Siyasal suç kavramının tarihi çok eskiye, devletin ortaya çıkışına kadar gidiyor. Devlet belirli bir sınıfın ve siyasal düzenin temel kurumu olduğu için tarihin her evresinde siyasal suçlar ve bu suçlara karşı hukuki yaptırımlar olageldi. Fransız devriminden sonra devlet ve toplum ilişkilerindeki değişiklikler ile burjuva devlet aleyhine işlenen suçlar, suçun objesine göre sistemleştirildi. Burjuvazinin siyasal egemenliğinin ortaya çıkmasını belirleyen kapitalist ekonomi ve siyaset tarzı kendi karşıtını da yarattı: Kapitalist gelişme süreci içinde işçi sınıfının fiili tepkileri ve giderek siyasi örgütlenmeleri ortaya çıktı.
19. yüzyılın ortalarından itibaren işçi sınıfı belirli yer ve ölçülerde ortak bir ideoloji etrafında toplanmaya başladı. 1871’de Komün Hareketi’nin ortaya çıkması bu süreçte gerçekleşti. Komün’den sonra burjuvaziye karşı siyasal örgütlenmelerin çoğalması, burjuva devletin fonksiyonlarının da değişmesine yol açtı. Burjuvazi sınıf çıkarlarını koruma refleksiyle yeni yasalar çıkararak devleti tahkim etti. 1880’lerden itibaren tüm siyasal suçlar anarşizm sayıldı. Burjuvazinin sağlam iktidarlarının olduğu İngiltere, Almanya, Avusturya, Belçika, Fransa ve İtalya’da peş peşe anarşist eylemleri ve propagandaları yasaklayan kanunlar çıkarıldı.
20. yüzyılın başından itibaren işçi sınıfının devrimci eylemleri ve devrimler dönemi başladı. Bu dönemde siyasal suçlar, “anarşistlik, tedhişçilik ve vatana ihanet” gibi yeni kavramlarla genişletilerek idam ve kurşuna dizme cezaları getirildi. Savaş sonrası İtalya’da ve Almanya’da siyasal suçlara karşı yaptırımları soykırıma kadar vardıran faşizm iktidara geldi. İtalya’da 1930’da devleti etik bir şahsiyet olarak tanımlayan ve suçu kişileştiren “Devletin Şahsiyeti Aleyhine Suçlar Kanunu”, Avrupa’da yeni bir hukuk sistemi yarattı. Salt devleti yücelten ve iktidarı olağanüstü rejim standartları ile koruyan bu faşist hukuk ilkeleri, Türkiye dahil birçok devletin ceza yasalarına model oldu.
Hukuk, bir toplumda düzenin sağlanması ve devletin yaptırım gücüne dayanan kurallar bütünüdür. Ancak hukuk doktrininde siyasal suçun tam, doğru ve açık bir tanımı yok. Şu ya da bu şekilde kendisini demokratik olarak tanımlayan devletler ve siyasal iktidarlar somut olarak bir siyasi suç tanımı yapmıyor/yapamıyor. Sadece totaliter devletlerin hukuki mevzuatlarında siyasal suç tanımı var. Türkiye gibi bazı devletlerin kanunlarında ise “devletin ve milletin bölünmez bütünlüğüne” göre oluşturulan siyasal suç listeleri var. Bu nedenle Türkiye’de ideolojik ve siyasal mücadeleler, daha geniş anlamda halkın, kitlelerin, işçi ve emekçilerin ve hatta tüm insanları ilgilendiren bir insan hakları sorunu oluşturuyor.
Türkiye adeta bir cezaevleri ülkesi haline geldi. Yargı bağımsızlığını yitirdi ve tabir yerindeyse adalet sistemi çöktü. Artık kuvvetler ayrılığı yok. Söz, yazı ve ifade hürriyeti ortadan kalkmış durumda. Adalet Bakanlığı verilerine göre, ceza ve tutukevlerinde 194.402 hükümlü, 59. 131 tutuklu olmak üzere toplam, 253.535 kişi var. Bunun, 38 bin 470’i Gülen Cemaati’nden, 10 bin 79’u PKK’den, bin 354’ü IŞİD’in tutuklu ve hükümlüsü. Yani kaba bir hesapla cezaevlerinde 50 bin siyasal tutuklu ve hükümlü bulunuyor. Mevcut 449 cezaevinin toplam kapasitesi ise 211.274 kişi. Buna göre yaklaşık 40 bin kişi koğuşlarda ranzalarda ikişer kişi veya yerlerde yatıyor. Yaklaşık 600 bine yakın kişi de dışarıda denetimli serbestlikle yaşıyor. Erdoğan iktidarı bir yandan katlanarak devam eden tutuklu ve hükümlüler için 2023 yılına kadar 228 yeni cezaevi inşa etmeyi planlarken, bir yandan da cezaevlerinde yer boşaltmak için infaz yasasında yeni düzenlemeler yaparak sadece adli tutuklu ve hükümlülerin yararlanacağı şartlı salıverme imkanları arıyor. MHP’nin meclis başkanlığına sunduğu infaz yasasındaki düzenlemenin amacı budur.
Ancak asıl sorun, cezaevindeki siyasal tutuklu ve hükümlülerin salıverilmesidir. Dünyanın hiçbir yerinde siyasal tutuklular ömürlerinin sonuna kadar cezaevinde kalmaz. Cumhuriyet döneminin en uzun süreli ve en çok siyasi tutuklu ve hükümlüsünün cezaevlerinde olduğu bir dönem yaşıyoruz. Bu nedenle genel af için bir kampanya başlatılmalı. Siyasal suçlara getirilecek af, bir atıfet/lütuf değil, gasp edilen demokratik hak ve özgürlüklerin iadesidir. Bu nedenle genel affı sadece istemekle kalmayıp, onun için mücadele etmeliyiz. Bu mücadelenin aynı zamanda sisteme/düzene karşı hakhukuk- adalet mücadelesi olduğunu unutmamalıyız.