Ortadoğu uzmanı Dr. Mustafa Peköz, Suriye’de İdlib ekseninde yaşanan gelişmeleri değerlendirdi. Peköz, Ankara’nın bölgesel ilişkileri ve dengeleri yok sayan bütün bu hayali stratejilerin çöktüğünü ve Soçi’de ortaya çıkan durumun da bu ‘iflasın’ göstergesi olduğu görüşünde
Ferhat Çelik/İstanbul
El Kaide bağlantılı Heyet Tahrir Şam (El Nusra) öncülüğündeki silahlı grupların elinde kalan son büyük kent olan İdlib’e olası operasyon, Türkiye ve Rusya’nın Soçi’de ‘silahsızlandırılmış bölge’ mutabakatı sonucu ertelenmiş gözükse de İdlib eksende siyasi, askeri ve diplomatik ataklar sürüyor. Peki bundan sonra sahada neler yaşanacak, Türkiye Soçi’de verdiği sözleri tutabilecek mi, Soçi’de varılan mutabakatın Türkiye açısından sonuçları ne olacak? Ortadoğu uzmanı Dr. Mustafa Peköz, Yeni Yaşam’ın bu konudaki sorularını yanıtladı.
Cumhurbaşkanı Erdoğan Tahran’ın ardından Soçi’de İdlib için görüşmeler yaptı. Erdoğan’ın İdlib konusundaki ısrarı ve hedefi nedir?
Biliyorsunuz Cumhurbaşkanı Erdoğan, Suriye krizinin ilk çıktığı günlerde, ‘üç saat içerisinde Şam’daki Emevi caminde namaz kılacağını’ açıklamıştı. Bir bakıma önüne konulan ve Neo-Osmancılık stratejisine inandırıldı. Böylelikle bölgesel hâkimiyetini ilan edecekti. Bu olasılık gerçekleşmedi ama Ankara’nın Suriye’de çöken askeri-politik stratejiden bir türlü vazgeçmedi. Suriye’de kesintisiz devam eden kriz içerisinde kendisine yeni bir alan yaratmak için Rusya’nın Suriye politikasına tabi olmaya başladı. Moskova’nın onayını ve desteğini alarak El Bab ve Afrin üzerinde geliştirdiği harekât planına İdlib’i dâhil etmek istedi. Bölgedeki radikal İslamcı örgütlerle kurduğu ilişkinin arka planı İdlib eyaletinin kontrol altına alınmasıydı. Suriye’nin orta vadede üçe bölüneceğini düşünerek, radikal İslamcı örgütlerin denetiminde kalmasına sağlayarak fiilen özerk bir bölge oluşturmayı hedefledi. Uluslararası dengelerin değişmesine ve Suriye’nin iç politik krizinin derinleşmesine bağlı olarak, ‘Hatay’ benzeri bir modelle uygulanarak İdlib’in Türkiye’ye dahil edilmesi amaçlanıyordu.
Bu planın tutmadığı artık görülüyor. Bundan sonraki hamle ne olacak?
Çok net olarak söyleyebiliriz ki, Ankara’nın bölgesel ilişkileri ve dengeleri yok sayan bütün bu hayali stratejiler çöktü. İdlib’in başa bela olacağını gören Ankara, bu kez bütünüyle Rusya’nın askeri-politik stratejisine bağlı bir hareket planı çıkarttı. İdlib’i açıkta feda ederek bunun karşılığında Afrin-El Bab hattındaki pozisyonunu korumak istiyor. Bu çabasının da başarılı olmayacağı çok açıktır. Bugün İdlib’de oluşturulan tampon bölgeler aşamalı olarak Afrin ve El Bab’ı da kapsayarak geliştirilecek ve bir süre sonra Şam yönetimine teslim edilecektir. Böylelikle Suriye topraklar içerisinde kalıcı olmak isteyen Ankara’nın yaptığı bütün planları ve hamleleri boşa çıktı. Soçi’deki durum aslında Ankara’nın Suriye politikasının iflasının bir göstergesidir. Suriye üzerinde yapacağı her hamle başarısızlığın tescili olacaktır. Ankara’nın ‘tampon’ bölge önerisi de İdlib politikasının çöküşü olarak tanımlayabiliriz
Bazı selefi gruplar ‘tampon bölge’ ve ‘silahsızlanmayı’ kabul etmediklerini açıkladı. Anlaşmayı reddeden gruplar ile önümüzdeki süreçte karşı karşıya gelinebilir mi?
