Türkiye’de PKK Lideri Abdullah Öcalan şahsında ikili bir hukuk düzenlemesinin oluştuğunu ifade eden ÖHD Eş Genel Başkanı Bünyamin Şeker, CPT, AK, BM ve AB’nin sessizliğinden dolayı Türkiye’nin AİHM’den alınan kararları dahi uygulamadığını hatırlattı
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), İmralı F Tipi Yüksek Güvenlikli Cezaevi’nde 24 yıldır ağır tecrit koşullarında tutulan PKK Lideri Abdullah Öcalan’a verilen ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına dair yapılan başvuruyu 18 Mart 2014’te karara bağladı. Verilen ihlal kararının uygulanmaması üzerine Asrın Hukuk Bürosu, AİHM kararının yerine getirilmesi talebiyle 9 Ağustos’ta Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’ne (AK BK) yeni bir başvuruda bulundu. Başvuru üzerine Komite’ye yanıt veren Türkiye, Abdullah Öcalan’ı “umut” hakkından muaf tuttuğunu itiraf etti.
Yine Özgürlük İçin Hukukçular Derneği (ÖHD), İnsan Hakları Derneği (İHD), Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV) ile Toplum ve Hukuk Araştırmaları Vakfı (TOHAV) da Abdullah Öcalan ile tutuklular Hayati Kaytan, Emin Gurban ve Civan Boltan hakkında verilen AİHM kararının denetlenmesi için 26 Temmuz 2021’de AK BK’ye yazılı bildirimde bulundu. Türkiye, 7 Eylül 2021 tarihinde verdiği cevapta, 2009’dan bu yana İmralı Adası’nda ihlal olmadığını ileri sürdü. Türkiye, Abdullah Öcalan ve diğer tutukluların tahliye imkanını gündeme getiren “umut hakkı” ve “ağırlaştırılmış müebbet cezası hakkında yasada değişiklik” yapılmasına ilişkin başvuruda yer alan tespit ve önerileri ise görmezden geldi. 3 Aralık 2021’de kararını açıklayan Komite, “Öcalan-2” kararında halihazırda indirilemez ve inceleme imkanı olmayan müebbet hapis cezasına çarptırılmış olup, tutuklu bulunan kişilerin sayısı hakkında bilgi istedi. Komite, Türkiye’yi genel tedbirlerin uygulanmasında kaydedilen ilerleme hakkında en geç 2022 yılının Eylül ayı sonuna kadar bilgi sunmaya davet etti. Ancak Türkiye bugüne kadar herhangi bir adım atmadı.
ÖHD Eş Genel Başkanı Bünyamin Şeker, AK BK’ye yaptıkları başvuru, Asrın Hukuk Bürosu’nun başvurusuna Türkiye’nin verdiği yanıt ve İmralı tecrit sistemine dair Mezopotamya Ajansı’ndan Müjdat Can – Mehmet Şah Oruç’un soruları yanıtladı.
- Türkiye’nin Abdullah Öcalan’ı “umut hakkı”ndan muaf tuttuğunu itiraf etmesini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Türkiye’nin bu cevabı; gerçekten anayasal teminat altında olan eşitlik ilkesisin uygulanmadığını gösteriyor. Daha önceki cevaplarda da buna benzer değerlendirmeler vardı ama bu son başvuruda bunu ön plana çıkarmıştı. Türkiye, hukuk mekanizmaları içerisinde bazı bireylere, bazı suç tiplerine istisna kurallar uyguladığını itiraf etti. Sayın Abdullah Öcalan’ın şahsına dönük özel uygulamalar olduğunu daha önce de ifade etmiştik. Türkiye bu cevapla bir kez daha Sayın Abdullah Öcalan’a farklı, kişiye özgü bir hukuk sistemi uyguladığını, hatta hukuk mekanizmaları dışında tuttuğunu bir kez daha itiraf etti
- Abdullah Öcalan’a özgü yasalar olduğunu söylediniz. Nedir bu yasalar?
Bu durum Türkiye’de ikili hukuk sisteminin itirafıdır ama bundan ziyade, kendilerine özgü denetim rejimini, denetim ihtiyaçlarını şekillendirmekle ilgili bir meseledir. Sayın Abdullah Öcalan şahsında aslında bütün Kürt tutuklulara ayrımcılık ihlali anlamına da gelen bir hukuk sisteminin uygulanması durumu söz konusu. Bu anlamda defalarca yaptığımız başvurularda ya da takip ettiğimiz benzer dosyalarda, bu durumu mümkün mertebe uluslararası mekanizmalar neticesinde dile getirmeye çalıştık.
