Zamanaşımı tehdidi altında olan Apê Musa davasıyla ilgili konuşan oğlu Dicle Anter ‘Eymür, cinayete dair bütün belgelerin MİT’te ve Genelkurmay’da olduğunu söyledi’ ifadelerini kullandı
Hüseyin Kalkan
Musa Anter’in katledilmesine devletin en yüksek, en derin katlarında karar verildi. Köylerin yakıldığı, insanların Botaş’ın asit kuyularına atıldığı, günü birlik Kürt insanının sokak ortasında vurulduğu günlerdi. Yine de insanların Kürt siyasetinden uzak durmaları, korkmaları, sinmeleri sağlanamıyorlardı. Bu yüzden büyük bir cinayet ihtiyaçları vardı. Anter’in Kürt siyaseti ve Kürt toplumu içindeki ağırlığı hesaba katılarak, Kürtlerin ‘Apê Musa’sını katletmeye karar verdiler. Ancak kendileri bile bu cinayetin tam aksi bir etki yaptığını kabul ettiler. Bu cinayet Kürtlerin, Kürt siyasetine bir adım daha yaklaşmasına yol açtı. Kutlu Savaş dönemin başbakanı Mesut Yılmaz’ın emri üzerine hazırladığı raporda şunları yazıyordu: “Nitekim Musa Anter’in öldürülmesinden -tüm olayları tasvip edenlerin dahi- pişman olduğu tespit edilmiştir. Musa Anter’in silahlı bir eylem içinde olmadığı, daha çok işin filozofisi ile meşgul olduğu, öldürülmesinin yarattığı etkinin, kendisinin gerçek etkisini geçtiği ve öldürülme kararının hatalı olduğu söylenmektedir.” (Susurluk Raporu 1997) Musa Anter Cinayeti düzenleyenlerin maksadının tam aksini sağladı. Bu cinayet en ılımlı Kürtlerin bile devlete tavır almasını sağladı. Cinayetten sonra doğru dürüst bir soruşturma yapılmadı. Dosya raflarda unutulmaya terk edildi. Apê Musa’ın oğlu Dilce Anter, o günleri şöyle anlatıyor: “Babam öldürüldükten sonra dosyası Diyarbakır Adliyesi’nde bir mor dosya içinde bir A4 kağıda olarak rafa kaldırıldı. Yıllarca bir şey yapılmadı. 1996 yılında Avukat Selim Okçuoğlu ile birlikte Diyarbakır’a gittik ve dosyayı çıkardık. Selim Okçuoğlu bu dosya üzerinde çalışmaya başladı. Okçuoğlu’nun burada hakkını vermek lazım, dosya üzerinde çok iyi çalıştı. Bizler Avrupa’dayken babamın yanında olan, davaları ile ilgilenen bir insandı. Kendisi de her zaman ‘Bu benim Musa abiye olan borcumdur, dosyasını sonun kadar takip edeceğim’ dedi. Dönemin siyasi koşulları göz önüne alındığında bu cinayetin sıradan bir adli vaka olmadığını aslında tüm kamuoyu biliyordu. Ancak soruşturmanın derinleştirilmesi için ilgili makamlar gerekli çabayı göstermediler. Bizim çabalarımız da yeterli olmadı. Biz yine de dosyayı takip etmeyi sürdürdük.”
AİHM süreci
Yetkili makamlar katillere gidecek bir soruşturma yürütmediler. 2005 yılında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Anter ailesinin yaptığı başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verdi ve davayı esastan incelemeye başladı. Türkiye hükümeti Anter ailesine dostane çözüm önerisinde bulundu. Aile tazminatı ve dostane çözüm teklifini reddetti. 2006 yılında AİHM, Musa Anter cinayetinin devlet görevlilerince işlendiğini, en azından devlet görevlilerinin bilgisi dâhilinde işlendiğini ortaya koyan ciddi delillerin varlığı ve cinayet devlet tarafından etkili bir biçimde araştırılmadığı için Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin yaşam hakkını koruyan 2. maddesinin Türkiye tarafından esastan ve usulden ihlal edildiğine karar verdi. Ayrıca başvurucuların “mahkemeye etkin başvuru haklarının” da engellendiğini belirten mahkeme, Türkiye’nin AHİS’in ilgili 13. maddesini de ihlal ettiğine kanaat getirdi. Türkiye toplam 28 bin 500 Euro tazminat cezası aldı. 2007 yılında Ergenekon davası süreci başladı ve Anter ailesi 2008 yılında “zarara uğrayan taraf” sıfatıyla İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülmekte olan Ergenekon davasına müdahillik talebinde bulundu ancak bu talepleri reddedildi.
