Cengiz Aytmatov’un “Gün Olur Asra Bedel”inde popülerleştirdiği bir arketip, “mankurt”… Kırgız yazar Aytmatov’un 1980’de Rusça kaleme aldığı roman İngilizce’ye 1983’te çevrilmişti. Türkçe’ye çevrilmesi 2020’yi buldu. Ama “mankurtluk”, “yerlilik-millilik” seferberliği kapsamında, muhalefeti “düşmanlaştırma” taktiğinin çeşitlemeleri arasında Türkçe siyasal literatüre 2015’te Erdoğan üzerinden sokulmuştu bile.Erdoğan, “mankurt” derken Almanya Başbakanı Angela Merkel’in 15 Ekim 2015’teki Türkiye ziyaretini eleştiren bir grup aydını hedef alıyordu. 1 Kasım “sopalı seçimleri” sürecinde, Kürtlere karşı topyekûn savaşın yeniden başlatıldığı, muhafazakâr Kürtlerin “yurtseverliğe” meylettikleri için sopadan geçirildikleri bir dönemde Avrupa sermayesi ağırlığını Erdoğan’dan yana koyuyordu. Kendisi Avrupa sermayesiyle bir “Müslüman esir ticareti” anlaşması imzalayan Erdoğan, Merkel’in gezisini eleştiren aydınları, “mankurt” diye karalıyordu.
Aytmatov’un ayrıntılarıyla aktardığı söylenceye göre “mankurt” bir Kırgız savaş esiridir. Hasımları Juan-Juanlar, esir aldıkları Kırgızları, ancak en güçlü ve en dayanıklılarının sağ çıkabildiği ama sağ kalanların zihinsel melekelerinin, kültür, ahlak ve geleneklerinin hepsini yitirdikleri uzun işkencelerden geçirirlermiş. “Gün Olur Asra Bedel”de anlatıldığına göre, “Tutsak acılar içinde kıvranarak ölmemişse, hafızasını tamamen yitirir, ölünceye kadar geçmişini hatırlamayan bir mankurt, yani geçmişini bilmeyen bir köle olurmuş. […] Bir mankurt kim olduğunu, hangi soydan, hangi kabileden geldiğini, anasını, babasını, çocukluğunu bilmezmiş. İnsan olduğunun bile farkında değilmiş. Bilinci, benliği olmadığı için, efendisine büyük avantaj sağlarmış […]”
Erdoğan’ın 2015’te Aytmatov’un yapıtını şahsen okumuş olması söz konusu değil elbette -hem o tarihte kitap henüz Türkçe’ye çevrilmediği, hem de kendisinin kitap okumak diye bir adeti ve alışkanlığı olmadığı için. İkincisini kendisi anlatmıştı, bu “meziyetiyle” övünürken: “Kitap okumaya vakit bulamıyorum. Arkadaşlarım bana kitap özeti getiriyor. Arkadaşlar [kitap özetlerini] tespit ediyor…”
Bu, “arkadaşlar tespit ediyor” bahsi ayrıca önemli… “Ete kemiğe bürünmüş”, kişileşmiş rejim olarak Erdoğan’ın en önemli işlevlerinden biri, kulağı ağzından çıkanı duyuyor olsun olmasın, kendi dediğine aklı şahsen ersin ermesin, rejim propagandacılarının dolaşıma sokulmasına gerek gördükleri kavram ve söylemlerin, hatta rivayet ve dedikoduların siyasal gündeme takdim mecrası olması. “Mankurt” da işte böyle girmişti güncel siyasal söyleme. Tıpkı daha önceleri, örneğin 2013 Paris Katliamı’nı tevil için “örgüt içi çatışma”, ya da daha sonraları, Akdeniz’deki korsanlık faaliyetlerini meşrulaştırmak üzere “Mavi Vatan” veya internet kontrolüne kılıf geçirmek için uydurulan “Siber Vatan” kavramlarının siyasal söyleme Erdoğan tarafından sokulmuş olması gibi. Bu kavram ya da tabirlerin hiçbirine Erbakan’ın MSP’sinde ya da AKP’nin kuruluş belgelerinde rastlanmaz: Hiçbirinin evveli yok. Doğrusu, artık “AKP’nin söylemi” diye bir şey de yok. “AKP Sözcüsü” denilen kişinin kendisine ait bir üslubu ve dili, bakanların kendi fikirleri yok. Geçmişte AKP ve Erdoğan’ı “irşad eden” kişiler yok, uzun süren suç ortaklığı döneminde Fethullah Gülen cemaatinden ödünç alınan kadrolar da yok.
AKP iktidarı “Cumhurbaşkanlığı rejimi”ne dönüşürken, Erdoğan 15 Temmuz badiresinde, kendi kurduğu oyunun altında kalmaktan kendisini ancak MHP ve Ergenekon’un kollarına atarak kurtuldu. İktidarı Kürtlerle paylaşma kabusundan, bir Ergenekon imalatı olan “Çöktürme Harekât Planı”na iltica ederek uyandı. Cemaatten boşalan kadroları MHP ve Ergenekon’un hazır güçleri doldurdu. “Kadrolar” kendileriyle birlikte “dosyalar”ını, “planlar”ını, “projeksiyonlar”ını da getirip Erdoğan’ın önüne koydular.
O yüzden, Erdoğan’ın geçtiğimiz hafta, döne dolaşa sonunda AKP’ye iltica eden Ergenekon “sanığı” emekli teğmen Çelebi’yi “kabul töreni”nde lafı üremeye getirip “bu işin kariyeri çocuk doğurmaktır. Çocuk çok önemli. Allah’tan isteyelim, devam. PKK’nın 5 tane, 10 tane, 15 tane var” derken, “Erbakan Hoca”sını deviren 28 Şubat’ın Kürt düşmanı “nüfus stratejileri”ni bir “mankurt” gibi yinelemesi boşuna değildi.
28 Şubat’a iki ay kala MGK’ye getirilen 12 Aralık 1996 tarihli Kürt Raporu şöyle diyordu: “[…] Kürt nüfusu 2010 yılında toplam nüfusun yüzde 40’ına, 2025’te yüzde 50’sinin üzerine çıkma eğiliminde. Nüfus artışı, Kürt milliyetçiliğinin içte ve dışta canlı tutulmasıyla birlikte düşünüldüğünde, parlamentoya da yansıyarak uzun vadede Türkiye için vahim bir tehdit oluşturabilir. Bunun için bölgede nüfus planlaması seferberliği elzemdir […]”
Muhafazakâr Kürtler, bir zamanlar kendilerinden saydıkları Erdoğan’ın “Kürt Sorunu”nu “din kardeşliği” temelinde çözeceği hayaline kendilerini inandırmak için pek çok neden bulmuşlar, onun liderliğinin bir “kardeşlik” döneminin kapısını açacağı umuduna bağlanmışlardı. Ama Erdoğan tıpkı 2014’te “Kobanê düştü düşüyor” diye haykırırken yaptığı gibi bütün muhafazakâr hayalleri iki cümleyle ortadan kaldırdı. Siyasal İslam, Türk devletini ele geçirmek üzere kat ettiği uzun yolda kendisi Türklük ve Türkçülük tarafından ele geçirilmiş, Erdoğan ve AKP “mankurtlaşmış”, siyasal İslam Kürdü, Türk ve Türkiye için “tehdit” olarak gören ırkçı bir devletçilik kalıbı içinde yeniden vücut bulmuştur.
Artık gerçeklere uyanmak zamanıdır: Eski devletin kalıbı içinde de, ondan önceki devletin kalıbı içinde de yeni bir hayat imkansızdır.