Özellikle 1995’ten sonra çıkartılan Terörle Mücadele Kanunu (TMK) ve 2005’te ceza kanununda yapılan değişiklikle birlikte; uygulama daha da derinleştirildi. 2005’teki değişikliklere baktığımızda; Sayın Abdullah Öcalan’ın yargılanmaya başlamasıyla yapılan düzenlemelerdir. İdam meselesini değiştirerek ve bu kararı kaldırarak, aslında Avrupa Birliği standartlarına ya da uluslararası hukuk ilkelerine uygun bir ceza hukuku oluşturma çabası; beraberinde ikili uygulamalarını ve Türkiye hukukuna derz etme uygulamalarını da getirdi. Bu uygulamalara baktığımızda, Sayın Abdullah Öcalan’ın şahsında Türkiye’de kanunların şekillendirilmesinin söz konusu olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. İkili hukuk uygulamaları Türkiye’de Sayın Abdullah Öcalan’ın Türkiye’ye getirilmesinden sonra daha da derinleştirilerek, hem pratik hem de çıkarılan kanunlarla net bir şekilde gözler önüne serildi.
- İmralı’daki “istisna” durum nedir?
‘İstisna’ dedikleri, Abdullah Öcalan’a özgü yasalardır. Abdullah Öcalan’ın şahsında belirttiğimiz gibi Türkiye Ceza İnfaz Yasası’nın, TMK’nın, CMK’nin şekillendirilmesiyle ilgili bir mesele. Bilindiği gibi 1999’dan bu yana bir kısım fiili uygulamalar söz konusu. Aile görüşlerinden avukat görüşlerine kadar; telefon hakkından mektuplaşma hakkına, kitapların alınmasından temel ihtiyaçların teminine kadar birçok farklı uygulamalar söz konusuydu. Bunlar yasalarda altyapısı olan uygulamalar değildi. Bir ‘hava muhalefeti’, bir ‘koster bozuk’ söylemleri avukatların gidişlerini ya da ailelerin gidişinin önüne konulan temel engellerden bir kaçıydı. Ancak zaman içerisinde bu anlamda avukatların yapmış oldukları başvurular, yine Avrupa İşkenceyi Önleme Komitesi’nin (CPT) gelip raporlarında buna vurgu yapması ve CPT’nin raporlarında sunmuş olduğu tavsiyelerde, Türkiye’nin bazı düzenlemeler yapma gereği hissettiğini ortaya sermiştir. İmralı’daki uygulamaların işkenceye varan uygulamalar olduğunu, hukuka aykırı olduğunun tespitleri; Türkiye’de belli yasal düzenlemeler yapılmasının altyapısını oluşturmak için zorunluluk doğurmuştu.
Bu anlamda özellikle 2015’ten sonra Kanun Hükmünde Kararname’ler (KHK) ile birlikte birçok fiili uygulamalar yasal hale getirilmeye başlandı. Bu ihtiyacın nereden doğduğu önemli bir durumdur. Bu ihtiyaç; Sayın Abdullah Öcalan bunlardan faydalanmasın diye düzenlemelerde ya da iyileştirmelerde, AB ya da evrensel hukuk standartlarına getirilmeye çalışılan hukuki metinler, ‘Öcalan’ı nasıl bunların dışında bırakırız ’tartışmalarını başlattı. Sistemde yaptığı her düzenlemede ‘istisna’ diyerek, ‘Nasıl Öcalan’ı bunun dışında bırakırız’ şekliyle hukukta ikili bir duruma gitti ve bu uygulamalar, tartışmalar, pratikler Türkiye’de Abdullah Öcalan düzenlemeleri diye hukuka derz edildi. Yani Abdullah Öcalan’a özgü düzenlemelerdir. 2014’te AİHM’in vermiş olduğu ihlal ya da yeniden yargılama üzerine verdiği kararlarda öyle bir düzenleme yapıldı ki Sayın Abdullah Öcalan’ın AİHM önünde bekleyen dosyaları ya da yeniden yargılanmasının önünü kapatmak üzere belli süre sınırlamaları getirerek; Abdullah Öcalan’ı ihlal düzenlemelerinin dışında bıraktılar. Buna benzer birçok örnekle Türkiye kendi yasal düzenlemelerini Abdullah Öcalan şahsında düzenleyerek, bu anlamda sözünü ettiğimiz uygulamayı hayata geçirmiş oldu.
- İmralı yasalarının diğer cezaevlerine, benzer cezaların verildiği tutuklulara yansımaları neler oluyor?
1999’dan 2022’e kadar 23 yıllık sürede oradaki fiili uygulamalar zaman içerisinde yasal düzenlemeler haline getirilerek, pratik hayatta bütün hapishanelere yayılacak şekilde yansımaya başladı. İmralı bu anlamda bir prototip olarak değerlendirilerek, bütün mahpusların nasıl bir şekilde tecrit edileceği, toplumdan izole edileceği bir şekilde ceza içerisinde ceza verileceği yöntem arayışları sonucunda bunların hepsi uygulanmada hayat bulmuş oldu. Burada özellikle hükümetin KHK’lerle hala bu uygulamaları devam ediyor. İnfaz Yasası’nın pandemi sürecinde hayata geçirilmesi ve orada daha önce olmayan uygulamaları, yasaları kriterlere uygun hale getirmeye çalışarak, ancak tamamıyla aleyhe düzenlemelerle eşitlik ilkesine aykırı bir şekilde hapishanede tutulanların hayatlarını olumsuz etkileyecek, koşullarını olumsuz etkileyecek bir duruma getirdi. Bu da İmralı Ada Hapishanesi’nde uygulanan fili rejimin yansıması olarak önümüze çıkıyor.
