Geçmişte başarılı olan popüler bir şarkının yeni bir yorum ile farklı bir şarkıcı tarafından, farklı bir düzenleme ile tekrar seslendirilmesine Türkçe’de karşılığı yeniden düzenleme ve yorumlama olan Cover, başka bir ismiyle cover versiyon deniyor. Son dönemde müzik piyasası bu çeşit eserlerin etkinliğine tanıklık ediyor. Geçmişte oldukça başarılı olmuş, ses getirmiş parçalar yeniden düzenlenerek yorumlanıyor. Bu çalışmalar büyük oranda beğeni kazansa da kimi zaman hayal kırıklıklarına da yol açıyor. Sanat tüm toplumsal bağlarından koparılarak tamamen popüler bir metaya dönüştürüldüğünde başarısız örnekler çoğalıyor.
Havalimanı işçilerinin gündeme damgasını vuran direnişi, saraya ve sisteme karşı arayış içerisinde olan çevreler açısından geçmişin tekrar hatırlanmasını sağladı. Sosyalist hareketin ve yazının, hatta sarayın baskı düzeninden yılmış, çıkış yolu arayan demokrat ve liberal çevrelerin, yeniden sınıf hareketinin önemine artan oranda vurgu yapmaya başlaması, eski şarkıların yeniden yorumlanması misali esrik bir tadın oluşmasına yol açtı. Esrik bir tat, çünkü benzer çıkışlar, ünlü metal grevinde de yaşanmış, metal fırtına tanımlarının yapılmasına yol açmıştı. Kuru popülist kültür ve okuma, ortaya çıkan her yeni durumu hızla kendi gerçekliğinde, doğal gelişiminden kopararak parlattığı gibi, umduğu sonucu alamadığında hızla tüketip bir başka popülerliğin peşine takılabiliyor. Havalimanı eylemini kendi gerçekliğinden ve sınırlarından, yol açtığı, açabileceği gelişmelerden koparmadan ele almak, sınıf mücadelesinin kapitalizm açısında yıkıcılığını bu veriler doğrultusunda kavrayarak, onun gelişim sürecine dâhil olmak, ona katkıda bulunarak güncellenmesini sağlamak, gelişmesini hızlandırmak gerekiyor.
Havalimanı eylemi, kriz bütün ağırlığıyla yoksulların ve işçi sınıfının üzerine çökerken, yaşanmakta olan yıkıma, bu yıkımın toplumsal boyutlarına ışık tutmak, yoksullardan ve işçilerden yana çözüm yolları bulmak arayışının tartışma konusu haline geldiği bir dönemde, çözümün esas aracının militan sınıf mücadelesi olduğunu gösterdi. Aynı zamanda sarayın baskı sürecinin nasıl kırılacağı, sarayın arkasındaki toplumsal destek bütünlüğünün nasıl parçalanacağını göstermesi açısından da büyük, yol gösterici bir rol oynadı. Saray, haklarını en masumane bir şekilde, fakat militan bir karakterle ortaya koyan işçilere çıplak zorla müdahale ederken, medyadaki satın alınmış kalemleri eylemi değersizleştirmek adına, değişik politik, etnik ve dini kimlikten işçilere aşağılayıcı bir dille saldırdı. Bunu yaparken tersten sermayenin yıllardır etnik ve dini temellerde parçalara ayırdığı işçileri sınıf olarak yeniden yan yana getirmiş oldu.
Ülkenin dört bir yanında, çeşitli işçi hareketlenmeleri görülüyor. 3. Havalimanı işçileri, Cargill işçileri, Flormar işçileri gibi örnekler çoğalıyor. Kriz dolayımıyla artan iflaslar, eylemleri çoğaltırken, direnmeyi seçen işçiler, karşılarında devletin zor aygıtlarını, iktidarın kalemlerini, patronların yerel işbirlikçilerini, dini cemaatleri, mafyatik güçleri ve hatta kendi sendikalarını buluyor. Başaran Ulusoy’un bir röportajdaki deyimiyle “işçilerin işyeri ve taşeron şirketin hiyerarşisini, onu kuşatan mafya veya cemaat ağını kırabilmesi neredeyse imkânsız hale geliyor. Ayrıca mafyaların mahallelerde kurdukları dernekler, kulüpler var. Bunlar üzerinden de bir baskı uygulanıyor.” Sol açısından, sınıfın bu görüntüsünü parçalamadan işçilere ve benzer şekilde topluma umut yaratma şansı da kalmıyor. Ciddi analizler ve parlak söylemler bir eylemlilikle tamamlanmadığı ve dönüştürme umudu vermediği için başarısız oluyor. Söz, devletin ve patronların zorunun başladığı yerde tükeniyor. Başaran Ulusoy aynı söyleşide bu durumu “İktidarından devlet aygıtlarına, cemaat ağlarından, mafyöz ağalarına kadar işçi sınıfını kuşatmış olan güçlerin yoğunluğuna bakınca karamsar olmamak elde değil. Sol da her ne kadar bir sınıf söylemine sahip olsa da, işçi sınıfıyla yeteri kadar ilgili değil” cümleleri ile tarif ediyor.
Mesele tam da burada başlıyor. Sorun yeterince ilgilenmenin ötesinde işçileri ablukaya almış ideolojik ve zora dayalı bu baskının nasıl kırılacağı meselesinde düğümleniyor. Geçmişin şarkıları yeniden seslendirilecekse, geçmişte buna benzeyen ablukanın nasıl dağıtıldığı da yeniden hatırlanmalıdır. Devrimci hareketin geçmişte, ideolojik ve toplumsal hegemonya kuran kitlesel gücü ve elbette başkaca fiziksel baskı araçlarına, benzer araçlarla cevap verebilen örgütsel yapısı da hatırlanmalıdır. Geçmişin şarkıları sadece sözleri ile değil enstrümanları ile hatırlanmalıdır. Bir tartışma yapılacaksa bu tartışmanın bir ayağını toplumsal hegemonyanın kurulması ve hareket kabiliyetlerini geliştirilmesi için yan yana nasıl gelineceği diğerini de iktidara karşı mücadelenin bütün araçlarını kullanmaya hazır devrimci bir pozisyon alışa nasıl geçileceği oluşturmalıdır. İşçinin ayak sesleri yükselirken bu seslerin anlamlı bir marşa dönüşüp dönüşmeyeceği gelmekte olan dönemin nasıl şekilleneceğini de belirleyecektir.