28 yıldır cezaevinde tutulan yazar ve şair İlhan Sami Çomak’ın yazdığı ‘Hayat Seni Çok Seviyorum’ oyunu Moda Sahnesi’nde seyirci ile buluşacak. Yönetmenliğini Kemal Aydoğan üstlenirken, Kürt müzik grubu LaWje’den Ali Tekbaş ve müzisyen Gülseven Medar oyunda rol alıyor
Ahmet Güneş
28 yıldır cezaevinde tutulan yazar ve şair İlhan Sami Çomak’ın İletişim Yayınları’ndan çıkan Karınca Yuvasını Dağıtmamak kitabından uyarlanan ‘Hayat Seni Çok Seviyorum’ oyunu Moda Sahnesi’nde seyirci ile buluşacak. Yönetmenliğini Kemal Aydoğan’ın yaptığı, Kürt müzik grubu LaWje’den Ali Tekbaş ve müzisyen Gülseven Medar’ın rol aldığı oyunun prömiyeri bugün yapılacak. Bir aydan fazla bir süredir yapılan provalarına geçtiğimiz gün katılarak hem yönetmen Aydoğan hem de oyuncular Tekbaş ve Medar ile oyun hakkında konuştuk. Bolca müziğin yer aldığı ‘Hayat Seni Çok Seviyorum’ oyunu, izleyiciye neşe verirken, haksız yere hapiste tutulan Çomak’ı da yakından tanımış oluyoruz. Kemal Aydoğan, oyunu hazırlama fikrini anlatırken, aslında amacının oyunla birlikte Çomak şahsında tutsaklara dikkat çekmek olduğunun altını çiziyor.
- Öncelikle Kemal hocam sana sormak istiyorum. Bu kitabı oyunlaştırma fikri kimden doğdu ya da nasıl doğdu, anlatabilir misin?
Aydoğan: İlhan Sami’nin sürecini zaten takip ediyordum. İlhan Sami’ye dair bir şey yapmak istiyordum ama aslında tüm tutsaklar için bir şey olsun istiyordum. Tabi, bizim gibi dışarıda konforu yerinde olanların konforu bozulsun istedim. Tüm bunları düşünürken İlhan Sami’nin otobiyografisi çıktı. Bu büyük bir nimetti. Okudum. Çok da oyun yapılacak malzeme vardı. İletişim Yayınları’ndan editör Kıvanç Koçak, İpek Özel arkadaşımız, o da vasisi ve Hakkı Zariç ile konuştum. Baktım İlhan Sami çevresinde dostlarımız, ahbaplarımız var. Bunu oyun yapmak istediğimi söyledim. Onlar da sevdiler, sevindiler. Olur dediler.
- Burada şunu sormak istiyorum. Oyunlaştırma süreci nasıl gelişti. Sonuçta kendisi cezaevinde tutsak ve iletişim sorunu var, bu süreç nasıl işledi?
Aydoğan: Ben önce bir metin çıkardım. Bu oyunu düzyazı metin ile yapabiliriz sanıyordum. Sonra İpek Özel ile konuşurken, İlhan Sami’nin yapıp yapamayacağını konuştuk. O da İlhan Sami’ye danıştı, böyle bir şeyi yeniden yazmak ister misin diye. Önce tabi kendisi de ilk başta tedirgin oldu yazabilir miyim diye. Tiyatro başka bir şey, şiir yazıyorum ama nasıl yaparım bilemiyorum, dedi. Sonra biz de biraz ısrar ettik. Biraz denedi bizim gönderdiğimiz parçalar üzerinden. Böyle şiirsel, şairliğinin de devrede olduğu ama aynı zamanda konuşulduğunda anlaşılacak bir metin planladı. O ilk 7-8 sayfası çok iyiydi. Sonra da tümünü yazmayı kabul etti. İpek Özel bu arada aracı oldu, hapishaneye götürüp getirme konusunda. Bu süreci bizim adımıza o takip etti. Bu arada İlhan Sami’nin vaktini bir parça daha böyle geçirmesine vesile olduysak da ne mutlu bize. Sanki öyle bir işe de yaramıştır, yaradığını sanıyoruz yani.
- Bu soruyu siz oyunculara sormak istiyorum. Cezaevinde olan bir tutsağı oynamak nasıl bir duygu, neler hissettiriyor?