Ankara, Moskova olmaksızın Suriye’de artık ciddiye alınır bir varlık gösteremeyeceğini gördü. Bu nedenle Rusya ile yakın ilişkisini devam ettirmek için İdlib’de Rusya’nın hamlelerine uygun bir çıkış yapmak istedi. Tampon bölge önerisi, esasen İdlib’in önemli bir alanını İslamcı örgütlerden arındırmak ve koşulsuz olarak ağır silahları teslim etmelerini sağlamaktır. Ağır silahlarla İdlib eyaletini denetiminde tutan cihatçı örgütlerin İdlib çevresindeki 20 km derinlikteki alandan çekilmeleri, esasen onların askeri gücünü bütünüyle kırmaya yönelik bir hamledir. En önemlisi, tank, top, füze sistemleri öncelikli olmak üzere ağır silahların tamamını teslim etme koşulu bulunuyor. Hatta Halep-Hama’yı birbirine bağlayan M/5 otobanı ve Halep-Lazkiye’yi birbirine bağlayan M/4 otobanın açılması ön görülüyor. Bütün bu planlama, İslamcı örgütlerin ciddi oranda silahsızlandırılarak işlevsiz kılınmasına yöneliktir.
Ankara ile Cihatçı örgütlerin çatışması kaçınılmazdır diyebilir miyiz?
Mutlaka bir çatışma olacaktır diyemeyiz ancak sürecin buraya doğru evrilme olasılığından bahsedebiliriz. Bu olasılık da küçümsenmemelidir. Ankara ile Cihatcı örgütler arasında ciddi bağların olduğu ve bunları kontrol ettiğine dair çok sayıda veri bulunuyor. Sözü edilen örgütler ‘tampon’ bölgelerde çekilmezlerse ya Rusya-İran-Esad güçleri çok büyük bir operasyon yapacaklar ya da Ankara, Rusya’ya karşı sözünü tutmak için İslamcı örgütlerin bir kısmıyla çatışmaya girmek zorunda kalacaktır. Dost gördüğü ve uzun yıllar desteklediği İslamcı örgütlerle çatışması kaçınılmaz olur. Böylesi olası durum Ankara’nın yeni krizlerle karşı karşıya kalmasına yol açabilir.
Selefi gruplar arasında sürekli olarak ılımlı/radikal tartışması yürütülüyor. Rusya’da bu grupların hangisinin ılımlı hangisinin radikal olduğunu Türkiye’nin belirleyeceğini açıkladı. Türkiye bunu hangi kriterlere göre belirleyecek?
Moskova, Ankara’nın Radikal İslamcılar üzerinde ciddi bir etkisi olduğunu biliyor. Bu nedenle İdlib’de askeri gücü 60 bini bulan çok sayıda ‘Radikal İslamcı Örgüt bulunuyor ve bunların Ankara ile bağları olduğu biliniyor. Birleşmiş Milletler tarafından ‘terörist’ ilan edilen ancak Türkiye tarafından ‘ılımlı’ muhalif gruplar olarak gösterilen çok sayıda örgüt var. Ankara bu örgütlerin bir kısmını politik sürece dâhil etmek istiyor. Moskova, İdlib’deki hiçbir örgütün ‘ılımlı’ olmadığını ve tasfiye edilmesi gereken ‘terörist’ örgütler olarak gördüğünü açıkladı. Ankara’nın ‘ılımlı’ örgüt ısrarına karşılık Rusya Dışişleri Bakanlığı sözcüsü de buna karşılık, “hangi örgütün ‘ılımlı’ olduğunu tespit edilmesi sorumluluğunun Ankara’da olduğunu” belirtiyor. Böylelikle aslında Ankara, radikal İslamcı örgütlerle olan ilişkisinin tescil edilmesi ve bu sorumluluğu taşıması görevi verilmiş bulunuyor.
Erdoğan’ın esas tehlike Fırat’ın doğusunda İdlib değildir açıklamasından sonra Rusya Dışişleri Bakanı Lavrov’un Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu görüşmesi sonrası aynı açıklamayı yaptı. Açıklama nasıl okunmalı?
