İHD Eşbaşkanı Keskin, Abdullah Öcalan’ın ‘umut hakkı’ndan muaf tutulmasını değerlendirdi: ‘Kişiye göre infaz sistemi olmaz. ‘Umut hakkı’ genel bir hak ve AİHM’in bağlayıcı kararları var. Türkiye bu kararları uygulamıyor’
İmralı F Tipi Yüksek Güvenlikli Cezaevi’nde ağır tecrit koşulları altında tutulan ve 25 Mart 2021’ten bu yana kendisinden haber alınamayan PKK Lideri Abdullah Öcalan’a dair Türkiye’nin Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’ne (AK BK) verdiği yanıtın yankıları sürüyor. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), 18 Mart 2014 tarihinde Öcalan’a şartlı tahliye olmaksızın ömür boyu hapis cezası verilmesinin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) 3’üncü maddesinin ihlali olduğuna karar verdi. Abdullah Öcalan’ın, “Müebbet veya ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası alan tutukluya serbest kalma imkanının tanınması” anlamına gelen “umut hakkı”ndan yoksun bırakılması ihlal sayıldı. Abdullah Öcalan’ın avukatlığını üstlenen Asrın Hukuk Bürosu, Türkiye’nin ihlale dair yıllarca herhangi bir adım atmaması üzerine AİHM’in verdiği kararların uygulanıp uygulanmadığını denetleyen Bakanlar Komitesi’ne yeni bir başvuru yaptı. 9 Ağustos tarihinde yapılan başvuru üzerine Komite’ye yanıt veren Türkiye, Abdullah Öcalan’ı “umut hakkı”ndan muaf tuttuğunu itiraf etti.
Abdullah Öcalan’ın avukatlarının yanı sıra Özgürlük için Hukukçular Derneği (ÖHD), İnsan Hakları Derneği (İHD), Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV) ile Toplum ve Hukuk Araştırmaları Vakfı (TOHAV) da Komite’ye benzer bir başvuruda bulundu. Komite, bu konuda atılan adımlarla ilgili bilgi vermesi için Türkiye’ye Eylül 2022’e kadar süre verdi. Söz konusu süre bu ay içinde dolmak üzere.
Başvurucular arasında yer alan İHD’nin Eş Genel Başkanı Eren Keskin, Türkiye’nin Abdullah Öcalan’ın avukatlarının yaptığı başvurular üzerine Komite’ye verdiği yanıtı değerlendirdi.
Ayrımcılık
Keskin, “umut hakkı”nın bir insanın bir gün cezaevinden çıkabileceği umudunu taşıdığını ifade etti. Türkiye’de var olan infaz düzenlemelerinde büyük ayrımcılık olduğuna dikkat çeken Keskin, hırsızlık, dolandırıcılık ve kaçakçılık gibi suçlarla cezaevinde tutulanların, siyasi tutuklulara göre aldıkları cezaların daha azını yattığını söyledi. Keskin, “Yazdığınız bir yazı, yaptığınız bir basın açıklaması nedeniyle ‘örgüt mensubu olmak’ iddiasıyla ceza alabilirsiniz ve infaz oranınız daha fazla oluyor. Türkiye’de siyasi tutuklulara yönelik olumsuz anlamda bir ayrımcılık var” dedi.
Kişiye göre hukuk
“Umut hakkı”nın AİHM kararlarında tespit edilmiş insani bir hak olduğunu kaydeden Keskin, “Türkiye, AİHS tarafı ve AİHM’in kararlarının bağlayıcılığını kabul etmiştir. Türkiye hukuk devleti olamadığı için yazılı hukuk her zaman uygulamanın gerisinde kalıyor. O nedenle Abdullah Öcalan’la ilgili verilen kararlarda da bu keyfiliği görebiliyoruz. Şimdi bir kere demokratik bir hukuk sisteminde kişiye göre hukuk olmaz. Eğer AİHS’in tarafıysanız, sözleşmeye göre yargılama yapan AİHM’in kararlarının bağlayıcılığını da kabul ederseniz” şeklinde konuştu.
Vinter kararı
Keskin, AİHM’in Abdullah Öcalan’a dair verdiği ihlal kararının bugüne kadar uygulanmadığına işaret ederek, “AİHM, özellikle verdiği Vinter Kararı’nda da (Birleşik Krallık Kararı) bir kişinin en fazla yatacağı sürenin 25 yıl olabileceği yönündeydi. AİHM 2014 yılında mahkûmiyet kararı verdi. Kararın ardından çok uzun süre geçti” dedi. Keskin, Türkiye’nin Konsey’e verdiği yanıta da değinerek, “Türkiye ‘Biz Öcalan’ı umut hakkından muaf tutuyoruz’ diyerek, Sayın Öcalan’ın umut hakkı ‘yoktur’ diye bir cevap verdi. Oysa hukukta kişiye göre bir uygulama ve ceza olmaz. Kişiye göre infaz sistemi olmaz. O nedenle ‘umut hakkı’ genel bir hak ve AİHM’in kararlarında bağlayıcı kararları var. Ama Türkiye bu kararları uygulamıyor” diye kaydetti.
Ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasının infazı halinde tahliyenin mümkün olduğu ve bu sürenin de 30 yıl olduğunu aktaran Keskin, “Hukukçular olarak gerçekten yorulduk. Çünkü istedikleri gibi sistem uyguluyorlar. Kaldı ki TC Anayasası’na göre kanun karşısında herkes eşittir. Maalesef bu uygulama devam ediyor. Türkiye’ye verilen süre dolmak üzere. İHD, ÖHD ve diğer kurumlar bir araya gelerek yeniden bir karar mutlaka alacaklardır” ifadelerini kullandı.
Konsey’in seçenekleri
Türkiye’nin Komite’ye verdiği yanıtın siyasi olduğunu kaydeden Keskin, “Bundan sonra Avrupa Konseyi’nin kararını beklemek gerekiyor. Avrupa Konseyi çeşitli kararlar alabilir. Daha önce de Kavala davasında da Avrupa Konseyi yaptırım başlatmıştı. Tabii ki şimdiden böyle bir yaptırım başlatır mı başlatmaz mı bunu bilemiyoruz. Ama bir yönetim değişikliği ya da aynı yönetim olsa da devlet aklında, siyasette bir değişiklik olursa her şey değişebilir. Çünkü bu hukuki bir karar değil, siyasi bir karar. Siyasetin değişmesiyle de bu karar da değişebilir” diye belirtti.
‘Umut elimizden alınır’
Abdullah Öcalan’ı “umut hakkı”ndan muaf tutmanın Kürt sorunundaki çözümsüzlüğü derinleştirileceği anlamına geldiğinin altını çizen Keskin, şunları söyledi: “Eğer Öcalan’ın umut hakkı yoksa, bence cenazesi bir torba içerisinde babasına verilen Hakan Arslan’ın ailesinin de umut hakkı yok. Düşünceleri nedeniyle cezaevlerinde olan insanların da umut hakkı yok. Dışarıda gerçekten demokratikleşme, sivilleşme, insan hakları isteyenlerin de umut hakkı yok anlamına geliyor. Umut elimizden alınıyor. Biz sadece barışçıl çözümlerin konuşulduğu bir coğrafya olmasını istiyoruz. Savaşın bitmesini, savaşa harcanan paranın işçiye ve emekçiye harcanmasını, Kürt sorununda demokratikleşme ve sivilleşme isteyen insanların umudu söndürülmek isteniyor bir anlamda.”
‘Tüm toplum tecritte’
Abdullah Öcalan şahsında tüm topluma yönelik bir tecrit politikasının yürütüldüğünü söyleyen Keskin, “Bugün coğrafyamızda artık sokak eylemleri, barışçıl basın açıklamaları dahi şiddetle karşılanıyor. Bu aslında tüm topluma tecrit uygulandığının göstergesidir. Yani korku politikası çok egemen kılınıyor. Bu tabi ki cezaevlerinde çok yoğun olarak uygulanıyor. Ama ifade özgürlüğünün tamamen ortadan kaldırılması, insanların yazdıkları bir yazıyla ve söyledikleri bir sözle hemen tutuklanmaları aslında topluma dönük bir tecrit uygulandığının göstergesi. Öcalan yıllardır ailesiyle ve avukatlarıyla görüştürülmüyor. Bunun hukukta hiçbir yeri yok. Yani bir hükümlünün avukatıyla görüşmesi, ailesiyle görüşmesi yasalarda düzenlenmiş, kendi iç hukukunda düzenlenmiş. Türkiye şu anda kendi iç hukukuna aykırı davranıyor” diye konuştu.
Değişmeyen hukuksuzluk!
İmralı’da da yazılı kuralların geçerli olması gerektiğini vurgulayan Keskin, şöyle devam etti: “Yani tutuklu kim olursa olsun, kimliği önemli değil. Hükümlüye uygulanacak kurallar belli, tutukluya uygulanacak kurallar bellidir. Öcalan’ın Türkiye’ye getirildiğinde ilk avukatlarından biriydim. O zamanlar biz Yalova’da gittiğimizde savcı, ‘Koster bozuk, gidemezsiniz’ diyordu. O zaman en büyük gerekçe kosterin bozukluğu. Diyorduk ki ‘Başka bir araç sağlayın’. Ama, ‘Ben yapamam. Kararı veren ben değilim’ diyordu. ‘Peki siz infaz savcısısınız. O cezaevindeki her şeyin sorumlusu sizsiniz, siz alacaksınız bu kararı’ dediğimizde, ‘Hayır benim üstümde, ben karar alamam’ cevabı veriyordu. ‘Peki neresi yetkili?’ dediğimde cevap vermiyordu bize. Yani biz o tarihlerde yetkinin Genelkurmay’da olduğunu son derece iyi biliyorduk. O zaman hukuk bu şekilde işliyordu, bugün de böyle işliyor.”
Esra Solin Dal/MA