. Türk-Kürt ayrımı da olmamalı. Türkiye ile bütünleşme esas alınmalı. Demokratik siyaseti başarıya götürmenin yolu budur. Farklılıklar ortaya çıkmıştır. Farklılıkların bütünleştirilmesidir bu. Bir mozaik gibi bütünleştirmek önemlidir. Bütün güçlerin Demokratik Cumhuriyet Projesine çekilmesi gerekir. Mesele bir mozaik gibi birleşmektir.”
Devletten demokrasi gelmez
Abdullah Öcalan, 21 Haziran 2000 tarihli avukat görüşmesinde, Demokratik Cumhuriyet ile Türkiye’ye demokratik anayasal yurttaşlığın getirileceğini belirterek, “Demokratik anayasal yurttaşlık geliştirilmeden, Kürt meselesi çözülmez. Kolektif haklar Türkiye’de şuan yürümez. İşte burada çözüm için yaratıcılık gerekir. Burada bir sıkışıklık olur, ama siyaset yapanların bunu aşması gerekir. Çözüm halkla olur. Halkın demokratik iradesini ortaya koymak gerekir. Eksik olan budur. Bunun için ciddi, sabırlı, inatçı, bir çaba gerekir. Yoksa demokrasi değil, demokrasinin demagogları kazanır. Başka partilerde de var, demokrasi okulları kurulmalı. İnsan eğitmek gerekir. Demokrasi tabandan kazanılır. Demokrasi devletten gelmez” diye konuştu.
Cesaretle ortaya koymak gerek
Türkiye’nin temel sorununun “demokratik devlet”, “demokratik siyaset”, “demokratik toplum” olduğuna işaret eden Abdullah Öcalan, 30 Ağustos 2000 tarihli avukat görüşmesinde, “Cumhurbaşkanının şu an en çok tartışılan pozisyonda olmasının sebebi demokratikleşme süreci ile bağlantılıdır. Toplumun yüzde yetmişi demokratikleşmeden yana tavır koyuyor. Türkiye’de siyasi partiler de bu süreci yaşamak zorundalar. Siyasi partiler sanıldığı gibi demokrat değiller. Demokratikleşmeyi Kürtler de yaşayacak. Cumhuriyetle demokratik bütünleşme stratejisi demiştim. Bu önemlidir. Bu, stratejidir. Bunun taktikleri var. Toplumun demokratik kurtuluşu, toplumun bu temelde örgütlenmesi ve açık siyaset yapması, barış tarzını çok açık ortaya koyması, bütünleşme olayının net ve gönülden yapılması, dış güçlere bel bağlamama, bizzat kendi toplumunu ve devletin demokratikleşmesini esas alma, Avrupa’ya dayanma yerine bizzat kendi toplumunu demokratik örgütlülüğe tabi tutma ve bunu demokratik devletle uzlaştırma: Demokratik uzlaşma dediğim işte budur. Demokratik uzlaşmayı devlet de reddedemez. Demokratik bütünleşme tek çıkış yoludur. Ama ilkel milliyetçiler bunu görmek istemezler. Çünkü varlık sebepleri ortadan kalkar. O yüzden saman altında su yürütmeyi tercih ederler.
Ben siyasi mücadeleyi ve savaşı derinliğine yaşamış biri olarak bunları söylüyorum. Demokratik siyaset sanıldığı gibi kolay değildir. Ben bunu burada kolay geliştirmedim. Demokratik siyaset yürütüyorum. Demokratik siyaset büyük inanç, çaba ve emek ister. Masa başında kazanılmaz. Halkın içinde olmak gerekir. Bu halkı Demokratik Cumhuriyet’e doğru temelde bağlamak, devleti demokratikleştirmek, toplumu demokratikleştirmek ve uzlaşmak gerekir. Bunun başka yolu yoktur. Bunu cesaretle ortaya koymak gerekir. Bu, devlete yamanmak değil, devletle demokratik uzlaşmadır.”
Olanlardan oligarşik düzen sorumlu
PKK Lideri, 1 Kasım 2000 tarihli avukat görüşmesinde de Demokratik Cumhuriyet’e dair önemli değerlendirmelerde bulundu: “Bugünkü zorbalık ve yolsuzluktan oligarşik düzen sorumludur. Günümüzde artık demokrasi ve Demokratik Cumhuriyet şiarı, yaşam için olmazsa olmaz kabilinden bir şarttır. Bir kez daha bir demokratik ruh ve ittifak gücü olarak doğudan yükselen ve tıpkı Kuvayı Milliye döneminde olduğu gibi demokrasi ruhu temelinde batıyla bütünleşerek, demokratik ve laik cumhuriyeti gerçekleştirmede üzerimize düşen tarih görevi yerine getireceğimize dair inancımı belirtirim. Bu temelde şimdiye kadar eksiği ve yanlışı olanların herhangi bir küskünlüğe kapılmadan, devletten tutalım toplumun çeşitli kesimlerine kadar, ne kadar haksızlığa uğramışlar olsalar da, eksikliklerini demokratik barışçı bir tarzda aşmaya hazır olduğunuza inanıyorum.”
