Veysi Sarısözen
Eğer baskılara göğüs gerer ve aşağıya aktaracağım sözlerinin arkasında seçimlere kadar durabilirse, Kılıçdaroğlu Cumhurbaşkanlığını kazanır.
Bu kadar kesin konuşmamın nedeni izninizle çok uzunca aktaracağım Kemal Bey’in şu sözleri:
“Dünya ikiye ayrılmış durumda politik olarak. Demokrasiden yana olanlarla otoriter rejimlerden yana olanlar. Biz öteden beri demokrasiyi savunan bir partiyiz ve demokrasiyi savunan dünya içerisinde olmak zorundayız. İnsan hakları burada, gelişme burada, bilimsel gelişme burada, adalet burada, insana saygı burada, sosyal devlet olmanın gereği burada, düşünce özgürlüğü, üniversite özerkliği burada.”
“Yerimiz demokrasidir, demokrasiyi savunan uluslararası kurumların yeridir. Biz bugün Avrupa Konseyi’ne üyeysek, Avrupa Birliği’ne üye olmak istiyorsak, AB’nin önerdiği bütün demokratik standartları ülkemize getirmek zorundayız.”
“Göreceksiniz iktidar olduğumuzda vize serbestisini getireceğiz ve bu demokratik standartları kendi ülkemizde hayata geçireceğiz.”
AB güzellemesindeki abartıyı geçelim. Kılıçdaroğlu “AB mi, Şanghay mı?” meselesinde “tarafını” seçmiştir ve şu andan itibaren hem partisindeki “ulusolcu” Ergenekoncularla, hem Altılı Masa’daki devlet uzantılarıyla, örneğin 2013 yılında ŞİT’le “Diyalog Ortaklığı Mutabakatını” imzalayan Davutoğlu gibilerle ve kesinlikle Şanghay’a firar etmeye hazırlanan “derin devletle” keskin bir çatışma içine girmek üzeredir.
Bu durumda Altılı Masa’nın Cumhurbaşkanı olarak kimi aday göstereceği artık altı parti arasındaki basit bir “rekabet” konusu olmaktan çıkmış, iki “sistem içi” programdan hangisinin seçileceği ile ilgili bir kavga konusu olmuştur. “AB mi, Şanghay mı?”
Böylece “sistem içi” siyasi mücadele, ilk defa “kayıkçı dövüşü” olmaktan çıkma, Türk kapitalizmi için hayati bir tercihle ilgili reel mücadeleye dönüşme aşamasına doğru yönelmiştir.
Altılı Masa açısından kriz yaratacak olan bu gelişme, CHP’nin “iktidar mücadelesi” açısından sanılandan çok büyük sonuçlar doğuracaktır.
Türk seçmeninin bugün de yüzde altmışı AB üyesi olmaktan yanadır. Öyle ki AB’ye ulaşabilmek için Meriç Nehri’nde ve Ege Denizi’nde ölümü göze almaktadır.
MÜSİAD ve Beşli Çete gibilerinin dışında, Batı kapitalizmiyle entegre Türk kapitalistleri, TÜSİAD eğer Kılıçdaroğlu bu kararında direnebilirse onun yanında olacaktır.
AB ve ABD, CHP’nin içindeki kendi emperyalizmiyle dost “yabancı emperyalizme” karşı ulusalcı eğilimden bu “ayrılışı” hararetle destekleyecek, eğer bu tercihte ısrar edebilirse, CHP uzun yıllardan sonra uluslararası arenada dikkate alınır bir partner sayılmaya başlayacaktır.
Dikkat ederseniz tahminlerimi “şartlı” olarak yapmaktayım. Çünkü Kılıçdaroğlu’nun bu çıkışı çok tazedir, “AB mi, Şanghay mı” ikilemini politik çizgisinin merkezine koyup koymayacağı, buna gücünün yetip yetmeyeceği henüz belli değildir.
Kürt özgürlük hareketi hiç kuşkusuz “AB mi ŞİT mi” gibi bir ikileme kendini hapsetmez. Onun programı bütün kıt’alarda “Konfederalist halklar ittifakı”dır. Ancak Kılıçdaroğlu’nun “yeni çizgide” ısrar etmesi HDP’nin seçim taktiğini de ilgilendirmektedir.
Aslına bakarsanız, Kılıçdaroğlu’nun bu çizgide ısrar edebilmesi Masa’da oturan beş partinin desteğine değil, HDP’yle kuracağı şeffaf, ilkeli, samimi ittifaka doğrudan bağlıdır. Çünkü CHP Masa’daki en büyük ortağı İyi Parti ile çizdiği yeni yolda yürüyemez. Ergenekoncuların saldırılarına göğüs germek için Akşener’e, Davutoğlu’na güvenemez. Babacan’dan alacağı destek ya da Saadet’ten alacağı “hayır duası” Ergenekon saldırısını püskürtmeye yetmez.
HDP “kapitalist modernitenin” merkezi AB hedefini kendi program hedefi olarak elbette savunmaz. AB devletlerinin Erdoğan’la yaptığı kirli pazarlıkları en iyi bu parti bilir. Ancak şu da bir gerçektir: Şanghay’a karşı AB hedefine yönelen siyasi güçler, birlikte yürünebilecek, geçici de olsa yol arkadaşlarıdır. Onların son durağı şimdiki kapitalist ve emperyalist AB devletlerinin durağıdır, HDP’nin hedefi ise bana öyle geliyor ki, “demokratik, konfederal AB ortak evini inşa etmek ve inşa edilmekte olan demokratik, konfederal Ortadoğu ortak eviyle dönüştürülecek olan AB ortak evini birleştirmek ve böylece Üçüncü Dünya Savaşı’ndan insanlığı kurtarmaktır.”
Şimdi sorun şudur: Kılıçdaroğlu ilk adımını attığı yolda HDP’yle yürümeyi göze alabilecek mi? Yoksa kendini Altılı Masa’da yalnızlaştırarak Ergenekon karşısında savunmasız mı bırakacak?
Dikkat ederseniz seçimden söz etmiyorum. HDP oylarının “kilit mi, anahtar mı” olduğunu hatırlatmıyorum. Seçimlere kadar yürünecek yoldan söz ediyorum.
Çünkü seçimlere kadar yürünecek olan yol, Kılıçdaroğlu’nun yeni yönelimi eğer kalıcı olacaksa, mayınlarla dolu olacak ve CHP bu mayınlı yoldan yürüyebilmek için, böyle yollarda eşsiz tecrübeye sahip olan HDP’ye ihtiyaç duyacaktır.
O halde Kılıçdaroğlu’nun yeni yönelimde direnip direnmeyeceği, şu andan itibaren HDP’yle nasıl bir ilişki kuracağına kesinlikle bağlıdır.
Yeni yolda eski kafayla yürümek imkansızdır.