Koskocaman ve sonu gelmeyen ve çıkmaz sokağı olmayan bir vaha. Oradayız. Her şey yeniden yaşanacak. Her şey yeniden yazılacak. Suyun yanında bir mağara, denize yakın bir ev. Serap gibi bir geçmiş, aynı onun gibi bir gelecek. Tutkuya öfke, tufana bahane bulduk da buradayız.
Vaatlerin ısrarı bazen bir tehdit oluyor. Sığın oraya, diye bir ulak. Uzak dur, diyen bir fal. İşte orada hikâye kendini dışavurup hayatın içinde kendine yer buluyor. Islak olacak bir mazi, serin kalacak bir gelecek. Düşündükçe biçim verdiğimiz her şeyin eskizinde kalırken, burası hapishane, orası özgürlük diye sayıklayarak rüyaları kâbusa, kâbusları rüyaya erteliyoruz. Teselli büyük bir armağan, hayatta kalmanın yolu bir de hayattan kopmanın uçurumu.
İnsan sıkılan bir varlık diye bir emir. İnsan sıkılınca özgürlüğe sığınan bir aciz diye bir veciz. Dünyaya duyurular, hatta ilanlar verilir ve inanan çok olur. İnsan duydukça yaşama heveslenir zaten. Heves bir çukur, heves bir basamak çünkü insanı yerinden kovar. Aslında götürür de.
Evet, gitmek, hayır yol, burası kalmak. Kendi kendine seraplar bulan bir yaşamak. Onulmaz bir olay meydana gelir. Herkes meşrebine göre payını alıp şeklini keşfeder. Yerilen ve yenilen bir köprü uçurumu ve kalmayı öğretir. Herkes de orada kalır. Milattan önce ve milattan sonra birbirine benzeyen alışkanları öğretir.
Islah edilemez bir cürüm, israf edilen çağlar, isyan edilecek olanlar; hepsi bir ısrar dağı, insaf yüzleşmesi. Hayat bu, karşılaşmayan ne çok şey var. Karşılaşıp karışamayan her bir şeyin cenderesi kelebeği kanatlandırır, suyu dalgalandırır, taşın sürgünü deprem yaratır. Rüzgâr sahih emirleri dolaştırırken yeryüzünde, güneş gölgelerin kundakçısı olur gökyüzünde.
Ne olursa olsun, anlarımız, marşlarımız, ahlarımız ne varsa ve ne kaldıysa eyleyerek yakınlaştırır. Hesap veya helal, nerede kaldıysak orada, o kadar. Şüphesiz ve iddiasız bir ceza, çıkıp suç arıyor, suçu bir leke gibi dağıtıyor. Bu şiire ses lazım, bu müziğe söz, bu destana kahraman, şu tarihe bir hain. Hepsini toplayıp bir kürede, bir eşya gibi davranmak. Varsın kaçsınlar, belki de kovulurlar.
Yarınlara güzel günler yakıştıranlar ve umutlara beklenti bulutu bulanlar, altında sırılsıklam olanlardır. Soğuk bir gün, şeffaf bir öfke getirsin, üşüyerek daha çok hırçınlaşsın. İhtiyaç belirleyen reklam panoları, fiyat biçen etiketler. Yani bir alışverişe benziyor yaşamak ve adına dünya, içine hayat diye bir hile yazılmış.
Sonrası var çünkü, sonrayı yeniden sonra yapacak. Dünya dediğin devrimle başlayıp her şeyi devreder. Yaşamak sürüncemede kalmış bir telaş, isyan yarın için bir aş. Hadi yalanları masallara satalım, ne de olsa çok ucuz. Kanmak, kanıksatmak sıradan, becerisiz bir getiri. Dilden dile aynı hengâme, benzeyen fragmanlarda izleniyoruz.
Biz bir film şeridi ve maskeli bir dans gibi tehlikeliyiz. Mazlum ve masum köprüsünde her adım bir çağ, her söz bir devir, yani öğrendiğini bildiğin bir feragat köprüsü. Mezarlık denilir çünkü gidenlerin bıraktıkları var, göçenlerin terk ettikleri var. Azar azar mecburlardan kovulacağız. Gitmeyeceğiz, kovulacağız. Yerimiz kalmayacak ki başka yerlere sulanacağız. Serüven ne de olsa yaşamaya dahildir, engeli bir kehanete çağrıdır.
Haftanın kitap önerisi: Edouard Louis, Babamı Kim Öldürdü / Çeviren: Ayberk Erkay, Can Yayınları