Türkiye, Suriye’deki hedefleri planları başarısızlıkla çöktü. Astana görüşmeleri olarak adlandırılan Moskova-Ankara-Tahran üçlüsünde Rusya’nın belirlediği stratejiye uymak zorunda kalan Ankara, aşamalı olarak Esad rejimiyle yeniden diplomatik-politik ilişki kuracak. Putin’in Erdoğan’a bu yönde güçlü ‘tavsiyelerde’ bulunduğu ve istihbarat örgütlerinin görüşmeye başladıkları belirtiliyor. Ankara, İdlib-Afrin-El Bab hattını bütünüyle Esad rejimine teslim edecek ve bu kaçınılmaz bir durum. Bunun karşılığında ise Demokratik Suriye Güçleri tarafından kontrol edilen bölgenin de Esad rejimi tarafından kontrol edilmesini istiyor. Erdoğan’ın Soçi’de ‘Suriye için tehlike İdlib bir tehlike oluşturmuyor. Esas tehlike Fırat’ın doğusudur.” Ankara, önümüzdeki süreçte DSG ile Şam’ın Masaya oturacağını biliyor. Böylesi bir gelişmeyi kendisi için ciddi bir tehlike olarak görüyor. Politik emsal olarak birkaç yıl sonra uluslararası güçler ve ilişkiler tarafından Ankara’nın önüne konulacağının farkındadır. Bu nedenle stratejik çıkarları için ‘Fırat’ın doğusunun’ mutlak olarak tasfiye edilmesini istiyor. Rusya ve İran ile ortak operasyon önerisi de gündeme getirildi. Fırat’ın Doğusundaki askeri-politik dengenin kırılması ve tasfiye edilmesine karşılık El Bab-Afrin-İdlib hattının sorunsuz teslimini sıklıkla gündeme getiriyor.
Rusya Dışişleri Bakanı Lavrov’un tampon bölgelerin oluşturulması kararından sonra Ankara’ya yaptığı ziyarette, tıpkı cumhurbaşkanı Erdoğan gibi “esas tehlike Fırat’ın Doğusudur” açıklaması, bence Ankara’yı rahatlatmaya yönelik bir taktik-politik manevradır. Hiç şüphesiz ki Demokratik Suriye Güçlerinin kontrol ettiği alanların varlığı ve ABD’nin bölgede askeri olarak bulunması Rusya’nın Suriye merkezli Akdeniz stratejisi için ciddi bir handikaptır. Rusya aynı zamanda gerçekçidir ve Suriye’de oluşan iç politik dinamikleri göz ardı edemez. Birincisi Fırat’ın doğusuna yönelik askeri bir hamle yapmaz. Yapacak askeri gücü var ama ABD faktörünü asla göz ardı edemez. İkincisi, Demokratik Suriye Güçlerinin merkezinde olan Kürtlerle Şam arasında politik-diplomatik çözüm olmadan Suriye’deki çıkarları sürekli tehlikede olacaktır. Bu nedenle sorunu, Lavrov’un Ankara’da söylediği gibi esas tehlike Fırat’ın Doğusunda açıklaması esasen Ankara’yı İdlib’deki tampon bölgeye odaklamaktır. Başka bir sonuç çıkartılacağını sanmıyorum.
Suriye Dışişleri Bakanı Yardımcısı Faysal Mikdat ‘ister savaş yoluyla olsun ister barış yoluyla İdlib’e gireceğiz’ dedi. Suriye bu açıklamasıyla kime ne mesaj verdi?
Moskova Suriye savaşına müdahale kararı almamış olsaydı belki farklı bir Suriye gerçeğiyle karşı karşıya kalacaktır. Bu nedenle Esad’ın bugün Suriye’nin önemli bir alanında yeniden hâkimiyet kurmasında Rusya ve İran’ın belirleyici bir rolü var. Özellikle Rus hava askeri güçleri olmadan, Esad ordusunun bölgede kontrolü sağlaması sanıldığı gibi kolay değildi. Bu durum halen geçerlidir. Bu nedenle Rus askeri güçlerinin İran’ın da desteğini alarak yürüttükleri savaş, önemli askeri ve politik sonuçlar doğurdu.
Rusya ve İran, İdlib üzerindeki rekabet ve çatışmayı dikkate alarak bir bakıma savaş taktiğinde bir değişikliğe gitti. Esad’ın buna ciddi bir itirazda bulunmadı ve memnuniyetini ifade etti. Mikdat’ın açıklaması, Esasen Ankara’ya yönelik bir uyarıdır. Erdoğan, İdlib’i ciddi bir savaş yaşanmadan Esad’a teslim edeceği konusunda Putin’e söz verdi. Şam, bu durumu biliyor ve psikolojik baskı yapıyor. Çünkü Şam, Tahran-Moskova hattında, İdlib’e karşı ciddi ve kapsamlı bir operasyon hazırlığının yapıldığını biliyor. Bu nedenle Esad’ın Adlib’i almak için ‘savaş’ seçeneğinin gündemde olduğunu belirtmesi, Moskova-Tahran hattının desteğini açıklamaya yönelik bir hamledir.
Tüm bu gelişmeler yaşanırken Demokratik Suriye Meclisi (DSM) Şam görüşmeleri devam ediyor. Bu görüşmeleri nasıl değerlendiriyorsunuz?
