Hızla patlayan işsizlik ve yoksullaşmayla karakterize olacak yüksek basınçlı türbülans ortamında bu kriz sürecinin nasıl ilerleyeceğini de benzerlerini göz önünde bulundurarak öngörebiliriz. Bu tip krizler değişik dönemlerde, birçok ülkede, hızla gericileşen siyasi iklimlerde yaşandı ve çoğunda siyasi gericilikte sıçramaya yol açtı. Bu krizler toplumları “yeniden başlamak” zorunda bıraktı.
Egemen sınıflar yeniden başlarken “toplumun genel çıkarlarını” değil, “sermayeye dayalı üretimin bekası”nı temel aldılar. Bunun için faşizmi, dinci gericiliği, etnik-dinsel arındırmayı, emperyalist savaşı büyük sermayeye bağlı birçok kanaldan kışkırttılar. Halk içerisindeki gerici eğilimleri kör kör parmağım gözüne bir istismarcılıkla “parlatan” siyasi seçeneklerin önünü açtılar. Bu kriz de böyle ilerleyecek. Ama bu noktaya hemen gelinmeyecek. İlk dönemde egemen sınıf ve iktidar sözcülerinden “fırtınayı atlatmak”, “yaraları sarmak” gibi söylemlerle, yalandan “onarım programları” nı dinleyeceğiz. Bunlar, kamu maliyesini daraltarak, yeni vergiler koyarak, orta ve uzun vadeli yatırımları durdurarak, kısacası mevcut üretimden tasarruf sağlayarak “deliği tıkamayı” hedefleyen “onarım programları” olacak.
Bu “oyalamalar”la, ezilen sınıfların kendi alternatiflerine yönelmesini önlemeyi, halkı beklentiye sokmayı hedefleyecekler. Ama bu arada faşist partilerin liderleri, kadroları ve basını, egemen sınıfların gerçek anti-kriz programına denk düşen aşırılıkçı/gerçek dışı/demagojik bir siyasi jargonun “düşman” kavramını “milli çıkar” örtüsüne sararak geniş halk kitlelerini kuşatmaya başlayacaklar. (Ve zaten buna başladılar) Bu “düşman” tanımlamasının odağında, yeni başlangıç için “yıkılması” gereken sınıfsal kesimin olacağını akılda tutmalıyız. 12 Eylül’de bu kesimin simgesi “Evren’den yüksek ücret alan çöpçü” idi. Bu simgeyle işaret edilen hedef ise “vasıfsız-az vasıflı örgütlü işçi” idi.
Emperyalizmin dayattığı Yeni Uluslararası İşbölümüne “ihracata yönelik sanayileşme” üzerinden entegrasyon programını uygulayabilmek için vasıfsız-az vasıflı örgütlü işçiyi yok etmek gerekiyordu; 12 Eylül faşizmi bunu yaptı. Bugünkü krizin Türkiye’yi götüreceği yer az çok belli: Emperyalist kapitalist sistemin kıyısına itilmek ve hiyerarşinin daha alt bir seviyesinden yeniden eklemlenmek, mesela Avrupa’nın Çin’i olmak.
Diktatörlüğün “yerli ve milli savaş sanayii” yalanları, akla zarar “tersine beyin göçü çağrıları” şu gerçeği gizliyor: Türkiye yalnızca vasıfsız-az vasıflı emeğinin değil, vasıflı-yüksek vasıflı emeğinin de emperyalist kapitalist sistemin ucuz emek girdisi haline getirileceği bir düzenlenme sürecine giriyor. Bu sürecin somut olarak hangi program etiketiyle (mesela “Yeni Osmanlı”?) gerçekleştirileceği belli değil. Ama bugünkü faşist jargonun hedefine koyduğu sınıf kesimi vasıflı, yüksek vasıflı ücretli emekçiler olacak gibi. İktidarın, 2000’lerin başında (güvencesiz çalışmayı genelleştirmek için) işçi sınıfı içi hiyerarşide “yukarıya” yerleşmesine göz yumduğu vasıflı ücretli emekçileri odağına alan bir yoksullaştırma ve güvencesizleştirme programını tercih edeceği anlaşılıyor.
2013’ten bu yana belirgin bir biçimde gerçek ücret gerilemesi ve güvence yitimi yaşayan bu kesim zaten iktidarın, işçi sınıfının en az nüfuz edebildiği kesimi. İktidar için bir tehdit, işçi sınıfının vasıfsız-az vasıflı kitlesi için ise “kendisini ezen gündelik düşman”. İktidarın kendisine bağımlı hale getirdiği bu işçiler kitlesine anlatacağı bir büyük yalana ihtiyacı var. Bu büyük yalanın vasıflı-yüksek vasıflı işçi kitlesini hedef haline getirecek bir söylemle üretileceğini (“dış kumandalı, yoksul düşmanı, kibirli iç düşman”) kestirebiliriz. Bu süreçte, işçi sınıfının vasıflı kitlesinin de yeniden politize olması kaçınılmaz. İktidar, Kemalizm’in ve devletçiliğin (12 Eylül’cü Kürt düşmanı ve kontrgerilla tapıcı yorumunun), bu sınıf kitlesinin yeniden politizasyonunda bir “doğal eğilim” olarak ön plana çıkarılmasını destekleyecektir. Bu politik tercihin toplumsal program olarak karşılığı ise “kesimsel ayrıcalıklarını koruma mücadelesi” olacaktır.
Bu, oligarşinin, neredeyse 40 yıldır işçi sınıfının saldırı altındaki kesimlerini teker teker yenilgiye uğratmak için sürüklediği çukurdur! Bugünkü krizde doğru ve geçerli seçenek, krizin ağır yükünün altına sokulan bütün emekçileri “Türkiye için bağımsız, demokratik ve sosyalist bir kurucu inisiyatif” oluşturmaya çağırmaktır. Bunun ön şartı ise, emperyalist merkezlerin ve büyük sermayenin bir onarım programına ikna edilmesini ön plana çıkaran “sosyal demokrat” ve “liberal” muhalefet çizgilerine açıkça karşı çıkmaktır. Mezhepçi faşist iktidara karşı direnmek isteyen halkı “inandırıcı, çekici ve güvenilebilir bir politik özne” etrafında birleştirebilmek, yüzünü geçmişe dönen değil, krizin adım adım ilerleyişini hesaba katarak geleceğe bakan bir siyasi netlik etrafında birleşmeyi gerektiriyor. Hepimiz biliyoruz ki, diktatörlüğe geçişi durdurmanın politik taktiği ile onu yıkmanın politik taktiği aynı şeyler değil.
*Bu yazı sendika62.org ile eşzamanlı olarak yayınlanmaktadır.