- Avrupa’nın rolü nedir?
Sayın Abdullah Öcalan’ın kimliğinden kaynaklı kimsenin ses etmemesi, beraberinde Türkiye’nin AİHM kararlarını tanımamasını getirdi. Türkiye ise, ‘nasıl olsa bir ses yok’ diyor. Nasıl olsa buna ilişkin sesini çıkaran bir Avrupa Konseyi, BM ya da AB yok. Yani Türkiye’nin böylesi bir kaygısı yok. İç sessizlik AKP hükümetinin kararları uygulamamasına cesaret kazandırdı. Bugün farklı başlıklarda farklı insanlara karşı birçok hukuksuzluk, AİHM kararını tanımama, hatta iç hukuk mekanizmalarının vermiş olduğu kararları tanımama gibi bir süreci beraberinde getirdi. Bu anlamda CPT gibi ya da AK, BM yada AB’nin sessizliği, tamamıyla dönemsel hükümetlerin politik çıkarları çerçevesinde gelişiyor.
- ÖHD, TOHAV, İHD ve TİHV ile birlikte AİHM kararlarının denetlenmesi için Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’ne yazılı bildirimde bulundu. Komite’nin verdiği sürenin sonuna gelindi ancak Türkiye bir adım atmadı. Nasıl bir süreç işleyecek?
Geçen yıl başvuruyu yaptığımızda, Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi Öcalan-2 ve Gurban grubunun karar başvurusunu hemen gündeme aldı. Bu bir adım atılacağını ya da prosedürün başlatılacağına dair bize umut vermişti. Ancak Türkiye’ye bir yıllık bir süre tanıdı ve bu süre içinde bulunduğumuz Eylül ayıyla sonuna gelmiş olduk. Şimdi Türkiye’nin bugüne kadar bu anlamda herhangi bir yol haritası sunmadığını belirtmek isteriz. Biz de önümüzdeki günlerde başvuru yaptığımız kurumlarla birlikte değerlendirme yapıp bu süreci tekrar Komite’ye sunacağız. Türkiye’nin bir yıllık süre zarfında herhangi bir adım atılmaması ya da yol haritası sunmamış olması; belli prosedürlerin aslında AK tarafından işletilmesini gerektiriyor. Ancak nasıl refleks vereceğini önümüzdeki günlerde göreceğiz.
- Cezaevlerinde hal böyleyken, Avrupa İşkencenin Önlenmesi Komitesi’nin (CPT) sessizliği de dikkat çekiyor. CPT’ye bir başvurunuz oldu mu? Bir temasınız oldu mu?
Bizim CPT’ye son bir yıllık süre zarfında başvurularımız oldu. Ancak CPT çıkarları çerçevesinde hareket eden, bu tecrit sisteminde rolü, misyonu olan bir kurum. Zaman zaman meşrulaştırmak için içerisinde olan, zaman zaman Türkiye’deki uygulamaların hukuk dışılığı ya da AİHM’e konu olduğunda ihlal olabilecek konularda Türkiye’ye düzenlemeler tavsiye eden bir kurum. Bu anlamda bu ikiyüzlü politikalara ciddi anlamda adım atmamaları önünde temel engel. Başvurularımız oldu, bundan sonra da olacak. Biz bir şekilde CPT’nin özellikle tecride ilişkin harekete geçip, yayınlamış olduğu ihlallerin giderilip giderilmediğini denetlemesi gerektiğini düşünüyoruz. Sessizlik ve samimiyetsiz tutumlarını gözler önüne sermek için dahi olsa, bu başvurularımızı yapmaya devam edeceğiz. Yine aynı zamanda Türkiye ve Kürdistan hapishanelerinde yaşanan ihlaller, işkenceler, ölümler bir şekilde raporlarımızla uluslararası kurumları bu noktalara dikkat çekmek için gönderiyoruz.
- Tüm bunlara karşı hukuki mücadelenin önemi nedir?
Hukuki süreçleri işletmek ve bunların sonuçlandırılması için takibini yapmak, kayıtlar oluşturmak bizim için önemlidir. Hukukun, kişi özgürlüğünün askıya alındığı atmosferde, yargı bağımsızlığının kalmadığı bir atmosferde, hukuk mücadelesinin ne kadar anlam kazandığının farkındayız. Bu atmosfer içerisinde mücadelenin daha anlamlı ve büyütülmesi gerektiğine inanıyoruz. Bu anlamda da bütün hukuk kurumlarıyla birlikte bu mücadelenin büyütülmesi inancındayız. Vermiş olduğumuz hukuk mücadelesinde bütün hak kurumlarını, hukuk kurumlarını yanımızda görmek isteriz.
DİYARBAKIR