Savaşın ve diplomatik-politik ilişkilerin düzeyine karar veren Rusya’dır. Rusya, Şam rejimine Demokratik Suriye Güçleriyle görüşüp ortak adımlar atılmadığı sürece, Suriye’de politik bir istikrarın sağlanamayacağı uyarısını sıklıkla yaptı. Ayrıca Moskova-Washington hattında, Suriye’nin politik geleceği üzerine derinlikli görüşmelerin yapıldığı ve bir kısım somut kararlar alındığı biliniyor. Fırat hattı boyunca belirlenen sınır bölgesinin politik statüsü üzerine yapılan görüşmeler, önümüzdeki süreçte çok daha belirginleşecektir. ABD yönetiminin kalıcı radar dinlenme sistemleri kurduğu dikkate alındığında, kalıcı bir güç olacaktır. Demokratik Suriye Güçlerinin kontrol ettiği alanların ‘özerk veya federasyon’ bölgeleri olarak tanınması ve hazırlanacak anayasanın bu planlama içerisinde olması öngörülüyor. Buna karar veren Rusya-ABD görüşmelerinin sonucu olacaktır. Şam’ın DSG ile görüşmek istemeyeceği, Fırat’ın doğusunda Ankara gibi ‘özerk-federasyon’ gibi bir bölgenin oluşuma karşı olduğu açıktır. Ancak, Suriye’nin iç politik dengelerini esasen uluslararası ve bölgesel çıkarlar çok ciddi oranda etkili olacaktır/oluyordur. Esad, bir dönem daha iktidarda kalmasının yolu DSG ile politik-diplomatik görüşmeleri sürdürmesi ve masaya konulan talepleri kabul etmesinden geçiyor. Suriye’de ortaya çıkacak politik tablonun bir benzerinin, birkaç yıl sonra Ankara’nın önüne konulması sürpriz sayılmaz.
ABD’nin Suriye’nin askeri ve politik geleceğini belirleyecek bir pozisyonda olacağını mı kast ediyorsunuz?
Bunu ben söylemiyorum, bölgedeki politik gelişmeler bu sonucu doğuruyor. Şu soruyu sormak gerekir. ABD, Fırat’ın Doğusundaki askeri varlığını arttırmasının, DSG askeri-ekonomik ve politik olarak desteklemesinin politik arka planı nedir? Bu soruya doğru yanıt verildiğinde sorunun esasını anlarız. Birincisi, ABD, Rusya’nın Suriye’yi tek başına kontrol etmesine izin vermez. İkincisi İran’ın bölgede jeopolitik bir güç olarak Akdeniz havzasında bulunmasını kabul etmez. Bu nedenle ABD, Suriye’de kalıcı olabilecek bir stratejik plan yapıyor. ABD, Rusya’nın Kırım bölgesini işgal ederek Ukrayna’yı bölmesinin bir benzerini Suriye’de Rusya’ya karşı yapacaktır. En azında Menbiç dâhil Fırat’ın doğusunun, Demokratik Suriye Güçleri tarafından kontrol edeceği bir iç ve bölgesel hukuksal düzenlemeye gitmek için adımlar atılacaktır. Aynı zamanda Pentangon, Ürdün-Kuveyt-Bahriyen bölgesine yerleştirdiği ‘Patroit Füze Savunma Sistemlerini’ kaldıracağını açıkladı. Akla şu soru geliyor: Bu savunma sistemleri Güney Kürdistan-Rojova hattına yerleştirilmesi için yeni bir plan yapılabilir mi? Bu olasılık zayıf değil. Bu nedenle Fırat’ın doğusu, ABD’nin bölgesel stratejisi için önemi artıyor.
Türkiye, Suriye’de ciddi bir politik açmazla karşı karşıya. Aynı şekilde Türkiye’nin iç politik durumu ve ekonomisi de ciddi sorunlar yaşadığı anlaşılıyor. İdlib üzerinden yapılan hamle ekonomik gelişmelere bağlantılı değerlendirebilir miyiz?
