Hevsel’in yok olmasına UNESCO’nun sessiz kalmasını eleştiren Ekoloji Derneği üyesi Zeki Kanay, ‘Başta UNESCO olmak üzere herkes sessiz ve sağır. Burada ciddi bir denetim yapılmazsa, kayyumun Hevsel’e dönük icraatlarına dur denilmese buralar yok olacak’ dedi
Selman Çiçek
HDP’nin Diyarbakır, Van ve Mardin Büyükşehir belediyelerine 19 Ağustos 2019 tarihinde kayyum atandı. O tarihten günümüze HDP’nin kazandığı 65 belediyenin 48’ine İçişleri Bakanlığı kararıyla kayyum atandı. Kayyumların atama gerekçesi, ‘’örgüte finansal destek sağladığı’’ olarak açıklasalar da geçen süreçte kayyumların icraatları, asıl meselenin asimilasyon olduğu ortaya çıktı. Son dönemde Kürt illerine atanan kayyumlar, bakanlıklar işbirliği ile Doğubeyazıt, Cizre ve Sur’da yaptıkları festivallerle, asimilasyonu kültür boyutuna taşıdılar. Bugüne kadar özellikle bir halkın hafızası olan kültür, tarih ve ekolojiye adeta savaş açan kayyumlar, Kürde ait ne varsa silme, yok etme gibi icraatlar yapmakta.
Kayyumlar, hizmet üretimi, halk ve kentin sorunlarını bir kenara bırakıp sadece asimilasyon politikaları yürütürken bu politikalar, İngilizlerin, Hindistan’da Fransızların ise Afrika’da yürüttükleri asimilasyon politikalarına birebir benziyor. 67 milyon nüfuslu Fransa’nın sömürge politikalarından ötürü Afrika’da 140 milyon nüfusun Fransızca konuşulurken, benzer durum İngiliz sömürgesinde olan devletlerde de geçerli. 17. yüzyıldan 19. yüzyıla kadar her iki sömürgeci devlet, “uygarlaşma” adı altında işgal ettikleri topraklarda kültür, tarih ve ekolojik olarak asimile etmiştir. Kürt illerinde ise kayyumlar “Huzurlaştırma” projesi kapsamında Kürt hafızasını hedef alıyor.
Tarihi kırımım adresi: Sur
Savaşlarda ilk başta halkların hafızaları yok edilir. Hafızası olmayan toplum kendini geleceğe taşıyamaz asimile olup yok olur. AKP-MHP iktidarının Kürtlere karşı yürüttüğü “çöktürme planı”nın en önemli bir parçası Kürtleri hafızasız bırakmak. Bu hafızayı yok etme planı kapsamında ilk olarak halkın, kentin ve onlarca medeniyetin hafızası olan Sur hedef seçildi. Çünkü Sur, sadece Diyarbakır’da yaşayanların değil onlarca uygarlığın hafızasıdır.
Ağır silahlarla, top, uçak ve iş makineleri ile bir hafıza sokak sokak yıkılmak istendi. Yüz güne aşkın bir direngenlik gösterse de tarih bu yıkımdan büyük yara aldı. 600’e yakın tescilli yapı yıkıldı. Yıkmakla yetinmeyenler “Sur’u Toledo yapacağız” diyerek hafızayı yok etmeye çalıştılar.
Bir yeri bir başka yere benzetmek asimilasyondur, tarihi kırımdır. Ve yaptıkları evlerle bu kırımı gözler önüne serdiler. Bir hafızanın renkleri ve binlerce uygarlığın çakıştığı çeşitliği yok ederek tek renk ve tipte evler inşa edildi. Yapılan evler, cezaevi mimarisi şeklinde inşa edildi. Şarkılara, şiirlere konu olan Yeni Kapı, (Sur’un Hevsel’e açılan kapısı) tamamen yıkılarak ticari merkez haline getirildi.