Medar: Cezaevinde olan birinin nasıl bir halde olduğu çok şahsına münhasır bir durumda olabiliyor. Böyle bir şey için örnek gösterebildiğimiz, bana fark ettiren İlhan Sami Çomak karakteri ve kişiliği oldu. Yazılarından, Kemal abinin analizlerinden ve onun okumalarından bunu fark ediyorum. O yüzden bizim dışarıda kalan, 28 yıldır içeride yaşamak zorunda kalmış kişi için önce bir karanlık, zor, acı, böyle total bir ağırlık üstümüze çöküyor. Kemal abinin yaptığı analizler, okumalar, onun yönlendirmeleri üzerinden tartıştığımız süreçte karakterin ışıklı, aydınlık tarafını görmeye başladık. Evet bir an o hücrenin, o dört duvarın farkında o kişi, bunları biliyor ve bir tarafa koyuyor ama onun diğer taraftan da yeniden yaşamını, geçmişiyle birlikte yeniden kurulumunu sürekli tazeleyerek şiir yardımıyla, yazıları yardımıyla yapan bir karakter var. Aslında bir kişi var, gerçek bir kişi var. Burada hayali bir kişi yok, bir otobiyografi söz konusu. O yüzden ezbere davranacağımız şeklin dışına çıktık. İçeride özgürleşmiş, dışarıdakinden daha da özgürleşebilmiş bir kişiliği yansıtmaya çalışıyoruz. Onu yapmakta zorlanıyoruz aslında. Gerçekten cezaevinde o içini karartmış kişiyi canlandırmak kolay olabiliyor. Ben kendim içeride kendini özgürleştirebilmiş kişiyi oynarken çok zorlanıyorum. Çünkü her seferinde biz böyle enerjiyi aşağıya çekiyoruz, yönetmenimiz, “Hayır arkadaşlar, burada işte hızlanıyoruz, coşuyoruz, yükseltiyoruz enerjiyi, karartmıyoruz. Burada aklı başında, farkındalığı yüksek bir kişi var. Bunu anlatan. Lütfen buna gelin” diyor. Analizlerini yapmış, bütün saptamaları yapmış, kendini oluşturmuş bir kişiliği bize hatırlatıp durdu yönetmenimiz. Bu konuda çok şanslıyız, çok doğru, çok güzel, bize de çok şey öğreten bir kişiliği canlandırmak istedik.
Tekbaş: Aslında birebir aynı duygularla, aynı şeyleri yaşadık. Çünkü birlikte başladık bu çalışmaya. Tabi bulunmadık öyle bir yerde. Ama orada yaşanılan ya da kaybedilen zamanı, tabi ki oradaki hayatı müthiş bir motivasyonla, şiirle bambaşka bir hale getiren bir yazar, bir insan var orada. Bizden daha özgür olan, planları olan, çıktığında da şu an oradayken de çok hızlı düşünebilen ve hızlı üretebilen bir zihin, canlı bir zihin var orada. Biz de böyle bir hayatı oynarken, bazen o ajitasyona giriyoruz, kendimizi böyle yerden yere vuracakken, Kemal abi tutuyor, “çık oradan” diyor. Çünkü gerçekten onu istiyor. Bazı şarkıları düşünürken, buraya böyle bir şarkı çok iyi gider diyorken, ölmüş bir şarkı, drama bir şarkı oluyor. Yok olmaz diyor yönetmenimiz. Yakalamamız gereken bir çizgi var, Kemal abi sayesinde o çizgiyi çıkartabiliyoruz.
- Merak ettim. Şarkı seçimi nasıl oldu, kimler belirledi?
Aydoğan: Aslında az önce sorduğuna bir cevap niyetine şöyle diyeyim: Bence neşesini yitirmemiş bir İlhan Sami var. Neşesini yitirtememiş egemen ona. Aslında bu yitmeyen neşenin peşindeyiz diyeyim ve bize lazım gelenin bu neşe olduğunu sağlıyor galiba. Bir de oyun olduğu andan itibaren burada bir müzik olduğuna dair bir fikrim vardı ama müziğin ne olduğuna dair bir fikrim yoktu. Onun yaratıcıları Gülseven ve Ali. O tercihleri oraya getirip somutladılar. İlhan Sami bence müzikli biri. Konuşmasında ve yazısında müzik var, öyle düşünüyor gibi geliyor bana. Şimdi böyle bir coğrafyayı müzikle katetmek, aslında bir sürü laftan daha derinlemesine bir kavrayışı sahneye taşıyor. Bir çuval laf etseniz, bir türkünün, bir şarkının, bir stranın yerine geçmeyecek. Ama bunun nasıl olabileceğine dair teorik olarak fikrimi söyledim. Ali ve Gülseven onu somutladılar tabi.
