İmralı tecridi yeni boyutlarla ve genişletilerek sürüyor. Tecrit sisteminin uluslararası boyutları olan ve 1999 komplosunun güncellenmiş hali olduğunu gösteren pek çok yeni gelişme ortaya çıkmaya başladı. PKK Lideri Abdullah Öcalan ile 2011 yılından beri avukatları görüşemiyor. İmralı’da 5 Nisan 2015 yılında en son çözüm süreci heyetiyle, 2016 yılında ailesi ile bir kez görüştürüldü.
O tarihten beri de Öcalan ile herhangi bir görüşme yapılamıyor. Şimdiye kadar yapılan bütün görüşme başvuruları klasik, “koster bozuk” gerekçeleri ya da gerekçesiz bir şekilde reddedildi. Ancak, Bursa Cumhuriyet Savcılığı geçtiğimiz günlerde tebliğ ettiği yeni bir kararda Öcalan’a 14 Eylül tarihinden itibaren disiplin cezası verildiğini açıkladı. Hemen arkasından AİHM, Öcalan’ın İmralı’daki hak ihlalleri ile ilgili yaptığı başvuruyu, “Hak ihlali olmadığı” gerekçesiyle reddetti. İmralı tecridinin istikrarlı bir şekilde sürdürülmesine yönelik karar ya da kararları kendi içinde birden fazla anlam taşıyor.
İmralı tecridiyle Türkiye’ye yayılan baskı politikalarının uygulama zemini oluşturuldu. AKP şimdiye kadar tecridi Kürtlerin reflekslerini ölçmeye yönelik bir politikanın parçası olarak yürütüyordu. Tecrit aynı zamanda bir alıştırma süreciydi. O yüzden AKP bunu açıktan bir söyleme dönüştürmeden uygulama yoluna gitti. Şimdi artık bunu açık bir politikaya dönüştürüyor ve tecridin bir alıştırma sürecinden çıkarılıp bir üst aşamaya geçirildiğini görüyoruz.
Açıklanan disiplin cezasının ikinci önemli boyutu, İmralı’daki düşünce ve politik yönelim çatışmasıyla ilgilidir. Öcalan dayatılan bütün baskı politikalarını reddettiği ve bu konuda direndiği için tecrit içinde tecride tabi tutuluyor ve cezalandırılıyor. Disiplin cezası AİHM’in neredeyse verdiği eşzamanlı kararla birlikte değerlendirildiğinde daha önemli bir yere oturuyor. Tecrit bu yönüyle 1999 yılında yürürlüğe giren komplonun güncellenmiş halidir ve bir uluslararası mutabakat çerçevesinde yürütülmektedir. CPT’nin İmralı’ya yaptığı turistik gezileri aşmayan ve tecridi meşrulaştıran ziyaretleri bunun göstergesidir.
AİHM son kararı ile tecride cevaz veren bir kurum haline gelmiştir. AİHM, her türlü iletişimin yasaklandığı, en temel hakların yok sayıldığı İmralı sisteminde sorun görmüyorsa, zaten İnsan Hakları Mahkemesi hüviyetini yok etmiş demektir. AİHM, bu mutlak tecritte ihlal görmüyorsa, hak ihlali çerçevesini neyin üzerine oturtacak? Karar bu açıdan, doğrudan AİHM eliyle insan hakları kavramının infaz edilmesidir. Bu nedenle tecrit, daha büyük ve geniş bir uluslararası siyasetin ana ekseninin belirlenmesi açısından son derece kritik bir yerde duruyor.
Doğrudan bölgenin yeniden dizayn edilmesi, sistemin kendi entegrasyonu ve dönüşümünü sağlaması için 1998 yılında başlatılan bu saldırı dalgası tam da bu kritik dönemeçte katılaştırılıyorsa, bölgesel düzlemde yeni müdahalelerin eli kulağında demektir. Küresel sistem varlığının devamı için yeni rol ve görev tanımlarını yapıyor. Bunları da BM, NATO gibi halen can damarları olan kurum toplantılarında gerçekleştiriliyor.
Ortadoğu’ya yapılan ve on yılları bulan müdahalede AKP’ye bölgesel dönüşümün sağlanması açısından rol verilmişti, misyon biçilmişti. Bir dönem AKP’nin kendi rolünü ve ajandasını öne çıkarması, AKP’nin bu rolüne ilişkin kimi soru işaretleri ortaya çıkarmış ve AKP ile küresel güçler arasında kısmi gerilimlere neden olmuştu. Ancak, son BMGK toplantısı ve bu çerçevede yapılan görüşmeler sonucu verilen mesajlar AKP’nin küresel sisteme bağlılığını teyit ettiği ve yeniden bu rolü kaptığını gösteriyor.
Erdoğan’ın, BM Genel Kurulu vesilesiyle bulunduğu ABD’den yaptığı, “Türkiye, bir askeri veya ekonomik süper güç olmamakla birlikte Irak, Suriye ve diğer yerlerde çözümün parçası olarak küresel bir lider haline gelmiştir” sözü bu rolü yeniden kaptığının ilanıdır. Erdoğan, Ankara’dan ABD’ye rest çekmenin aksine bir dil kullanarak bu ilanı gerçekleştiriyor. Son girişimler, Trump ile gizli-kaçamak ayak üstü görüşmeler, “özür dilemek üzerinden ABD ile anlaşma” izlemini yaratıyor ki gelişmeler de bunu doğruluyor. Bu da Öcalan’ın 2013-2015 yılları arasında İmralı görüşmelerindeki öngörüsünü doğruluyor.
Öcalan çözüm süreciyle AKP’yi demokratik zemine zorladıklarını ancak AKP’nin küresel hegemonyanın parçası olmayı dayattığını söylemişti. O açıdan Erdoğan’ın ABD’deki açıklaması, disiplin cezası ve AİHM kararı bu yönelimin teyit edilmesi anlamına geliyor. Fakat, sistem krizi bu yöntemle çözülmeyecek çünkü bu güçlerin statükoyu sürdürmek dışında bir çözüm projeleri yok. Küresel sistemin parçası olarak bölgesel düzeyde “liderlik rolü” kapma hevesinde olan AKP için de bir çözüm mümkün görünmüyor. Geride bıraktığımız 20 yıllık deneyim ve pratik bunun sonsuz örnekleriyle doludur.