Bir JİTEMCİ’nin itirafı
Daha sonra Anter davası bakımından önemli gelişmeler yaşandı. Abdülkadir Aygan isimli JİTEM elemanı, Özgür Gündem gazetesine konuştu. Özellikle Musa Anter cinayetine dair gerçekleri bütün detayları ile anlattı. 2009 yılında Diyarbakır Özel Yetkili Cumhuriyet Başsavcılığı Abdülkadir Aygan’ın itiraflarını ihbar kabul ederek cinayetten 17 yıl sonra yani dosyanın zamanaşımına uğramasına 3 yıl kala soruşturmayı yeniden başlattı. Cemil Işık, Ali Ozansoy, Abdulkadir Aygan, Hamit Yıldırım, ‘Yeşil’ kod adlı Mahmut Yıldırım hakkında yakalama kararı çıkartıldı. Abdülkadir Aygan’ın İsveç’ten “ivedilikle” iadesi için Adalet Bakanlığı’na dosyası gönderildi. Diğer şüphelilerin yeni kimlik alıp almadıkları konusunda ve yurtdışına giriş çıkışlarıyla ilgili Emniyet Genel Müdürlüğü’ne ve İçişleri Bakanlığı’na bildirimler yapıldı. Ancak soruşturmanın derinleştirilmesi yine mümkün olmadı. AİHM kararına rağmen Türkiye cinayeti aydınlatmak adına bir girişimde bulunmadı.
Çözüm süreci ve Anter davası
2009 yılında Diyarbakır Özel Yetkili Cumhuriyet Savcılığı harekete geçti ve zamanaşımı süresi dolmadan tetikçi Hamit Yıldırım, Şırnak Kumçatı’daki evinde yakalanarak gözaltına alındı. Diyarbakır 7. Ağır Ceza Mahkemesi, 2 Temmuz 2012 tarihinde Hamit Yıldırım’ı tutukladı. TMK 10. Maddesi ile Görevli ve Yetkili Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığınca, şüpheliler Mahmut Yıldırım (Yeşil kod), Aziz Turan (Abdülkadir Aygan), Savaş Gevrekçi ve Hamit Yıldırım aleyhine, tasarlayarak insan öldürmek ve bu suça iştirak etmek, halkı silahlı isyana teşvik etmek suçlamalarıyla ağırlaştırılmış müebbet hapis ve 20 yıl hapis cezalarının verilmesi istenen iddianame düzenlendi. İddianame 5 Temmuz 2013 tarihinde Diyarbakır 7. Ağır Ceza Mahkemesi’nce kabul edildi. Bu gelişmeleri adım adım takip eden Dicle Anter, süreci şöyle anlatıyor: “Sonunda barış sürecinin başlaması ve bu tür faili meçhul davaların çözülmesi konusunda bazı adımlar atılmasıyla birlikte, babamın davasından da ilerlemeler oldu. Abdülkadir Aygan’ın itiraflarda bulunması bir dönüm noktası oldu. O zaman Sabah gazetesinde çalışan iki gazeteci Aygan’ın itiraflarında ismi tetikçi olarak anılan Hamit Yıldırım’ı buldu. Bu haberler üzerine davanın zamanaşımına uğramasına üç ay kala yeni bir soruşturma başladı. Yeni soruşturma sonucu hazırlanan iddianame 2013’te zamanaşımından önce Diyarbakır 7. Ağır Ceza Mahkemesi’nde kabul edildi. Abdülkadir Aygan fotoğrafında Hamit Yıldırım’ı teşhis etti. Daha sonra üzerinde çok zaman geçti diye kıvırdı. Aynı şekilde Orhan Miroğlu da üzerinden çok zaman geçti diye Abdülkadir Aygan gibi kıvırdı. Soruşturmanın yeniden başlaması önemli bir adımdı. Eğer bu cinayet çözülseydi diğerleri için örnek oluşturacaktı. 23 Aralık 2014’te babamın davası JİTEM Ana Davası ile birleştirildi. Biz bunu istemiyorduk. Çünkü Musa Anter cinayeti çok farklı bir davaydı. Etkisi de çok büyüktü. 16 Ocak 2015 tarihinde de güvenlik gerekçesi ile Ankara 2. Ağır Ceza’ya nakledildi. Mehmet Eymür, Ünal Erkan, Veli Küçük, Kutlu Savaş daha birçok tanınmış bürokrat, JİTEM kurucuları, OHAL Valileri, tanık olarak mahkemede yerlerini aldılar. Babamın vurulduğu akşam nöbetçi olan ve şu anda sanık olarak yargılanan Savaş Gevrekçi, ‘Ben Musa Anter’i öldürüldükten sonra tanıdım’ diyor. Ünal Erkan da ‘Diyarbakır’da olduğundan haberim yoktu’ diyor. Nasıl haberi olmaz. Babam orda olduğu üç-dört gün süresince sürekli takip edilmiş. Ama tanımadıklarını söylüyorlar. ”
