Kullanılmış çareler bizi bir yere götürmüyor, kullanılmış dermanlar da artık yaraya fayda etmiyor. Yürüdüğümüz sokaklar hep aynı çıkmaz sokağa götürüyor. Sabaha kadar sıkıldık, yıllarca sabrettik. Devam eden bir inat, esrik olmaya muhtaç. İnsan bildiği yoldan vazgeçmeyi de bilmeli.
Sürat, hız ve haz, bir de illaki zafer. Oysa ertelenen her şeyin günahı ve sevabı beraber kaldırım taşı döşüyor. Adımlar orada başlıyor ve ikaz da orada gömülü. Çemberine hayran bir volta atmak olmuş iddia. Sınandığına ödev verecek kadar yüzsüz bir dünya. Vazgeçmenin ezberi zaferle bozulurmuş. Çünkü alışkanlıklar bir döngünün müjdesinden ötesine geçmiyor.
Beklentiye hesap sorulamıyor, cevap soruların altında ezilip bir enkaza dönüşüyor. Tatmin olmakla tahmin etmek arasında bir sarkaç gidip dönüyor. Buraya bir ızdırap, bir yerlere iliştirilen hüsran, hiç kimseyi tahrik edip yola revan etmiyor. Cımbızla alınan keyif, çeperine kuşkuyla bakan bir sezgi, herkesi toplayıp her yere dağıttı.
Düşünmek düşenleri ve vazgeçmeyi kâbus sananları. Peki ya dışarıda kalanlar kapı mı, anahtar mı, kilit mi? İşte durmak ve varmak gerekir. Herkesin hülyası herkesin rüyası değil. Beklenti bazen beklemekle inatlaşıyor. Devran döner, sap değişir, enkaz dünyaya miras kalır. Tersi de dünyanın kâbusu.
Düşündüğünü yapmak, düşlediğinde mandallanmak, ıslak ve çırılçıplak. Büyük hengame, kısa talih, yersiz mutluluk, gereksiz heyecan gibi sürüklüyor. Varmanın büyük yalanı ağız payı olarak hepimizi dövüyor.
Sıkılmak insan icadı, sabretmek ve hepsiyle sınanmak da öyle. Kaçmak gerekiyor, terk etmenin sarhoşluğunda gitmenin keyfini keşfetmeyi yaymak lazım. Başka bir rüyada uyanmak, bilinen hayatın karabasını hatta korkusu olsun. Bilindik yollardan sapmanın günahı korkularla beraber nostalji olsun. Ol dediklerimizin olasılığı gölge etsin yeter. Olanların meleği de şeytanı da olmaya razı olmak lazım.
Kaz da kaz, göm de göm bu yaşama serencamı ölmeye amade. Bu telaş, bu kadar yönlendirme hayata haram. Helak edilmiş bir çağın günahı kalp atışları kadar yakın. Diplere kuyu arayacak kadar tuzaklarla dolu. Varıp gideceğimiz her yer ancak o kadar diye bir sınır.
Vardığımız yer şöyle olacak: Bizi köle sanıyorlar, yanlış. Bizi unutkan sanıyorlar, yalan. Bizi avutmak istiyorlar, hata. Bizi yok etmek istiyorlar, asla.
Bizim başkaldırımız var, bizim hatırladıklarımız var, bizim tecrübemiz var, bizim var olacaklarımız var. Hengâme sanılır ve tarih diye önümüze koyarlar. Halbuki an dediğin tarihte yepyeni bir sayfa açar ve artık hep o okunur ve anlatılır. Ta ki sonsuz özgürlüğe varana kadar. Çünkü zaman böyle geçer.
Savunduklarımız tek tek tökezlerken, sevdiklerimiz bir bir yok edilirken, denilmesin provokasyon, sanılmasın vazgeçtiğimiz. En başında neye inandıysak, ahımız isyanımızı beslerken, kimse önümüzde durmasın diye yeni bir itiraz, dip yerlerden makamı en yüksek olanlaradır. Sözümüz çağa halen genç, iddiamız her yüzyıla geçerli salvodur.
Tökezleyen düşer, ısrarında duran kazanır. Coğrafya değiştirendir yani zalimin zulmünü engelleyendir. Artık böyle okunmalı, böyle davranmalı dünyaya. Melankoli de siyasi sinsilik de ırak dursun. Başladığımız her yerin yakınında mezarlıklarımız ve göndere çekilecek hayallerimiz var. Oranın dibindeyiz.
Haftanın kitap önerisi: Zaven Biberyan, Meteliksiz Âşıklar / Çeviren Natali Bağdat, Aras Yayıncılık