Duvarında “Egemenlik kayıtsız, şartsız milletindir” yazan, Türkiye Büyük Millet Meclisi adında bir parlamento var. TBMM, her ne kadar “milletin iradesinin tecelli ettiği yer” olarak ders kitaplarında anlatılsa da, askeri darbelerle darbelenen, her siyasi krizde bypass edilerek devre dışı bırakılan, uyulması gereken yasa ve kanunları hatırlattığı ölçüde militarist yapılar tarafından aşağılanan, ekonomik-sosyal krizin yegâne müsebbibi olarak işaret edilen dört başı bayındır bir yapı. Sistem partilerinin birbiriyle tepiştiği, yumrukların havada uçuştuğu ama toplum yararına bir konu gündeme geldiğinde “bütçeye yük getirir” gerekçesiyle yekvücut halde hareket edilen, savaş tezkerelerine “milli beka” gerekçesiyle iki el birden kaldırılan bir yer TBMM.
Devlet aygıtının tüm engellemelerine rağmen, geçmişte TİP, yakın geçmişte DEP-HADEP ve bugün HDP örneğinde olduğu gibi, meclise örülen duvarı aşacak merdiven daima emekçilerin, halkların ortak mücadelesiyle bulunabilmiştir. Devletin sağlı-sollu bütün kanatları 1960’lı yıllarda TİP’i, 1990’lı yıllarda da DEP-HADEP’i meclisten atmak için seferber oldular. Emekçilerin uyanışını tetiklediği ölçüde TİP, Kürt halkının özgürlük taleplerini dile getirdiği ve demokratik mücadeleye moral verdiği ölçüde DEP hedef haline getirildi. Leyla Zana’nın mecliste ettiği Kürtçe yemin, teklik üzerine kurulan devlet paradigmasının iflasının ilanıydı ve cezasız bırakılamazdı! DEP milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılması, Orhan Doğan’ın ensesini sıkan polis eli, binlerce sayfa yazılacak politik analizleri tek karede özetledi.
Emekçiler, Kürtler, Aleviler, kadınlar, demokratlar ve demokrasi isteyen herkesi kapsayan HDP’nin kuruluşu, hem sokağın özgürleşmesi, hem de emekçi halkların iradesinin yeniden meclise taşınması açısından önemli bir başlangıçtı. Halklar, emekçiler HDP’ye ve dolayısıyla demokratik dönüşüme büyük bir teveccüh gösterdiler. 7 Haziran 2015 tarihinde yapılan seçim sonucunda 12 Eylül darbecilerinin koyduğu barajlar yıkıldı ve ilk defa halk muhalefeti mecliste üçüncü parti olma gücüne ulaştı.
TBMM ve dolayısıyla Türkiye’nin demokratikleşme umudu devletin derinliklerinde alınan topyekûn savaş kararıyla kana bulandı. 7 Haziran’dan 1 Kasım’a giden yol kanlı bir yol oldu. Her şeye rağmen meclise güçlü şekilde ikinci defa giren HDP, “derin devlet” aklıyla meclisten kovulmaya çalışıldı. RTE, mahkemelere “gereğini derhal yapın” emri verirken, CHP dokunulmazlıkların kaldırılması oylamasına “Anayasaya aykırı ama evet” diyerek kendini ve TBMM’yi bir kez daha küçük düşürdü. Halkın seçtiği milletvekilleri (CHP’liler de dâhil), Saray’ın savcılarının terfi olma iştahına terk edildi. “Güçlendirilmiş parlamenter sistem” bir yana 7 Haziran seçiminden sonra sistem muhalefetinin basiretsizliği sonucu TBMM, milletvekili dinlenme tesisine dönüşürken, RTE’ye “Tek Adam” olma yolu sonuna kadar açıldı.
“Altılı Masa” adı verilen sistem muhalefeti bu günlerde ısrarla “güçlendirilmiş parlamenter sisteme geçeceğiz” vaadinde bulunuyor, diğer yandan ise, HDP milletvekillerinin peyderpey dokunulmazlıkların kaldırılmasına ve tutuklanmasına destek veriyor. Altılı Masa, milletvekili sıfatı devam eden Semra Güzel’e yapılan işkenceye en ufak tepki vermeyerek “güçlendirilmiş parlamenter sistem” bir yana TBMM’nin “Güçsüzler Yurdu” durumuna düşürülmesine aracılık ediyor. RTE’ye karşı olmak dışında hoş ama içi boş sözcükler yerine demokratik sistemin nasıl kurulacağına dair ilkeler, yol ve yöntemleri henüz Altılı Masa’dan duyabilmiş değiliz.
Altılı Masa, denge-denetim mekanizmalarının ortadan kaldırıldığı amorf “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi” denen yapıyı tamamen ortadan kaldıracak mı? Cumhurbaşkanını halkın seçtiği ama bir senatonun olmadığı, valilerin halk tarafından seçilmediği, TBMM’nin etkisiz kaldığı sistemi nasıl değiştirecek? Henüz ortaya bir plan sunulmuş değil. Kent meclisleri, belediyeler güçlendirilecek mi? Kayyım faşizmini bile telaffuz etmekten uzak kalanlar “güçlendirilmiş demokrasiyi” nasıl kuracak?
Sistem muhalefetinin bu sorulara verecek yanıtı yok. Ahir zaman hikâyeleri, “bir varmış, bir yokmuş” masallarıyla oyalanmamız isteniyor. “Kutsal devlet – Yüce Meclis” söylevlerine yeterince karnımız doydu. Ezilen halkların acilen demokrasiye ihtiyacı var. Galiba yine iş başa düşüyor.