Dr. Ayhan Kavak*
Olağanüstü hikayelere kapı aralayan masallar “Bir varmış bir yokmuş” ile başlar. Fantastik ve mucizevi öğelerle dolu bu tür anlatılarda var olma ve yok olma söze girizgâh yapmak içindir. Toplumsal zaman akışları farklılık arz etse de sormadan geçemeyeceğim. İnsan da bir gün var, bir gün yok mu oluyor? Varlık ve yokluk denklemi masallardaki gibi mutlu sonlara erişebilir mi? Dün var olan Nevzat Canımız bugün yok mu oldu? Kanser illeti onu bizden kopardı mı? Bilemedim…
1967 yılında Amed’in Farqin ilçesinin Hacireşê Köyü’nde doğan Nevzat arkadaş koşulların elverişsizliğinden ve ailevi nedenlerden dolayı ancak ilkokula kadar okusa da bulunduğu köyde medrese eğitimi alabilmişti. İlk gençlik yıllarında köyde folklor ekibi kurarlar. O ekiple köy köy dolaşır, düğün derneklerin aranılır oyuncuları olurlar. Tutulan dilanların halay başı da Nevzat arkadaştı. Erken yaşta evlenir.
Henüz genç yaşında, 1992’de içinde yaşadığımız coğrafyamızda zulmetin zulmünün rutine bindirmiş olduğu yönelimlerden birinden ‘nasiplendirilir.’ Günlerce işkence tezgahında kalması yetmezmiş gibi onu hapishaneye atarlar. Malumun ilamı misali bir yargılama sonucunda müebbet ceza verirler. Sırasıyla Diyarbakır, Batman, Çankırı, Sincan, Siirt, Şakran, Siverek, Hilvan ve en sonunda Trabzon Beşikdüzü zindanında yirmi dokuzuncu yılını bitirmenin ardından ona gırtlak kanseri teşhisi konulur. Oradaki hastanede ‘hapishanede kalamaz’ raporu verilmesine rağmen işi kılıfına uydurmakta mahir olan mütehakkimler denetimli serbestlikle Nevzat hevalımızı bırakırlar.
Nevzat arkadaş okuma-yazma, bilgi-birikim açısından alaylı sayılsa da asıl olarak kendini zindanda donanımlı hale getirmiştir. “Firari Yazılar” kitabındaki söyleşisinde şöyle der: “Cezaevinde zamanı iyi değerlendirmem gerektiğine inandım. Nietzsche’nin “Yaşamak için sebebiniz varsa her şeye katlanabilirsiniz” veciz sözü tam da bu anlama tekabül eder. “İnsanın içinde bulunduğu Gayya kuyusunu Elysia bahçelerine dönüştürmesi yine kendi elindedir.” Ve devamla, “2000’e kadar genelde okuma sürecinde olurken 2000 sonrası Tarih, Mitoloji, Din, Felsefe, Toplum, Bilim, Ekoloji, Kadın konularına yönelmeyle yazma istenci perçinlendi…” der.
Yaşam içinde ve yoldaşlar topluluğunda sosyal ve hoşsohbet özellikleriyle tanınan Nevzat arkadaş, yaşamı anlamlı kılma uğraşında hep arayışta olmuş ve bitimsiz azmiyle deneyimlediklerini bilgi/kuram dünyasıyla pekiştirmesini bilmiştir. Yüreğimizin karanlığını ışıtan Bilge İnsan, “Yiğit olan kendini değiştiren insandır” der. Nevzat can da bu yiğitliğin ifadeye kavuşmuş hâli olmasını bilenlerdendi. İnanç, irade, kararlılık, katılım, bağlılık ve İnsanlık Hareketi’ne duyduğu güvenle kendini adeta zindanda yeniden inşa etmiştir. O hakikat ve bilgelik arayışını sürdürürken, zindanda ağacının meyvelerinin hasadını yayınlanan altı kitabıyla taçlandırır. Çıktıktan sonra da Tasavvuf’la ilgili yedinci kitabını da yayınlatabilmiştir.
Her daim moral kaynağıydı. Okumanın dışında satranç, futbol ve özel günlerde tutulan halaylarda sergovend oluşu ve o oyunda ortaya çıkıp türlü figürler sergilemesi dillere destandı. Dost, yoldaş ve dağ gibiydi Nevzat. Hepsinden önemlisi de Amed’de eskilerin dediği gibi sözlerin Pervari balıyla kesildiği muhabbet ortamlarının cemaat insanıydı.
Yazdıklarından çok daha fazlasının cevheriyle tüterdi. Masal, mesel, fıkra, hikâye anlatıcısıydı O. Bu yüzden hasbıhal eylemeleri kitaplarında dile getirdiklerinin çok ötesinde bir yetkinlik barındırırdı.
