Radikal demokrasinin ilk şartlarından biri ulus-devlet anlayışının aşılmasıdır. Bir etnik ulusa, onun çıkarlarına hizmet eden bir sistemin demokratik olması demokrasinin doğasına aykırıdır
M. Ziyaettin Güler
Cumhuriyet kavram olarak Avrupa’nın aydınlanma döneminde öne çıkmıştır. Kurumsal olarak Roma imparatorluğuna kadar uzansa da halk yönetimi olarak ilk kez 19. yy.’da devletli sisteme oturtulmaya başlamıştır. Yönetimin kilise ve krallar tarafından tekelde tutulması halkı cumhuriyet etrafında toplanmaya zorlamıştır. Dönemine göre iyi bir kazanım olmuştur. Halkın kendi özyönetimi için iyi bir başlangıç yöntemi olarak belirlenmiştir. Avrupa’nın radikal olmasa da demokrasiye geçişinin temel taşlarından biridir cumhuriyet.
Fakat tüm devrimlerde olduğu gibi cumhuriyet devriminde de iktidarlar halk yönetimine el koymuş ve kendi çıkarları için kullanmıştır. Nasıl ki Fransız Devrimi’nde burjuvalar öne çıkmış ve halkın emeğinin üstüne iktidar piramidini kurmuşsa İran Devrimi’nde, Sovyet Devrimi’nde, Çin Devrimi’nde de iktidarın piramidi devrimin emeğinin üstüne oturmuştur. İktidarlar bunu yaparken Rousseau’nun Toplum Sözleşmesi’ni de göz ardı etmeyerek toplum devlet ilişkisini düzenleyen bazı kurallara yer vermişlerdir. Bunlar “seçim ve temsil, eşit oy, çoğunluğun yönetim hakkı, azınlık haklarının korunması, devlete karşı bireysel haklar, yasa önünde eşitlik gibi günümüzde artık demokrasinin yüzeysel yasaları gibi maddelerdir. Cumhuriyet olmanın şartları olarak sayılan bu maddeler bugünkü Avrupa’nın omurgasını oluşturmuşsa da demokratik cumhuriyet için cila olamayacak düzeydedir.
Aslında günümüz Türkiyesi’nde bu maddelerin işlevselliği bile bazı kesimler için büyük bir başarı olarak görülüyor ve bu aslında CHP gibi partilerin temel hedefidir denilebilir. CHP ittifakının (İyi Parti hariç) seçim propagandası bu çerçevededir. Ana muhalefetin hak, hukuk, adalet söylemi bunun üstünde değildir. Kısacası Millet İttifakı Avrupa’nın yüz yıl önce uygulamaya koyduğu ve bugün artık işlevini yitirmiş yapısallıkları Türkiye halklarına vaat ediyor. Gerçi Erdoğan yönetimindeki bugünkü Türkiye’ye bu vaatler bile cennet kapısı gibidir. Bunun böyle görülmesinin nedeni ise kutsal sembollerle uyutulan Türkiye halklarının (hepsi değil) demokrasinin gerçekte nasıl bir yönetim şekli olduğundan bihaber olmasıdır. Bugün Türkiye’de büyük bir çoğunluk adil bir seçimin olmasını devrim sayıyor.
Bu bağlamda Türkiye’nin tam demokratik bir cumhuriyete geçişi altılı masanın mevcut haliyle zor değil, imkansızdır.
Radikal demokrasinin ilk şartlarından biri ulus-devlet anlayışının aşılmasıdır. Bir etnik ulusa, onun çıkarlarına hizmet eden bir sistemin demokratik olması demokrasinin doğasına aykırıdır.
Bir halkın dil ve kültürünün diğer halklara dayatıldığı, diğer halkların dışlandığı, yok sayıldığı bir devlette demokratik cumhuriyetin inşa edilmesi mümkün değildir. Millet İttifakı’nın demokratik Türkiye söylemi veya demokrasi vaadi ancak mevcut devletin daha fazla güçlenmesi anlamına gelir. Demokrasiye Rousseau’nun penceresinden bakanlar ancak Efrîn’i kendi topraklarına yasal olarak nasıl katabileceklerinin hesabını yapanlardır. Demokratik bir cumhuriyetin kuruluşunun Millet İttifakı’nın mevcut program ve tüzüğü ile varılamayacağını, bugün yaşasaydı Aristo da karşı çıkacaktı. Çünkü a asla b olamaz. Millet İttifakı’nın bu zihniyeti ile demokrasi gelmeyecektir.
