HPG, aylardır, Başur Kürdistan’da devam eden savaşta Türk ordusunun kimyasal silahlar kullandığını söylüyor fakat bu konu bir türlü istenen düzeyde gündeme girmiyordu. Bunda Kürt tarafının çabasının yetersizliği kadar AKP-MHP iktidarının ortakları KDP eliyle yürüttükleri engelleyici faaliyetlerin de etkisi büyüktü. HPG her açıklamasında kimyasal silah saldırılarına vurgu yapıp, bu kapsamda veriler sunsa da özellikle iktidar cephesinden herhangi bir açıklama gelmiyordu. Bu konuyu sessizlikle geçiştirme temel politika olarak benimsenmiş gibiydi.
Ne zamanki, HPG, kimyasal silah saldırılarında yaşamını yitiren gerillaların görüntülerini yayınladı ve buna karşı Kürt halkında ciddi bir öfke patlaması açığa çıktı, işte o vakit, Türk devlet yetkilileri de konuşmak durumunda kaldılar. Önce AKP Sözcüsü konuştu, bu yetmedi, Savunma Bakanı konuştu, Bakanlık resmî açıklama yaptı, Cumhurbaşkanı Sözcüsü konuştu, o da yetmedi Erdoğan konuşmaya başladı. Bunlar da yetmedi araya ‘devletin partisi CHP’ girdi, onlar da konuştu. Ve beklendiği üzere hepsinin de söyledikleri aynıydı: Böyle bir şey yoktu!
Fakat yapılan açıklamalardan, kullanılan dilden anlaşıldı ki, bu görüntüler AKP-MHP iktidarını ciddi manada panikletti. Erdoğan ilk açıklamasında ‘ilgili arkadaşlarıma da söyledim ve Hulusi paşa ile de bunu tekrar tekrar konuştuk, arkadaşlar hemen süratle davaları açtılar’ dedi. Tabi ki, Erdoğan, Akar ile ‘tekrar tekrar’ neyi konuştuğunu, neden ‘hemen süratle’ bu konunun üzerinde durduğunu söylemedi. Ona göre ‘orduya saldırılar oluyordu ve kendisi ön alıyordu’, lakin bu konu aylardır zaten gündemdeydi. Ne oldu da Erdoğan, Akar ile defalarca konuşmak zorunda kaldı ve acilen üzerinde durun dedi. Asıl merak konusu, bu noktadır.
Belli ki, yayınlanan görüntüler artık mızrağın çuvala sığmadığını, Erdoğan ve beraberindekiler için de tehlike çanlarının çaldığını gösterir biçimdeydi. Ki, iktidar bunun önünü almak için tedbirlere yöneldi. AKP ve MHP sözcülerinden başlayarak Savunma Bakanı ve en son Bahçeli-Erdoğan’a kadar yapılan beylik konuşmaların başkaca da bir açıklaması yoktu. Oluşan gündemi değiştirmek, konuşulmasını engellemek temel politika olarak belirlendi ve bu çizgide devam ediliyor.
Kuşkusuz, bu konu sadece iç siyasetin gündemi olmadı. İçerde bunlar olurken dışarda da ilk defa bu konu uluslararası basının gündemine girdi. Etkili bazı uluslararası haber ajansları, yayın organları bu konuya dair haberler yaptılar, Türk devletine sorular sordular. Yine OPCW’den kaçamak da olsa bazı açıklamalar geldi ve harekete geçmeleri için gerekli prosedürün ne olduğu belirtildi. Altı aydır gündemde olan bu konuda üç maymunları oynayan basın yayın organlarının böylesi bir dönemde bu konuyu gündemlerine almaları elbette manidardır. Belki de Erdoğan’ı asıl korkutan, heyecanlandıran da budur. Zamanla anlayacağız bunu.
Sözün kısası, kimyasal silah konusu geç de olsa ülkenin ve uluslararası kamuoyunun gündemine girmiş oldu. Bu kadar geç girmesi, elbette ki, bu konuda uğraş veren kişi ve kurumları düze çıkarmıyor fakat kendi rolünü, misyonunu yerine getirmek için de önemli bir fırsat sunuyor.
AKP-MHP iktidarı Kürdistan Özgürlük gerillalarının denetimindeki Medya Savunma Alanları’nda her gün yasaklı kimyasal silahlar, bombalar kullanıyor ve bunlarla insanlar katlediliyor. Açık kaynaklardan yansıyan haberler, görüntüler bunun ispatı niteliğinde fakat başka da gelişmeler var.
12 ekimde kamuoyuna bir açıklamada bulunan ‘Atom Savaşına Karşı Uluslararası Doktorlar Birliği (IPPNW)’ heyeti, sahada yaptıkları incelemenin sonucunda bazı ‘kanıtlara ulaştıklarını’ söyleyerek bağımsız bir soruşturma istedi. Aynı heyet, Hulusi Akar’ın Gare saldırısı ardından yaptığı ‘göz yaşartıcı gaz kullanıldığı’ açıklamasını da bir itiraf olarak değerlendirdi ve bunun dahi tek başına önemli bir kanıt oluşturduğunu beyan etti.
HPG kaynaklarından bu kapsamda paylaşılan haber ve görüntüler sürmektedir. Yayınlanan görüntüler yenilgiyi hazmedemeyen ordunun bu biçimde kendisini kurtarma kararlılığında olduğunu yeterince göstermektedir. İşin özü, ortada gizli-saklı bir saldırı söz konusu değildir. Her şey, herkesin gözü önünde cereyan ediyor ve anlaşılıyor ki, eğer ciddi bir kamuoyu tepkisi açığa çıkmazsa bu tür saldırılar devam edecektir.
Erdoğan-Bahçeli yönetimi varlıklarını Kürdün yokluğunda gördükleri için Kürde ilham veren, umut aşılayan herkese saldırmakta ve mutlaka sonuç almak istemektedirler. Fakat bu yolda başvurdukları yöntemi tüm dünya savaş suçu olarak değerlendirmektedir. Dikkat edilirse, bugünlerin temel bir gündemi Ukrayna’da nükleer silahların kullanılıp kullanılmayacağı konusudur. ‘Eğer Putin böyle bir tercih yaparsa, kendi sonunu getirir’ denilmektedir. Hal böyleyken, neden Başur Kürdistan’da kimyasal silahlar, taktik nükleer bombalar kullanan Erdoğan uluslararası yargının karşısına çıkarılmamaktadır? Elbette, devletler kendi çıkarlarını gözetmektedirler ve Erdoğan Türkiye’si bu suçları işlerken yalnız değildir. Fakat bu gerçek kadar, evrensel düzeyde kabul gören, meşruiyeti güçlü hakikat de kimyasal karşıtı, nükleer karşıtı mücadeledir. Ve bizim sarılmamız gereken, bir an bile kaybetmeden büyütüp sonuç almamız gereken de bu mücadele olmaktadır.