Ankara, Moskova’nın İdlib’e karşı askeri operasyonuna karşı çıkıyordu. Hatta Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Wall Street Journal dergisinde yayınlanan makalelerinde, “İdlib, köprüden önceki son çıkıştır. Eğer Avrupa ve ABD şimdi harekete geçmede başarısız olursa sadece masum Suriyeliler değil, tüm dünya bedel ödemeye katlanacaktır.” Bu açıklamayla esasen ABD’nin İdlib’e müdahale etmesi dahası Rusya’nın harekât planına karşı harekete geçmesini talep etti. ‘Esed rejimi, müttefikleriyle İdlib’e saldırı hazırlığını sürdürüyor’ diyen Erdoğan esasen Rusya’yı ve İran’ı ABD’ye şikâyet etti. ABD, Erdoğan’ın bu şikâyetini yok hükmünde saydı hiçbir tepki vermedi. Bu durum Ankara’yı ciddi oranda tedirgin etti. Moskova-Tahran-Şam hattının İdlib operasyonu, Ankara için ciddi ekonomik-politik sorunlar doğuracağı açıktı. Ankara’nın bu operasyona askeri olarak karşı koyacak gücü yok. Olası bir saldırıdan İdlib’den yüzbinlerle ifade edilecek bir göç dalgası olacaktır. Ankara, böylesi bir göçü ne ekonomik nede politik olarak kaldırabilirdi. Yıllardır savaş ekonomisi uygulayan Ankara’nın ciddi bir ekonomik krizle karşı karşıya olduğu, onlarca büyük ve orta ölçekli şirketin konkordato ilan ettiği, sıcak para akışının çok ciddi oranda kesildiği, küresel şirketlerin çekilmeye başladığı, TOFAŞ gibi şirketlerin dahi üretimi durdurmaya başladıkları, eflasyonun sürekli artma eğiliminde olduğu, dövizdeki yükselişin dengelenmediği, acilen 75 milyar dolara ihtiyaç olduğu bir ortamda İdlib savaşı, Ankara’nın politik ve ekonomik dengesini bütünüyle sarsacaktı. Cumhurbaşkanı Erdoğan ciddi riskler alarak, şikâyet ettiği Putin’in yanına gitmek zorunda kaldı ve bir bakıma İdlib’i Moskova’ya savaşsız hediye etmesinin önünü açmış oldu.
Peki ekonomik kriz Türkiye’nin iç dinamiklerini nasıl etkiler ve olası sonuçları nasıl olur?
Ankara’daki iktidar, politik stratejisini gücün merkezileştirmesi üzerine kurdu. Bu cumhurbaşkanı Erdoğan’ın belirlediği bir politika olmayıp, sistemin arka plan gücünün uygulamaya koyduğu ve uygulattığı bir projedir. Bölgesel gelişmeler, gücün merkezileştiği ve karar verme alanının tek elde toplandığı bir yönetim sistemiyle olası ekonomik ve politik krizleri kontrol altına alınabileceğine inanıldı. Politik krizin merkezinde Kürtler bulunuyor. Kürtlerin askeri ve politik olarak bütünüyle etkisizleştirilmesi stratejisi uygulanmaya başlandı. Ekonomik olarak da olası krizleri güçle bastırılması planlandı. Tıpkı, Cumartesi annelerinin eylemlerinin yasaklanması, 3.hava limanında işçilere yönelik yapılan operasyon bunun bir deneme alanı olarak görüle bilinir.
Peki, gücün merkezileştirilerek askeri-politik önlemler çözüm olabilir mi?
Gelişmeler ortaya çıkan tabloya bakıldığında, bu tür askeri-politik yönelimlerle sorunların çözülmeyeceğini gösteriyor. Güç gösterisi toplumsal dinamikleri bir yere kadar kontrol eder sonra tepki tersine döner. Ekonomik krizin aşılamayacağı artık görülüyor. Küresel şirketlere her türlü olanak sunulmasına rağmen gelmeyen şirketler ve her tavize rağmen gelmeyen sıcak para akışı. Dün düşman ilan edilen küresel devletlerle yeniden kucaklaşma çabaları da ekonomik krizi çözmeyecektir. Ekonomik sorunların sokaktaki insanın cebine yansıdığında toplumsal refleksin farklı olacağını en iyi bilen iktidardır. Bu nedenle iktidar gücünün merkezileşmesi ve muhalefetin toptan tasfiyesi, iktidarı güçlendirmez tersine zayıflatır.
Bütün bunlardan sonra çözüm için ne söylersiniz?
Çözüm hem kolay, hem de zordur. Zordur çünkü merkezileştirilmiş iktidardan vazgeçmek kolay değil. Kolaydır, demokratikleşmenin sağlanması, hukukun üstünlüğünün korunması, uluslarası alanda kabul gören demokratik kriterlerin koşulsuz yaşama geçirilmesi, muhalefetin özgürce örgütlenmesinin sağlanması gibi aslında hiçte zor olmayan adımların atılmasıdır. Karar verici olanlar, iktidarı elinde tutan güçlerdir. Onlar demokratik çözüm için karar vermediği takdirde bi r noktadan sonra toplumsal dinamikler devreye girer ve demokratik haklarını kullanarak güçlü bir şekilde karar verirler.