Kuşatılmış karanlık mekanlara yolu çıkanlar deneyimlemişlerdir. Seni çepeçevre kuşatan duvarlara ilk baktığında tüm benliğin titrer, isyan edersin; öfkelenirsin ufku sınırlayan engellere. Fakat salt o öfkeyle yetinenler zamanla duvarları kanıksayabilir de. Neticede hemhal olabilir duvarlarla. Bu gerçekleştiğinde ise zihinlerde betonlaşma yaşar kılınır. Değil mi ki kötülük odakları da bunu başarmak için vardırlar…
Nevzat Çapkın heval ise bahsettiğim o duvarlardan kanatlı heykel yapmasını bilip Sireng’i (Simurg) küllerinden yeniden doğurmuştur. Dizginsiz düşlerindeki Sireng onu engin göklere çıkarır. Zagros, Çarçella, Gabar, Herekol, Cudi, Ararat, Munzur, Koi Spi, Mereto ve bilcümle dağlara saygısını iletmesine aracı olur. Sonunda Andok’tan süzülerek Amed Burçları’na gölgesini ve gerektiğinde Hızır olup yetişmek için birkaç tüyünü bırakıp Farqin’in Hacireşê Köyü’ne ulaştırır Nevzat’ı. Düşbazdır! Kanatlanan düşleri onu enginliklere taşımasını bilmiştir.
2021 yılının son aylarında rahatsızlanır. Hastaneye götürülür. Yapılan tetkikler sonucunda kanser teşhisi konulur. Götürüldüğü birkaç hastanede “Cezaevinde kalamaz” raporu verilse de, o raporun gereği yapılmayarak (c)ezası bir yılın altına düştüğünden Denetimli Serbestlikle bırakılır. Kim bilir daha yatacak 3-5 yılı olsaydı, o haliyle hapishanede tutulacaktı. Tıpkı birçok can gibi zindanda ölümsüzleşecekti.
Aralık 2021’de sürgünde götürüldüğü Beşikdüzü’nden çıkar. Yol bilmez, iz bilmezdi. En yakın postaneye gider. Kontörlü telefon bulamaz. Ailesine de telefon etmeden Trabzon’dan Erzurum istikametine giden bir otobüse biner. Yolda yanındakilerden birinin telefonuyla konuşarak Erzurum’da kalan oğlu Azad’ın yanına gideceğini iletir. Haberi alan tüm aile adeta seferberliğe geçer. Daha Bayburt’a varmadan Azad otobüse yetişerek onu alır ve arabayla Erzurum’a ulaştırır.
Birkaç saat sonra da Amed’den onu karşılamaya gelen onlarca arabayla aynı gece köye doğru çıkarlar. Konvoy halinde Hacireşê’ye ulaşırlar. Sonrasında Amed’de bir umut diye özel hastaneye yatırırlar. Orada günlerce kemoterapi vb. tedaviler yapılır. Geçirdiği ağır tedavi sürecine rağmen moral ve motivasyonunu hiç düşürmemişti.
Uzun tedavilerin ardından o hastanede kendisine “kanser hücrelerinin hepsi yok edildi. Artık tamamen iyileştin” denilir. Aile ve yakınları büyük sevinçle onu köye götürür. Birkaç gün geçmeden hastalığı nükseder ne yazık ki. Acilen hastanenin yoğun bakım ünitesine kaldırılır. Ertesi gün hayata çöreklenmiş ölüm fiziki anlamda aramızdan alır Nevzat Can’ı…
Zindanda zihinsel kötürümleşmeye geçit vermese de içine tıkıldığı kuşatılmış karanlık mekanlarda hastalıklar peşini bırakmaz. Son darbeyi de kanser vurur…
“Öldü mü denir” şimdi ona? Bir varmış, bir yokmuş ile başlıyor masallar. Yok olmanın özgürlük sevdamızda yeri yoktur. Bir varmış ve hep varmış Nevzat hevalım derim onun için…
Evet, içimiz kan ağlıyor; fiziki anlamda aramızda olmasa da kanatlandırdığı düşlerinin peşinden yola revan olanlar bitimsiz bir dinamizmle akışını sürdürecek. Onun hayalleri, düşleri, özgür yaşama duyduğu inanç ve umudu bizlerde ve ardı sıra gelecek olanlarda yaşayacaktır.
Bıraktığı kalıt bize mirastır. Zira onların dibacesi direniş, serencamı da özgür yaşamdır. O güzel serencamlara değin yüreklerimizin sönmeyen kandil ışığında yolumuzu ve içimizi aydınlatmayı sürdürecektir. Nevzat Çapkın hevalımın anısı önünde saygıyla, sevgiyle, hürmetle eğilirim…
* Tarsus 2 nolu T Tipi Cezaevi