Amasra’da 41 emekçi canı kaybettiğimiz işçi katliamı sonrasında madenlerde çalışanlar başta olmak üzere “işçilerin can güvenliği” yeniden gündeme geldi. İktidarı döneminde 30 binden fazla işçinin iş cinayetlerinde yaşamını yitirdiği AKP, her zaman olduğu gibi bu işçi katliamını da “kader” olarak tanımlayıp, sorumluluğu -ve haliyle çözümü de- yine Allah’a havale etti. Arasında muhafazakâr partilerin de olduğu muhalefetin hemen hemen tümü, iktidarın “kader” açıklamasını eleştirdi. Ancak altılı masadan yapılan açıklamaların büyük çoğunluğu olayı “kaza”, “facia” olarak nitelendirirken, yaşamını yitirenleri -yine dini bir referansla- “şehit” olarak ananlar da oldu. Sadece Emek ve Özgürlük İttifakı, yaşananları “işçi katliamı” olarak niteledi ve bu katliam düzeniyle hesaplaşacağını açıkça beyan etti.
Böylesine acı bir olayın ardından “bunu kimin nasıl nitelendirdiğinin ne önemi olduğu” sorulabilir. Ancak bir sorun doğru teşhis edilmediğinde çözümün de mümkün olmayacağı aşikârdır. Bir ülkede 20 yılda 30 bin işçi ekmek parası için yaşamını yitiriyorsa bu son derece ciddi bir sorundur. Bu sorunu “öngörülemeyen nedenlerle olumsuz sonuçlara yol açan olay” anlamında kullanılan “kaza ya da facia” gibi kavramlarla açıklamaya çalışanlar, bu sorunu doğru teşhis edememektedir ve iktidara gelmeleri durumunda bunların iş cinayetlerini, işçi katliamlarını engellemeleri beklenemez.
Zira işçilerin işbaşında kimi zaman ölümle ya da sakatlanmayla sonuçlanan olayların öngörülebilir olduğu halde önlenmemesinin nedeni “işverenin gerekli önlemleri almak için gereken maliyeti yüklenmek istememesi”dir! Bu bağlamda işçiyi sağlığından eden hatta yaşamına mal olan olayları kader, fıtrat veya kaza, facia olarak tanımlamak; emekçilerin yaşamlarını sürdürecek bir gelir için çalıştıkları iş nedeniyle yaşamlarını kaybetmelerini normalleştirmek ve sermayenin daha fazla kâr elde etmek için kaçındığı sorumluluğu hafifletmekten başka bir amaca hizmet etmez. Dolayısıyla iş cinayetleri/işçi katliamları karşısında alınan tutum sadece sınıfsal bir tercihi ortaya koymakla kalmaz; insan hakları, demokrasi, hukukun üstünlüğüne verilen önemi de gösterir.
Amasra’da işçi katliamına neden olan etkenler Türkiye’de tüm üretim alanları için geçerlidir. Madenler, inşaatlar, tersaneler ve diğer birçok iş kolunda mavi ve beyaz yakalı emekçilerin yaşamı iş cinayetleri ya da meslek hastalıkları nedeniyle tehlike altındadır. Kârları arttırmak, küresel rekabette üstünlük sağlamak ve hızlı büyüme telaşının sonucu olarak Türkiye’nin en temel toplumsal sorunlarından biri haline gelen iş cinayetlerinin önlenmesine yönelik genel geçer söylemlerin dışında “somut öneriler” gerekir. İtibar edilir mi bilmem(!) ama yıllardır bu alanda çalışan biri olarak önerilerimi şöyle özetleyebilirim:
- Her şeyden önce 301 işçinin can verdiği Soma başta olmak üzere bugüne kadar gerçekleşmiş tüm iş cinayetleri aydınlatılmalı ve sorumlular açığa çıkarılarak yargılanmalıdır.
- İş cinayetlerinde üretim koşulları ve çalışma düzeninden kaynaklanan nedenler belirlenmeli, mevzuat işçinin iş ve sosyal güvencesiyle yaşam hakkını her şeyin üzerinde tutan bir anlayışla yeniden düzenlenmelidir.
- İnsanca çalışma ve yaşama koşullarının elde edilebilmesi için örgütlü mücadele esastır. Örgütlenmenin önündeki engeller kaldırılıp, sendikal hak ve özgürlüklerin eksiksiz biçimde kullanılabilmesini sağlayacak düzenlemeler yapılmalıdır.
Bu önerilerin gerçekleşmesi için “acilen yapılması gerekenler” ise şöyle özetlenebilir:
- Başta 4857 sayılı İş Kanunu, 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu ile 6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu olmak üzere tüm yasalar “küresel rekabet koşullarına uyum” yerine “emekçilerin yaşam hakkı, insanca çalışma ve yaşama koşullarını sağlamak” amacına göre yeniden düzenlenmelidir.
- 4857 sayılı İş Kanunu’nda başta alt işverenlik olmak üzere esnek ve güvencesiz çalışmayı içeren tüm düzenlemeler kaldırılmalıdır.
- İş güvencesiz, sosyal güvencesiz ve sendikasız işçi çalıştırma yasaklanmalıdır.
- 6356 Sayılı Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunu’nda başta işyeri büyüklüğünden kaynaklanan istisnalar ve iş kolu barajı olmak üzere örgütlenmenin önündeki tüm engeller kaldırılmalıdır.
- İş kolu ve işyeri ayrımı yapılmaksızın tüm emekçiler, toplu pazarlık hakkından yararlanmalıdır.
- Grev hakkını engelleyen tüm düzenlemeler kaldırılmalı, hak grevi yasalaşmalıdır.
- 6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu, işin değil işçinin sağlığı ve güvenliğini esas alacak biçimde yeniden düzenlenmelidir. Denetim, patronun ve siyasi iktidarın güdümünden çıkartılmalı; sendikaların ve meslek örgütlerinin de içerisinde yer aldığı “özerk kamu kurumları” aracılığıyla gerçekleştirilmelidir.
- Her ilde ve üretimin yoğun olduğu bölgelerde “meslek hastalıkları hastaneleri” açılmalı, işçilerin sağlık gözetimi, ücretsiz olarak düzenli aralıklarla yapılmalıdır.
- Çalışma Bakanlığı’na bağlı iş müfettişleri ile iş teftiş süreçleri üzerindeki siyasi baskılar kaldırılmalı, İş Teftiş Kurulu özerk bir yapıya kavuşturulmalıdır.
- İş müfettişlerinin sayısı, teftiş süresi ve sıklığı arttırılmalıdır.
- İş cinayetlerinde birinci dereceden sorumlu işverenler “taksirle ölüme sebebiyet vermek” yerine “kast ile insan öldürmek”ten yargılanmalıdır.
- Çalışma standartları ve sosyal hakların geliştirilmesini içeren tüm uluslararası sözleşmeler imzalanmalı ve bu sözleşmelere uyulmalıdır.
- Emekçilerin can güvenliğini sağlamak konusunda yasama görevini yerine getirmeyen milletvekilleri ile mevcut yasaların uygulanmasını sağlamayan hükümet üyeleri, gerçekleşecek tüm iş cinayetlerinden sorumlu tutulmalıdır.