Yegor Anaşkin’in filminde Züleyha’yı Çulpan Hamatova canlandırdı.
Ragıp Zarakolu
Elimin altında başka bir kitap: Tatar kökenli Rus yazarı Guzel Yakhina’nın “Züleyha Gözlerini Açıyor”. 7 yıldır ülkeye yasaklı olmamın sonuçlarından biri de geç haberdar olmak yayınlanan yeni güzel kitaplardan. Sadece kitaplardan mı, aynı zamanda yeni kurulan yayınevlerinden. Hep Kitap’ı kutlarım bu yayınından dolayı.
Guzel Shamilyevna Yakhina yani Güzel Şamil Kızı Yaxina. X’i Kürtçe alfabeden ödünç aldım sesi verebilmek için.
Aslında kitapta büyük annesinin 1930’lardaki hikayesini anlatıyor. Kazan Kenti Edebiyat Ödülü’nü almış.
Guzel Yekhina Ukrayna işgaline karşı çıkan Ruslardan: “Barışa inanç, her birimizin kimliğine saygı üzerinde şekillenen Sovyet çocukluğumun ayrılmaz bir parçasıydı. Bu inanç sonuna dek sarsılmaz gibiydi, 22 Şubat 2022 olayı beni ezip geçti. Dünyam sona ermedi, sadece yara aldı. Bu benim savaşım değil. Onu benim savaşım olarak düşünmeyi reddediyorum”.
“The European Azerbaijan Society-UK” kuruluşudur yazılı iç sayfa tanıtımında.
Azeriler Aliyev hanedanına mahkum sanmayın! Yolum çok kesişti Azeri muhaliflerle.
Azeri kimliği bizim sınırlarımıza Kars ve Ardahan’ın ilhakı ile girdi diyebiliriz. Sadece onlar mı? Serhat Kürtleri, Terekemeler, Malakanlar, Ahıskalılar, Gürcüler, kısa bir süre olsa da Ermeniler, Rumlar, Litvanyalılar, Katolikler, Volga Almanları hatta. Az ya da çok!
Belki bu yüzden, Erzurum “yiğitleri” 70’lerin iç savaş ortamında taşlarlardı, solun güçlü olduğu Kars otobüslerini.
Çocukken Arpaçay kaymakamı babamdan az hikayeler dinlememiş, atlı kızak arabalarındaki resimlerine hayranlıkla bakmıştım. Zaman zaman yapılan sınır sorunu görüşmelerinde Sovyet asker sivil görevlilerin üzerinin döküldüğünden söz etmişti.
Ve İnönü rejiminin sığınmacı Kırım Tatarları ve diğerlerini Sovyetlere tirenle postalamasını, onların eşyalarını pencereden halka atmalarını, “nasıl olsa yaşama şansımız olmayacak” diyerek.
Nobelli yazarımız Orhan Pamuk’un “Kar” romanına mekan olarak Kars’ı çekmesi boşuna değil.
Kars Azerilerine ve oradaki çok renkliliğe ve tarihin yöredeki gelgitlerine değinen harika bir roman okudum şu günlerde. Aynullah Akça’nın başlığı hayli uzun kitabının: Matos Kişinin Hayatından Seçilmiş Üç Mayıs Günü. (Elfene Dünya Yayıncılık, 2018) Üç kitap toplam, Birinci Gün, İkinci Gün, Üçüncü Gün. Sonuncunun çıkmasını merakla bekliyorum.
Aynullah Akça’nın daha önce çıkan kitabı, “Bir Hava Korsanının Anıları” (Kalkedon Y. 2015) hakkında yazıma şu linkten ulaşabilirsiniz. (1)
Hep Kitap Yayınevi’nin kendini tanımlayışını da çok sevdim: “Kitap kokusunu hep sevdik. Yayıncı olduk. Yıllarca Türkiye’nin önde gelen yayınevlerinde bazen beraber, bazen ayrı ayrı okuduk, seçtik, yayımladık. Sonra bir gün bir araya geldik. Ne yapmak için? Türkiye’ye yepyeni bir yayınevi kazandırmak, şimdiye kadar yapılmamışı yapmak, yapılmışa da hep farklı bir açıdan bakmak için. Dünya çapında işler yapmak için. Severek okuduklarımızı, gün geçtikçe daha artacağına inandığımız okurlarımıza ulaştırmak için. Türkiye’den genç ve taze sesleri sayfalara dökmek, dünyanın çeşitli coğrafyalarından duyulması gereken sesleri hep duyurmak hedefimiz. Gündemi yaratan, günü yakalayan kitapları sunmak… Titiz, özenli, tertemiz bir çalışma anlayışıyla… Metinden görsele, kapaktan tanıtıma kadar aynı özeni hep korumak… Hep kitabı ön plana almak. Kurgu ya da kurgu dışı… Edebiyat, sanat ya da yemek… Hep hayat… Yetişkin, çocuk ya da genç… Bu alanların tümünde en iyi kitapları hep biz yayımlayalım istiyoruz. O yüzden hep kitap düşünen bir ekip kurduk. Okudukça hep çocuk, hep genç kalan bir ekip bu… İsmimizi de o yüzden ‘hep kitap’ koyduk. Hep kitap bundan sonra yayıncılık sektöründeki herkesin hep hayatında olacak.”
Ayşe Nur ile Alan ve Belge’yi tam da benzer anlayış ile kurmuştuk. Resmi tarihi sorgulamaya, tabu konuları gündeme taşımaya çalıştık. Kürt ve Ermeni dosyasını açarak. Akdeniz, Yunan, Ermeni edebiyatından, Yahudi kimliğinden, Karadeniz kimliğinden, Arap edebiyatından sesler taşımaya çalıştık. Latin Amerika edebiyatına özel yer veren ilk yayınevlerinden biri olduk. Bu 80’lerin dünyasında bir direnişti: Yayınlamak direnmektir! Ve hapisteki şairlerin ve yazarların kitapları için Yeni Sesler dizisini oluşturduk. Bu seri de yol açıcı oldu diyebilirim. 80’lerin dünyasında küçümsenen “hapishane edebiyatı” diye küçümsenen olguya dikkat çekilmiş oldu. “Yazmak direnmektir!”
Bu direniş geleneği bugün de devam ediyor.