- Bununla bağlantılı olarak oyuncu seçimi buna göre mi oldu? Sonuçta iki oyuncu da aynı zamanda müzisyen.
Aydoğan: En başından öyleydi. Ben şahsen bir oyuncu ile çalışmak istemedim bu oyunda. Yani oyuncu olan bir oyuncu değil de oyunculuk da yapmış ama müzisyen olan, dolayısıyla Ali ile Gülseven’in kimliklerini biliyordum. Ararken de öyleydi. Oyuncudan başka bir şeydi galiba, hem de o coğrafyayı bilen biriydi o oyuncu. Çünkü bir gerçekliği anlatacaksınız, kolay değil. Ben beyaz bir Türküm, kentte büyümüş bir bebeyim ben (gülüyor). O hayata dair, oralara dair teorik ve pratik olarak ilişki halindeyim tabi. O anlamda dünyaya bakmaya, anlamaya, görmeye çalışıyorum ama pratik olarak yaşamadığım için o coğrafyada yaşamadığım için coğrafyanın bilgisine haiz değilim. Onun için o dili çok iyi konuşan, o dilde ürünler vermiş ama oyunculuk gibi değil de kalbinden konuşacak, kalbinden davranacak birilerinin oynaması gerekirdi İlhan Sami’yi. Aslında bu oyunda yalana ihtiyacımız yoktu. Yalansız ve yalın bir biçimde bu sözü aktarırız diye düşünürken iyi ki Gülseven ve Ali ile karşılaştı yolumuz, birleştik. Sonucu itibariyle de hem iyi ki hem de oyunun seyirciye güçlü bir biçimde geçmesinin sebebi de onlar olacak zaten. Böyle de olacağına dair eminim.
- Aslında trajik bir olay fakat çok neşeli bir metin ve oyun da öyle. Sanırım oyunun adı da oradan geliyor: Hayat Seni Çok Seviyorum. Hayatı sahiplenen bir yerde duruyor. Biz dışarıdaki insanlar olarak içerideki insanları böyle gam içinde görüyoruz. Oyunda ise o neşeyi ve umudu hep diri tutuyorsunuz.
Aydoğan: Çünkü çocukluğunu uzun süre anlatan bir yazarımız var. Çocukluktan hiç kopmuyor. Oyunun finalinde bile dönüp dolaşıp çocukluğa geliyor. Çocukluğun sahip olduğu neşeye, umuda geliyor. Diyor ki burayı bırakırsak zaten egemen işini görmüş olacak. Egemenin bu şiddetinin iş görmemesi için bizim mazlum pozisyonunda kalmamamız gerekiyor. Bence temelde tabi ki acılar çekiliyor, somut acılar somut acı. Diyebilir miyiz ki işkence tezgahında abi bu ne olacak, bu kolay geçecek bir acı diyebilir miyiz? Beden bunu unutur mu? Tabi ki unutmaz. Zaten bunun unutulmayacağının bilgisi baki ama bunu başkasına taşıtalım mı yoksa bununla aramıza yine de bir mesafe koyup sıçrama tahtası olarak mı kullanalım? Çünkü yapacağımız, gideceğimiz başka yolar var. Mezarımızda değiliz ki.
Medar: İlhan Sami gücümü şiirden alıyorum diyor. Şiir de ona bu ilk yaşantısındaki o ilk referansları çocukluğunu, mutluluğunu, o yaşama inancının ilk oluştuğu dönemleri hatırlatıyor. Çok güzel bir flashback yaratıyor. Ama oyunun ilerleyen hatta sonlarına doğru evet diyor, şiirle güç buldum, şöyle oldu, böyle oldu, işte sevgi biriktirdim ama yine de aklımdakileri ve kalbimdekileri silmek mümkün olmadı diyor. Bunları unutmuyor. Unutmak değil affetmek. Aslında bir sürü şey tartışılabilir bu kişinin fikri için ama burada kesinlikle unutmamayı tembihliyor, öfke var ama öfkenin kölesi olma gibi bir durumunu reddediyor. Öfke var, evet unutmuyorum diyor fakat umut var, yaşam var, gelecek var. Bir de bizim ilk inandığımız, yaşamı ilk algıladığımız dönemlerdeki bilgiler, referanslar var. Çocukluk o yüzden çok önemli bir yer kaplıyor. Biz de olabildiğince oyunda yansıtmaya çalıştık. O çocukluğu, heyecanı, tazeliği, şımarıklığı, o hesapsızca yaşama dalması, oradaki öğretileri, bunlar çok önemli bir yer kaplıyor bu oyunda.
