Öfkeliyiz. Yastayız. Öfkemizde yas, yasımızda öfke var. Birbirini kovalıyor, yarış değil, bu bir destek ve moral. Sen koş, sen daha çok koş. Çünkü durmadan ve alçaklığın dibini kazırcasına daha da barbarlaşan bir saldırı var. Ölümüzün taziye çadırına, ölümüzün kemiklerine, orada durmayıp dirimizin hastasına, esir aldığına… gider de gider. Bu kadar örgütlü ve sistematik bir kıyamet var.
Kızkardeşim dedim, yoldaşım diye devam edebilirim. Öğretmenim diye de hitap edebilirim çünkü yetmiyor. Nagihan Akarsel kurşunlanarak katledildi. Korkak bir devlet aklı, kendisi kadar aciz ve korkak biri veya birilerini bulup eline silah, yüreğine kin vererek bir arkadaşımızı bizden aldı.
Haysiyet çok önemli bir mevzidir. Kurması da yıkılması da en az o kadar zordur. Uzun erimli bir inşadır ve bilinmeyen bir bedeli vardır. Aslında bir settir, bir bent gibi, bir engel gibi. Aşmak imkânsız, aşındırmak ise zamana yayılarak yapılır. Bazen bir çağ gerekir haysiyeti unutturmak için, yerle yeksan etmek için. Olmadı, dibi kazılır, kendi çöksün diye.
Neyse ki haysiyeti inşa edenler de durmuyor. İyi ki bildiğini bildiren ve sürekli anımsatanlar var. Kürt halkı için konuşursak, paranteze almadan ve alıntılara sığınmadan adıyla yazarsak; durmayanlar isyanına güvenenlerdir. Yani mücadele etmenin haysiyetini ve zarafetini beraberinde taşıyanlardır.
Yıllardır devlet saldırıyor, Kürtler saldırılara direniyor. Salt bir savunma değil, oradan çıkalı çok oldu. Kör bir dövüşe evirilmeyen bir tavır, öfkenin davranışı var. Herkes bilir, savaş bir deja vu değildir. Yanılsamalar, yorgun düşmeler ve yılgınlıklar salgın misali yayılır, evet bu bir gerçek. Yine de diri bir isyan, harlanan bir ateş gibi her yeri aydınlatır, şükür ki bu da bir gerçek.
Kapatılmayan yara yoktur, kapatılması engellenen yaralar vardır. Kabuk bağlamasına engel olunan, sürekli kanatılan. Bunu öğretir egemen, öğretilmesini de teşvik eder. Bir alışkanlık olması için alkışlar ve yepyeni sloganlarla tezahürat eder, bir fanatik gibi. Holigan diye de okuyabiliriz.
Kabul edelim ve ettik: en değme barbarlığa ayakta alkış tutturan bir gerçek rüzgârı esiyor. Kimini savuruyor, kiminin derisini daha da sertleştiriyor. Kuşaklardan kuşaklara fark yaratıyor. Öyle ya, her kuşak kendi isyanını da unutkanlığını da yeniden okuyor ve yazıyor.
Nagihan Akarsel, Kürt bir kadın, Kürdistan’da kurşunlanarak katledildi. Bu cümleyi yazmak ayrı bir ağır, bu cümleyi okumak ayrıca ağır. Zaten biz tüm zamanların ağırlığından şüphe ediyoruz artık. Biz tüm zamanların yazdıklarını yeniden yazıyor ve okuyoruz kaç zamandır. Bir çember değil bu zaman, bir düstur da değil.
Kürtlerin bayramı olan Newroz’da polislerin katledip iftira ile tekrardan katletmek istediği ama bunları fotoğraflayıp engel olan Kürt gazeteci Abdurrahman Gök, Nagihan Akarsel’in Kemal Kurkut için yazdığını paylaştı. Gazeteci Gök, şunu yazdı: “Kemal Kurkut için şu satırları kaleme almıştı Nagihan Akarsel: “Hepimizin çıplak vicdanı oldu Kemal. Amed, Newroz’u kutlarken Diyarbakır ortasında bir genç vurulmuş yatıyordu. O bizdik. Bizim vicdanımızdı işte…” Bugün Süleymaniye’nin ortasında Nagihan’ı da vurdu alçaklar…”
Hayatlarımız biraz böyle. Ölümüz yani öldürülenimiz için yazarız, aynı şekilde katlediliriz. Bu asla bir kader değildir ama bir kader olsa da bunu biz yeniden yazacağız. Tarihten bilinir, hakkımızda yazılanların hükmü yoktur, yazdıklarımızın mirası esastır ve bizimdir. Biz ağıtçı değiliz, bunu bize dayatanların yüzünde kahkahamızı patlatırız.
Kürt bir kadın olan Jîna Mahsa Emînî’nin saçı göründüğü için İran’da molla rejimi bir alışkanlık niyetine vahşice onu katletti. Süleymaniye’de Kürt bir kadın, özgürlüğün peşinden koşarken kalleşçe kurşunlandı. Son bir gözyaşı ve o ıslak gözlerin bakıp dediğidir: Ezilen bir halkın haysiyetiyle oynayanlar, kendi haysiyetinden şüphe edenlerdir.
Bahçeniz bahar görmesin değil artık, mezarınız güneş görmesin.