Halkların yararına bir proje
Abdullah Öcalan, 2 Mayıs 2007’de avukatlarıyla yaptığı görüşmede, demokrasinin cumhuriyetle çelişmeyeceğini, cumhuriyetin demokrasinin devlet biçimi olduğunun altını çizdi. Abdullah Öcalan, demokrasi olmadan cumhuriyetin sorunlarını da çözemeyeceğini, devamlılık da arz etmeyeceği uyarısında bulundu. Çözüm için Demokratik Cumhuriyet düşüncesini benimsediğini sık sık dile getiren Abdullah Öcalan, 8 Ağustos 2007 tarihli görüşmede de, “Demokratik Cumhuriyet bir projedir, büyük bir projedir. Kürtlerin ve devletin yararına olan bir projedir. Hatta bu Ortadoğu’da yaşayan diğer halkların da yararına olan, onların da yararlanabileceği bir projedir” diye belirtti.
Abdullah Öcalan, 30 Aralık 2009’da ortak ilkeler üzerinde durarak, şunları söyledi: “Birincisi Demokratik Cumhuriyet’tir. Bundan kastım, devletin demokratikleştirilmesidir. İkinci ilke; Demokratik Vatan’dır. Ben daha önce ortak vatan diye niteliyordum, bundan kastım bu bütün ülke toprağıdır. Vatan gene ortaktır ama herkesin bu topraklarda farklı ulusların, etnisitelerin yaşadığı gerçeğinin görülebilmesi için Demokratik Vatan diyorum. Üçüncü ilke Demokratik Ulus’tur. İyi anlaşılması için, hatırlayabilmeniz için her birinin başına demokratik kavramını getiriyorum. Demokratik Cumhuriyet biliniyor, Demokratik Vatan, ortak vatan toprağıdır, sınırlarla uğraşmıyoruz ama demokratik bir biçimde ifade edilmeli. Demokratik Ulus kavramı, ulusun demokratikleşmesi, burada söylemek istediğim aslında çoklu ulustur. Sadece Kürtler, Türkler değil, farklı etnisiteler, azınlıklar var, tümünü kapsayan çoklu kültür, çoklu kimlik, çoklu ulus, bunların bileşimine, bunların tümüne demokratik ulus diyebiliriz. Herkesin içinde yer alabileceği ortak ilkeleri koydum.”
Üçüncü yol Demokratik Cumhuriyet
Türkiye’de demokratik çözümü geliştirme ısrarını sürdüren Abdullah Öcalan, avukatlarıyla 17 Şubat 2010’da yaptığı görüşmede, “Türkiye’de iki hegemonya var. Birinci hegemonya İttihat Terakki hegemonyasıdır. Ulusalcı-milliyetçi güçlerin temsil ettiği İttihat Terakki hegemonyasıdır. Bu hegemonya 80-90 yıldır varlığını sürdürmektedir. İkinci hegemonya ise Türk-İslam sentezli hegemonyadır. Bu hegemonyanın temsilini ise AKP şu anda yapmaktadır. Bizim bu iki hegemonya karşısında geliştirdiğimiz üçüncü yol ise demokratik çözüm yoludur. İşte Demokratik Cumhuriyet dediğim budur. Bizim demokratik çözüm anlayışımızda üç ilke var. Birincisi demokratik ulus, ikincisi demokratik vatan, üçüncüsü demokratik cumhuriyettir. Demokratik ulus, hiç bir ulusun başka bir ulusa tahakküm kurmadığı, üstünde olmadığı, zorla asimile etmediği ulus anlayışıdır. Burada demokratik ulusta zorunlu asimilasyon yoktur, gönüllü asimilasyon vardır. Halklar, kültürler birbirleriyle gönüllü bir şekilde ilişki kurarlar, iç içe geçerler, birbirlerini yok etmezler, birbirlerinin yaşamsal varlıklarına saygılı karşılıklı birbirlerini beslerler. Demokratik ülke veya demokratik vatanda ise sınırlara takılmadan, herhangi bir sınır problemi yaratmaksızın birlikte yaşama vardır. Demokratik Cumhuriyet ile bu tamamlanır. Bu anlayışımız Ortadoğu’nun demokratikleşmesi için de geçerlidir” değerlendirmesinde bulundu.
‘Yaşamı savunuyorum’
“Ölümü değil, yaşamı savunuyorum” diyen Abdullah Öcalan, 9 Haziran 2010 tarihli avukat görüşmesinde şu uyarılarda bulundu: “Demokratik cumhuriyet, demokratik ulus, demokratik vatan, demokratik anayasa demiştim. Benim tercihim kan akmadan demokratik anayasal çözümdür. Eninde sonunda, çok kan dökülse de gelinecek nokta çözümdür, çözüm galebe çalacaktır. Bu kadar acı çekmeden, bu kadar kan dökülmeden, çözümün sağlanması için çabalıyorum.”
Kaynak: MA / Özgür Paksoy