- Bu oyun başka yere gidecek mi peki?
Aydoğan: Çok isteriz. Van’a gidiyoruz 23-24 Eylül’de. Sonra ekimde burada oynayacağız. 11-12 Ekim’de, sonra da mutlaka davet edileceğiz diye umuyoruz başka şehirlerden ve ülkelerden belki de. Ulaşabildiğimiz her yere ulaşıp bu sözü hem İlham Sami gerçekliğine hem de orada barınan bu politik problemi muhataplarıyla buluşturmak bundan sonraki işimiz.
- Prömiyerin burada olması çok iyi bir şey, katılıyorum ama toprağına gitmesi de ayrı bir anlamlı olur diye düşünüyorum. Dilerim Diyarbakır’da, Mardin’de, başka yerlerde ve Avrupa’daki Kürt diasporasına da gider.
Aydoğan: Mesela Bingöl’de olması çok anlamlı olur, Avrupa’da olmak isteriz. Diyarbakır, Malatya, Van, Batman, Urfa yani bu oyun için sahnesi olan her yere gideceğiz. Gidebileceğimiz her yere gideceğiz ve karşılaşacağız ve karşılaştıracağız İlhan Sami gerçeğini ve gerçekliğini.
- Son olarak ne söylemek istersiniz?
Tekbaş: Çok heyecanlıyım. Çünkü bu oyun sergilendikçe insanlarla yan yana geleceğiz. Tek istediğim şey bunca adaletsizliğin farkına varılması. Bunca adaletsizliği yaşayan insanların olduğunu, bu kadar acıların yaşandığını daha net gösterebilmemiz. Tabi Kürdistan’a gittiğimizde bu var olan, bilinen bir şey. Önemli olan ise burada her oynadığımızda böyle şeyler oldu mu, böyle şeyler var mı, bunu gösterip hissettirmek. Bizim hedefimize vardığımızı gösterecek. İlhan Sami zaten bizden daha çok özgür. Fikirleri ve düşündükleri ile görüyoruz.
Medar: Özgürleşmeyi algılatabilirsek, tabi ne olursa olsun bizim algıladığımız kadar algılatma gibi bir sınırımız ve şansımız var. Eğer algılayabilirse kişiler, yaşama dair bir analiz yapabilirse, benim şahsen yüzleştiğim karşılaşmayı izleyiciler de yaşarsa, bu benim için hedef oldu. O teknik çalışmalar, doğru yansıtmalar gibi şeyler zaten mesleki olarak hedefim ama karşıdakine bunu inandırmak benim hedefim oldu artık. O teknik süreçten çıktım.
Aydoğan: Bingöl’den yaklaşık bin kilometre uzaktayız. Bir tiyatro böyle bir oyunu neden repertuarına alır? Aslında Gülseven’in dediği gibi, çok da severim bu kavramı, bu bir karşılaşma. Önce benim bir karşılaşmam. Moda Sahne’nin karşılaşması, oynayanların, emek verenlerin, üretenlerin karşılaşması ama bir Moda’da karşılaşması. Aslında bizim Moda’da karşılaşmamız ve bizim burada karşılaşmaya burada ihtiyacımız var. Bunu bu kadar yakına getirebilirsek aslında ortada bir düşmanlığın olmadığını, birbirinden nefret etmeye gerek olmadığını, dolayısıyla barış içinde yaşamanın yollarını bu zeminde aramamız gerektiğini konuşabilir hale geliriz ve gelmeliyiz. Onun için de bizce yeri, Moda’da konuşlanmış bir tiyatro olarak yeri burası. Bu merkez yani Moda merkezinin bu problemi algılaması, karşılaşması, tanıması ve düşmanlığından, nefretinden ya da yabancılığından arınması aslında yani.
Oyunun gün ve saatleri
8 Eylül saat 20.30
9 Eylül saat 20.30
10 Eylül saat 20.30
11 Eylül saat 16.00
Künye
Yazan İlhan Sami Çomak
Yöneten Kemal Aydoğan
Oynayanlar: Gülseven Medar, Ali Tekbaş
Sahne Tasarımı Bengi Günay
Işık Tasarımı İrfan Varlı
Animasyon ve Afiş Tasarımı Saeed Ensafi
Yönetmen Yardımcıları Reyhan Özdilek, Sinem Kurt