Yazının başında Emek ve Özgürlük İttifakı’nın demokratik cumhuriyet için tek şans olduğunu yazmıştım. Bunun sadece ulus-devlet mantığının aşılması ile olabileceğini belirtmek eksik olacaktır. Demokratik cumhuriyet ve demokratik ulus sadece yasaların değiştirilip hukuk devleti normlarına oturtulması ile oluşturulamaz. Bugün Türkiye’de Kürt sorunu, Alevi sorunu, kadın sorunu sorunların başında gelmektedir. Fakat bu sorunların çözümü Türkiye’yi demokratik bir cumhuriyete dönüştürmeyecektir. Bu adımlar bir başlangıç olacaktır. Fakat yetersizdir. Bugün tüm dünya genelinde demokratik modernite ile kapilalist modernite arasında her gün biraz daha şiddetini arttıran bir savaş vardır. Bu savaşın ahlaki politik yanları olduğu kadar ekolojik sorunları, toplumsal örgütlenme sorunları, üretim ve tüketim sorunları, kültürel yozlaşma, kültürsüzleşme sorunları mevcuttur. Toplum her geçen gün biraz daha liberalize ediliyor. Her geçen saat biraz daha yozlaştırılıyor. Bu anlamda programı olmayan CHP ve masa arkadaşlarının getireceklerini iddia ettikleri hak, hukuk, adalet ancak liberalleştirilen bireyin hukuki güvencesini sağlayacaktır. Tekrar söyleyeyim, mevcut gidişatın hukuki kılıfını hazırlıyor CHP. AKP’nin alternatifi değil, onun topladıklarını kurumsal bir çerçeveye oturtmaya çalışacaktır.
Bin yıllardır kanayan yaraların neden kanadığının bilincinde olmayan CHP veya diğer ortakları ancak ellerinde pansumanla yarayı kapatmaya geleceklerdir. Devletli sistemin özellikle de Türkler eliyle yönetilen devletli sistem bin yıldır bastır, yok say, gerekirse yama yap zihniyeti Jîna Amini’nin, Özgecan’ın neden öldürüldüğünü nereden bileceklerdir. Her gün biraz daha derinleşen kadın sorunu hakkında nasıl bir tarihsel bilgiye sahiptirler? Ezberledikleri tarih ile toplumsal cinsiyet kırılmasının sebeplerinden nasıl haberdar olabilirler ki? CHP ve masa arkadaşlarının kadın özgürlüğünden anladığı ancak Atatürk’ün kadın için getirdiği seçme ve seçilme hakkı çerçevesindedir. Bunun bile toplumsal yanlarını değil yasal yanlarını biliyorlardır. Türkiye ve Ortadoğu’da hala bir yasa ile ortaya çıkıp katliam yapan anlayışların hangi iktidarın çark dişlileri olduğunu bilmeyen bir muhalefet Türkiye gibi Ortadoğu’nun ortasında yer alan bir ülkenin hangi sorunlarını anlayabilir? Dünyaya at gözlüğü ile bakan bu karanlık zihniyetlerin rönesanstan geçmesi gerektiğinin bilincinde olmayan, tartışılamaz (değiştirilmesi bile teklif edilemez) diyen çağdaş cahillerin bu ülkenin yönetimine talip olmaması lazım. Avrupa’nın çürümüş demokrasisi, İran ve Arap dünyasının birbirini tutmayan entrikaları, Rus ve ABD’nin yüz yıllık planlarının yıllık öngörüsünü bile yapamayan bu popülist partilerin bu ülkede yönetime adayım demesi ülke için yeni bir yüzyıllık karanlığı onaylıyorum demesidir. Özelde Kürt sorunu genelde tüm toplumsal sorunların kilit noktalarını temsil eden bu devletlerin yaklaşımlarını ve tarihsel nedenlerini bilmeyen bir siyasi yapı bu ülkenin yönetimine aday olmamalıdır. Son iki yüzyıldır oynanan oyunların, halkları semboller ile uyuşturanların neden ve sonuçlarını bilmeyen siyasi partiler öncelikle bu ülkenin arşivdeki tarihini iyi bilmelidir.
Sadece kısa başlıklar halinde sıralamaya çalıştığım Türkiye ve dünyadaki toplumsal sorunların iyi birer öğrencisi ve aktivisti olan HDP ve bileşenleri bu nedenle tek alternatiftir. Emek ve Özgürlük İttifakı’nın herhangi bir partisinin programına bakın, tüm bu sorunlara dolaylı da olsa bir cevap bulacaksınız. HDP’nin demokratik uygarlık, demokratik ulus inşa programı tek başına tüm dünyaya yeni bir paradigma vaat ediyor. Emek ve Özgürlük İttifakı partilerinin bir araya gelmesi bile demokratik ulusun genel çerçevesi iken, yüz yıl önce Avrupa’da uygulanan yasaları Türkiye halkalarına vaat eden partiler mi bu ülkenin sorunlarına çare bulacaklar? Din, mezhep, cinsiyet, ekoloji gibi kökü derinlerde olan savaş sebeplerinin tek alternatifidir bu ittifak. Bu anlamda herkesin, her kesimin, her oluşum ve yapının bu ittifak etrafında birleşmesi lazım. Bu ittifakın acil olarak bu ülkenin yönetimine gelmesi lazım.