Yer isimleri değiştirildi
Kayyumun tarihi hafızanın yok edilmesine yönelik çalışmaları sadece Sur evlerini yıkmakla kalmayıp yer adlarını değiştirmekle devam etti. “Diyarbakır Fethi” efsanesini yaratılarak yer isimleri fetihçi sloganla değiştirildi. Birçok efsaneye konu olan Ben-u Sen, Yedi Kardeşler Burcu, Keçi Burcu ve Yeni Kapı gibi isimler yerine Surda Diriliş sloganı ile Selçuklu Kapısı, Nur Kapısı gibi isimler kullanıldı. Şengal, Newroz, Sipan gibi Kürtçe cadde isimleri yerine ise Arap isimler tercih edildi.
Soykırıma festival kılıfı
Tarihi kırımla yetinmeyenler kırımı kültür alanına taşımak için bir de festival düzenledi. Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın öncülük ettiği yaklaşık 60 trilyona mal olduğu iddia edilen festivale tek bir Kürtçe söyleyen sanatçı davet edilmedi. Konserler dışında yapılan diğer sanat dallarında ise Arapça diline yer verilirken Kürtçe’ye yer verilmedi. Kürt öyküsünden esinlenerek hazırlanan festivalde yer verilen “Sîyabend û Xece” tiyatrosunun ismi bile “Siyabent ve Hece” olarak verildi. Bu bile Kürtçe’ye olan tahammülsüzlüğün göstergesiydi. Halkın büyük tepkisine neden olan festival, içerik olarak asimilasyonun özeti gibiydi. Özellikle genç kuşağı hedef alan festival, yozlaştırma politikası ile gençleri Kürdi değerlerden uzak kılınmak istendi. Devletin bütün yapılarının öncülük ettiği festival, halk içerisinde “kültür yolu” değil “asimilasyonun yolu” olarak görüldü. Festivalin içeriği ve kapsamına bakıldığında bile amaçlanan Kürt halkının kültür ve dili olduğu gözlemlenebiliyor.
Sıradaki Hedef: Hevsel
Hevsel Bahçeleri, Mezopotamya coğrafyasında yer alan ve tarihsel olarak halkın kullanımına açık bir bahçe niteliğiyle özgün bir değer ortaya koyuyor. 30’dan fazla uygarlığın izlerini taşıyan bu bölgede 8 bin yıl gibi çok uzun süredir bahçe olarak var olmasıyla, tarımsal değerinin yanı sıra kültürel ve tarihi olarak da özgün bir yere sahiptir. 2015 yılında UNESCO tarafından koruma altına alınmasına rağmen, kayyumların atanması ile birlikte Hevsel Bahçeleri her geçen gün, kayyum ve Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın yapılaşma projeleri ile küçülüyor.
Hevsel raporu
Ekoloji Derneği, Mimarlar Odası, Ziraat Mühendisleri Odası ile Diyarbakır Barosu Çevre ve Kent Hukuku Komisyonu, geçtiğimiz gün “Hevsel Bahçeleri 2022 Raporu”nu açıkladı. Raporda gözler önüne konan gerçekler, kayyum ve bakanlığın Hevsel’de de ekolojik bir kırımın önünü açtığı gözlemleniyor.
Raporda dikkat çeken bazı maddeler ise şöyle:
“Dicle Nehri Islah Projesi adı altında nehrin 21 kilometrelik kısmını ağır makinalı çalışmalarla kanal içine almaya giriştiler(16). Silvan Köprüsü ile On Gözlü Köprü arasında Hevsel Bahçeleri’nin bulunduğu alanın UNESCO Dünya Kültür Mirası olduğu gözetilmeden ve bu bağlamda KMED (Kültürel Miras Etki Değerlendirme) raporu alınmadan doğrudan çalışmalar yapılmıştır. 4 kilometrelik bir hat boyunca kanal yapılarak alan tahrip edilmiştir. Beton ve taş istinat duvarları yapılmış, canlıların habitatları olan kumul ve sazlıklar yok edilmiş nehir tabanı da adeta ütülenmiştir.
