Yusuf Gürsucu
Brezilya’ya ait olan ve kullanım dışı bırakıldığı belirtilen Nae Sao Paulo savaş uçak gemisi 1 yılı aşkın süredir gündemimizde. Geçen yıl ilk gündeme geldiğinde gemide 900 ton civarı direkt kanser yapan asbest ve diğer zehirli metallerle dolu olduğu ve bu nedenle Aliağa’ya sokulmayacağı belirtilip tartışılırken bazı eski generaller ise geminin bölgede savaş uçak gemisi olarak kullanılması gerektiği yönündeydi. Son günlerde ise Türkiye gemiyi almayacağını utangaç edayla belirtirken, aynı edayla Brezilya gemiyi geri çağırdı. Diğer yandan İngiltere’nin gemiyi Cebelitarık Boğazı’na sokmadığı bildirildi.
Tüm bu son tartışmaları belirleyen tek şey Türkiye’de gemiye karşı ciddi bir tepkinin ortaya çıkmış olması. Ancak hem Türkiye’nin hem Brezilya’nın hem de İngiltere’nin çevre ve ekosisteme yönelik işledikleri suçlar apaçık ortada. Gelişmelerin nereye evrileceğini ön görmek biraz zorlaşmış durumdayken, gemi ile ilgili geçen yıl yaşanan tartışmaların hiçbirinin henüz gündemden düşmediğini vurgulamak gerekiyor. Ortaya çıkan tepkiler sonrası yaptığı yalan-yanlış açıklamadan çark ettiği görülen Çevre Bakanı Murat Kurum’un “Gelen gemide söylendiği gibi 900 ton değil, 9 ton asbest var” sözleri unutulmazken, gemiyi Türkiye’ye sokmayacağız sözleri arasındaki tutarsızlık dikkat çekici.
Geminin Brezilya’ya çağrılmasının nedenleri içinde gemide bulunan asbest yok. Sadece bir çağrı ve bu çağrıya Bakan Kurum’da eklenerek gemiyi sökecek şirkete verilen iznin kaldırılma kararı var. Bu açıklamalar dışında bu kararlara neden olan herhangi bir tatmin edici açıklama yok. Bakan Kurum’un gemide 900 ton değil 9 ton asbest var açıklaması ortadayken, ‘Tehlikeli Madde Envanter Raporunun’ şirket tarafından verilmemiş olduğunu belirtmesi kendisine asla inanmamamız gerektiğini ortaya koyuyor. Madem envanter raporu yok, nasıl olur da gemide 9 ton asbest var diyerek, geminin Aliağa’ya gelmesini engellemeye çalışanları bu iddiayla yalanlayabiliyor?
Kurum’un geminin söküm izninin iptal edildiğini duyurduğu sözler arasında, “Çevremize, insanımıza zarar verecek hiçbir adıma izin vermedik. Milletimiz müsterih olsun. Bundan sonra da izin vermeyiz” ifadelerinin ise hiçbir karşılığı yok. Geminin Türkiye tarafından satın alınma girişimi ilk adımda geminin ‘Türkiye Donanması’nda eğitim gemisi olması vardı. Böyle bir ithalatın mümkün olmaması sonucu söküm için Aliağa’ya getirilmesi öne çıkarıldı. Bugün geminin Türkiye’ye getirilirken Cebelitarık’ta durdurulmasının ve halen Fas kıyılarında bekliyor olmasının nedeninin yaratacağı kirlilik olamaz. Böyle bir gerekçeye ancak kapitalizmin yarattığı ekolojik krizi görmeyenlerin inanması mümkün.
Bu süreçte kapalı kapılar ardında neler konuşulduğunu bilemeyiz. Ancak elimizdeki verilerle yaşanan süreci yorumlayabiliriz. Gelişmeleri topyekûn değerlendirdiğimizde hem geminin Türkiye’ye getirilmek istenmesi hem de İngiltere tarafından Cebelitarık’ta durdurulmuş olmasının ardında farklı nedenler olmalı. Dünyada kapitalizmin içine girdiği sermaye birikimlerini yeniden değerlendirememe ve buna bağlı büyüyememe krizi yeni bir paylaşım savaşının yaşanma olasılığını hızla büyütüyor. Savaş, kapitalizmde sermaye birikiminin önünü açan bir işlev görmektedir. Bu nedenle de silah sanayi özellikle ekonomide daralmanın olduğu dönemlerde sermaye için kârlı bir yatırım alanı olarak değerlendirilir.
Türkiye’de ise sermaye iktidarı hem sermayeye yeni birikim alanı yaratırken hem de bölgede emperyalist yayılma hayalleriyle adımlar atarak savaş sanayisine içeride ve dışarıda talep yaratıyor. Diğer yandan kapitalizm hızla büyüyen krizi savaşla çözme adımlarını büyütürken, Türkiye ise olası paylaşım savaşından pay kapabilmek adına hareket etmeye çalıştığı görülüyor. Türkiye’de bugüne kadar tüm iktidarların hazırladıkları bütçelerde en büyük payı silahlı kuvvetlere aktardı. AKP iktidarı ile birlikte 18 yıl boyunca her yıl artarak süren destekler ise özelleştirmeler yoluyla ‘savunma sanayii’ özel şirketlere devredilmeye başlandı. Bu süreçte savunma sanayisi olarak adlandırılan desteklerin toplamı ise savaş politikalarını beslerken, süren hak mücadelelerine karşı ‘güvenlik’ yatırımlarına doğru genişledi.
ABD ve AB’nin tezgahladığı giderek netleşen Rusya-Ukrayna savaşının sonuçlarından ABD kazançlı çıkarken, AB ülkelerinde ise doğalgaz sorunu büyüyor. ABD’nin işbirlikçisi olan yönetimlerle yönetilen Avrupa ülkelerinin birçoğu sıkıntılı bir sürece sürüklenirken, ABD’nin çok daha büyük bir krizin hazırlığı peşinde olduğunu söylemek gerekiyor. Türkiye’nin Yunanistan ile ilişkileri gerdirme politikaları sürerken, Yunanistan ana karasında Türkiye ile sınır boyuna büyük bir duvar örülüyor. Diğer yandan Kıbrıs deniz sularında doğalgaz sondajları Türkiye’nin itirazlarına rağmen sürerken, Suriye ve Irak’ta süren Kürt düşmanı politikalarla savaş sanayisi besleniyor ve savaş naraları atılmaya devam ediliyor. Yukarıda vurguladığımız noktaların toplamı ise Sao Paulo savaş gemisiyle ilgili yaşanan gelişmelere daha yakından bakılmasını gerektirmektedir.