Geçtiğimiz hafta, meclisten geçen ve kamuoyunda “Sansür Yasası” olarak bilinen yasa, birçok çevreyi çok rahatsız etti. Çünkü ifade özgürlüğü önünde yeni bir engel yaratacaktı bu yasa…
Aslında Türk Ceza Kanunu’nda son derece yeterli maddeler vardı ifade özgürlüğünü kısıtlamak için; böyle bir yasaya gerek yoktu. Ama bence bu yasanın çıkarılmasının temel nedeni, toplumda yaymaya çalıştıkları korkuyu daha da büyütmek ve kişilerin kendilerine uyguladıkları otosansürü daha da derinleştirmek.
Ancak bizler, yani bu coğrafyada %15, en fazla %20’yi oluşturan ve kendilerini gerçek anlamda muhalif olarak tanımlayanlar için bu yasa, yeni bir yasa değildi. Belki de en çok bu %20’yi şaşırtmadı sansür yasası adı verilen yasa…
Yaşadığımız coğrafyada temel mesele, iktidar ve muhalefetin resmi ideolojinin ana kodları konusunda aynı düşünüyor olması. Yani aynı kaynaktan besleniyor olmaları çok temel bir problem.
İfade özgürlüğü demek ya da düşünce özgürlüğü demek, resmi ideolojinin belirlediği ana noktalarda devletten farklı düşünenler için söz konusu. Çünkü siz bugün Kürt sorunu konusunda,1915 Soykırımı, 1938 Soykırımı, Kıbrıs’taki mesele, Türkiye’nin oradaki varlığı gibi konularda eğer devletten farklı, resmi politikadan farklı düşünüyorsanız, ifade özgürlüğünüz anında ihlal edilmiş demektir.
Bizler için sansür, Cumhuriyetin kuruluşundan beri vardı. Bir kere her şeyden önce kuruluş ideolojisini eleştiri altına almak gerekiyor. Çünkü Türkiye’de kuruluş ideolojisi olarak kabul edilen İttihatçı, Türk ve Sünni Müslüman kimliğini temel alan ana görüş, son derece problemli bir görüş.
Coğrafyamızda çok farklı kimlikler yaşamakta, Kürtler, Ermeniler, Rumlar, Yahudiler, Keldaniler, Êzidîler, Aleviler, Çerkesler…çok fazla kimlik var bu coğrafyada… Ve maalesef ki, sadece Kürtler bir mücadeleye devam ettikleri için diğer bütün kimlikler ya baskı altında yaşamaya devam ediyorlar, ya da asimilasyona tabii olmuşlar.
Yahudi yazar Rıfat Bali’nin çok sevdiğim bir belirlemesi var. Diyor ki Yahudi toplumu için; “Yahudiler görünmezliği seçtiler.” Aslında bu coğrafyada birçok kimlik görünmezliği seçerek, kendisi gibi varolmadan, ya da sadece kendi evinde kendisi varolarak, dışarıda farklı bir insan olarak yaşamını devam ettirdi.
Ancak bu konuda kendilerini bugün iktidar veya muhalefet -ki, burada muhalefeti bu %20’nin dışındaki muhalefet-, esas olarak Kemalistler olarak tanımlanıyorum, hiçbir zaman farklı düşünmediler bu konuda. Yani resmi ideolojinin iki tarafı, İslami güçler, İslami anlayış ve Kemalist anlayış birbirleriyle bir iktidar savaşını devam ettirerek, ama aynı anlayıştan beslenerek varlıklarını sürdürdüler.
İşte o nedenledir ki bu %20 içinde tanımlanan Kürtler, Aleviler, kadın hareketi, LGBTİ+ hareketi, muhalif olan solcular hep baskı altında oldular. O nedenle bu sansür yasası, bu %20’lik gerçek muhalefet için bir şey değil.
Ama artık Kemalistler de baskı altındalar. Bugüne kadar devletin tek sahibi olarak kendilerini gören Kemalistler, birçok çevreye yapılan haksızlıkları görmediler, görmemezlikten geldiler. Biz 90’larda insanlar gözaltında kaybedilirken, kontrgerilla cinayetlerinde katledilirlerken Kemalistler seslerini bile çıkartmadılar.
Bizim temel sorunumuz aynı kaynaktan beslenen bu iktidar ve muhalefet anlayışı arasında, arada kalmak ve aradan üçüncü ve demokratik bir yolun çıkmasını bir türlü sağlayamamak; Ya da bu üçüncü yolun güçlenmesini bir türlü sağlayamamak. Tabii ki bunda en birinci neden devlet baskısı.
Selahattin Demirtaş, Osman Kavala, Figen Yüksekdağ, Aysel Tuğluk ya da düşünceleri nedeniyle cezaevinde olan insanlar, cezaevlerine girdiklerinde henüz sansür yasası yoktu. Yani sansür, bu coğrafyada Cumhuriyet’ten beri vardı ama bazı kesimler bu sansürü hiç görmediler bile…
Bir coğrafya sürekli olağanüstü hal yasasıyla yönetildi. Sansür, Sürgün Kararnameleri uygulandı, Devlet Güvenlik Mahkemeleri sorgusuz sualsiz insanları cezalandırdı. Özel Yetkili Mahkemeler halen varlıklarını devam ettiriyorlar. O nedenle sansür yeni bir şey değil…
Bu konuda mücadele etmek için kararlıysa bazı çevreler, gerçekten resmi ideolojinin yasakladığı tüm bakış açılarının özgürce tartışılmasını sağlamaları gerekiyor.
Bugün Kürt sorunu konusunda,1915 Soykırımı konusunda, Kıbrıs’taki gelişmeler konusunda resmi ideolojiden farklı düşünen herkesin önünün açılması gerekiyor.
Bu coğrafyada konuşulmuyor, bu coğrafyada savaşılıyor. Herkes birbiriyle kavgalı. O nedenle de böyle bir kavgalı ortamdan demokratik bir yolun, demokratik bir çözümün çıkması maalesef ki çok zor oluyor.
Bu konuda en kararlı kesimler Kürtler, kadınlar, LGBTİ+ hareketi ve kendilerini resmi ideolojinin dışında tanımlayan sol güçler. Bunların bir araya gelerek gerçekten herkesin gözünün önündeki perdeyi bir an önce kaldırması gerekiyor.