Eymür’ün tanıklığı ve Miroğlu
Musa Anter davasında eski MİT Daire Başkanı Mehmet Eymür de tanık olarak dinlendi. Dicle Anter, Eymür’ün tanıklığı ile ilgili şunları anlatıyor: “Davada en önemli tanıklığı Mehmet Eymür yaptı. Eymür, cinayete dair bütün belgelerin MİT’te ve Genelkurmay’da olduğunu söyledi, mahkemenin bu belgeleri isteyebileceğini söyledi. En önemli açıklaması Orhan Miroğlu’na dair açıklamasıydı. ‘Biz Orhan Miroğlu’nu Tayfun olarak bilirdik’ dedi. Tabi biz şok olduk. Orhan Miroğlu bunu yalanlamadı. Orhan Miroğlu bu açıklamadan sonra bu konuda hiçbir şey söylemedi. Yalanlamadı. Ben kesin olarak kanaat getirdim. Benim kişisel görüşümdür. Orhan Miroğlu’nun babamın öldürülmesinde çok önemli bir rolü olduğunu düşünüyorum. Açık ve net. Baştan beri kendisini Musa Anter’in yeğeni olarak lanse etti. Bizim onunla bir akrabalık bağımız yok. Sadece annesi bizim köylü ama akrabamız değil. Annesinin bizim köylü olması bizi akraba yapmaz. Bir tanıdık yapmaz. Bu söyleminin kasıtlı olduğunu düşünüyorum.”
Miroğlu’nun sanık olarak ifadesi alınmalı
Dicle Anter’in söylediği gibi, davada birçok tanık ve delil var. Ama mahkeme bu dellileri gereği gibi değerlendirmediği gibi, tanıkları dinlemek ve ortaya çıkan yeni delilleri değerlendirmek konusunda adım atmadı. Böylece zamanaşımını hazırlamış oldu. Dicle Anter zamanaşımı ve davanın sonucu ile ilgili şunları söylüyor: “Siyasi iklimin değişmesi ile birlikte davanın seyri değişti. Çözüm sürecinin bitmesi ile birlikte davada bir ilerleme olmayacağı belli oldu. Türkiye yeni bir rotaya girdi. Daha önceki duruşmalardan sonra biz basın açıklaması yapardık. Açıklamalarımız basında, televizyonlarda yer alırdı. Çözüm sürecinin sona ermesi ile birlikte polis basına açıklama yapmamamız için elinden geleni yapmaya başladı. Yeni soruşturma ile kazandığımız 10 seneyi davayı sürüncemede bırakarak bitirdiler. Zamanaşımı bir insanlık suçudur. Bu cinayetin faili bellidir. Kimler tarafından işlendiği bellidir. Azmettirici belli, tetikçi belli. Türkiye’deki cezasızlık durumunu Musa Anter davasında da uygulayacaklar. Babam 20 Eylül gün katledildi. 15 Eylül’de duruşma var. 5 gün içinde başka bir duruşma olmayacağına göre dava zamanaşımına uğramış olacak. Tabi biz iç hukuk yolları tükeninceye kadar mücadeleye devam edeceğiz. Ondan sonra tekrar AİHM’e gidecek dava. Abdülkadir Aygan’ın canlı olarak ifadesi alınmadı. Alınması gerekiyor. Orhan Miroğlu’nun sanık olarak ifadesi alınması gerekiyor. Çünkü ‘Tayfun’ olarak cinayette bir rolü var. Artık tanık değil sanık durumunda. Bütün bu deliller değerlendirilseydi, dava sonuca giderdi. JİTEM’e giderdi. JİTEM zaten devletin bir örgütü. Bunun bir suç örgütü olduğunun kabul edilmesi lazım. Ama o irade yok.”