Millet Bahçesi yapımı adı altında doğal bahçeler ve küçük üreticiler alandan çıkarılmış, ağır makinalı çalışma yapılmış ve yerleşik ağaçlar sökülmüştür. Alana yabancı ağaçlandırma ve çimlendirme yapılmıştır. Araba yolları açılmış alan da yoğun bir insan ve araç trafiği sonucu işgal ve ticari işletmelerle alan tarihsel yapısından daha da uzaklaştırmıştır. Alanda surlara yakın bölgelerde ağır iş makinaları çalıştırılmış, surların hemen diplerine beton dökülmüştür Kırsal peyzaj niteliğinde olan bu alana kentsel peyzaj uygulanarak bağlamından koparılmış ve alanın otantikliği, özgünlüğü ve bütünlüğü tahrip edilmiştir.
Dicle Nehri Yatağı Arazi Islah Projesi adı altında yapılan kanal projesi ile nehir kıyı bandındaki bütün bitkiler tıraşlanıp yok edildi. Islah etme bahanesiyle nehir yatağı ağır iş makineleriyle kazıldı, nehir içindeki canlı türleri ve bu alanda yer alan, aynı zamanda birçok canlıya ev sahipliği yapan sazlık ve bataklıklar yok edildi. Dicle Üniversitesi kampüsünde binlerce ağaç kesildi. Kentsel dönüşüm kapsamında Fiskaya bölgesinin yıkılmasıyla burada tarım yapan insanlar göçe zorlanacaktır.”
UNESCO sağır ve sessiz
Raporu hazırlayan kurumlardan biri olan Ekoloji Derneği üyesi Zeki Kanay, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, Devlet Su İşletmesi ile kayyumların ortak bir şekilde yanlış politikalarla Hevsel Bahçelerini yok ettiğini dikkat çekti. Özellikle yapıların işgal edilmesi ve ağaç kesimlerin bu kurumların göz yumduğunu belirten Kanay, “Bu üç kurumun yanlış politikaları yüzünden ekolojik bir kırımın önü açıldı. Hevsel bahçe özelliğini yitiriyor. Çok çeşit ürün deseninden tek desenli mısır bitkisi tarımına eviriliyor. Bu da Hevsel’i, bahçe olmaktan çıkarıp tarla haline getiriyor” dedi.
Kayyum politikası yüzünden Hevsel’in yok olmasına UNESCO’nun sessiz kalmasını da eleştiren Kanay, “Başta UNESCO olmak üzere herkes sessiz ve sağır. Burada ciddi bir denetim yapılmazsa, kayyumun Hevsel’e dönük icraatlarına dur denilmese buralar yok olacak. Buraların geleceğe taşırılması için buranın habitatı ve çeşitliliği korunmalıdır” diye ifade etti.
Bir taştan bile korkuyorlar
Dicle Kültür Sanat Derneği üyesi Celal Ekin ise, Kürtlere yönelik asimilasyonun Şark Islahat Planından bu yana devrede olduğunu şimdi ise bu programın kayyumlar ile devreye konulduğunu belirtti. Kürtlerin direnişleri sayesinde bu asimilasyon politikaları amacına ulaşmadığını belirten Ekin, “Kürt yok dediler, dil ve tarihi yok dediler. Hep yasakçı zihniyetle yaklaştılar. Şimdi ise bir taştan bile korkuyorlar. Çünkü Sur’daki tarihi evler Kürdün hafızasıdır. Bu taşların dili Kürdün direnişlerini anlatıyor. Bu hafızayı yıkarak yok edeceklerini düşünüyorlar” dedi.
Yapılan festivallerin de kayyumların asimilasyon politikalarının bir parçası olduğunu dikkat çeken Ekin, “Adeta festivalle yıktıkları kentin kutlaması yapılıyor. ‘Bak biz buraları yıktık, Nasıl yok ettik, kendimize göre yaptık’ propagandası yapılıyor” diye belirtti.
Hevsel’deki tahribatın amacı da bu bölgede yaşayan insanların göçe zorlamak üzerine yapıldığına işaret eden Ekin, “Hevsel, Sur ve etrafında yaşayanların geçim kaynağıdır. Burada yaşayan insanlar burada ekin yapıyor. Ve elde ettikleri ürünleri pazarda satarak geçimlerini sağlıyor. İnsanların geçim kaynaklarını yok ederek, insanları göçe zorluyorlar. Böylelikle buraları istedikleri gibi ticari merkezler haline getirmek istiyorlar” şeklinde konuştu.