Ali Sinemilli
AKP-MHP iktidarının Kürt halkına yaşattığı zulme her gün bir yenisi ekleniyor. Adeta her yeni günü yeni bir katliam, bir saldırı gününe dönüştürmek için her şey yapılıyor. Bunun için en akla gelmez yol ve yöntemlere başvuruluyor, denenmemiş olan deneniyor. Belli ki devlet katındaki öfkenin, baş eğdirememenin yarattığı hıncın görülmesi isteniyor. Bu konuda herhangi bir gizli-saklı yola da ihtiyaç duyulmuyor. Tepki- öfke açığa çıkaracak, ‘bu kadar da olmaz’ denilecek ne varsa o yapılıyor ve sürekli bir biçimde toplumun sinir uçlarına dokunuluyor.
Oğlunun cenazesi kargoyla teslim edilen Halise Ana’yı herhalde vicdanlı hiç kimse unutmaz. 2020 yılının Nisan ayında oğlu Agit İpek’in cenazesi kendisine posta yoluyla teslim edilmişti.
Benzer bir gelişme 2022 Mart ayında gündeme gelmişti. 2016 yılında Şemzinan’da çıkan bir çatışmada yaşamını yitiren Siti Karatay’ın cenazesi 6 yıl aradan sonra annesine bir kutu içinde verilmişti.
2022 Haziran ayında PKK’li Zından Yeni’nin cenazesi aynı şekilde baba Hasan Yeni’ye teslim edildi. Diğer örneklerde yaşananlar burada da tekrar etti.
Son örnek 29 Ağustos’ta Amed de yaşandı. Oğlu Hakan Arslan’ın cenazesini almak için 7 yıldır mücadele eden Ali Rıza Arslan’a oğlunun cenazesi yine bir kutu içinde teslim edildi. Diyarbakır adliyesinden elinde oğlunun cenazesi bulunan torba ile çıkan babanın görüntüsü deyim yerindeyse şok etkisi yarattı ve büyük bir tepki çekti.
Dikkat edilirse, daha bu konunun sıcaklığı, tartışması ortadan kalkmadan bu defa gündeme HDP’li Milletvekili Semra Güzel’in görüntüleri geldi. Hani o baş eğdirmek için polislerin yoğun çaba harcadığı görüntüler. Kuşkusuz, bu görüntüler de yeni değil. Kürt halkı benzer görüntüleri Orhan Doğan’dan, İdris Baluken’den biliyor. Onlara da benzer bir saldırı olmuş, onlar da bu saldırıya başlarını dik tutarak cevap vermişlerdi. Şimdi aynı saldırıya Semra Güzel aynı cevabı vererek katılmış oluyor.
Bilindiği üzere, her iki olay da son bir haftada gerçekleşmiş bulunuyor. Yani öyle istisnai durumlar değil bahsini ettiklerimiz. Düpedüz rutin bir hal alan, kötülüğü sıradanlaştırma diyeceğimiz bir durum ile karşı karşıyayız.
Açık ki, bu durumda akla çok doğal olarak bazı sorular geliyor. Politik ya da değil hemen her kesimden Kürdün lanet okuduğu bu saldırılar ile ne amaçlanıyor, devlet aklı bu saldırıların sonuç alacağına inanıyor mu?
Kuşkusuz, bu saldırıları klasik bir yorumla ‘birilerini korkutup sindirerek, geniş toplumsal kesimi yanına çekme’ politikasının yansıması olarak ele almak çok naif bir değerlendirme olur. Ki, yapılanlar bir kesimi sindirme, korkutmanın ötesinde tümden bir toplumu karşısına alma, PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın çok yerinde belirlemesiyle soykırıma tekabül ediyor. Herhangi bir açık kapı bırakmıyor, hiçbir biçimde Kürt kimliğine müsamaha göstermiyor, bütünüyle reddi esas alıyor.
İşte! Son iki örnek bu konuda yeterince açıklayıcı. Kürt cenazesini usulünce alıp defnedemiyor, seçilmiş vekili sanki bir suç işlemiş gibi ordan oraya sürükleniyor.
Alenen ‘Öyle olacak ki, cenazelerinizi dahi bulamayacak, bulduğunuzda da sahip çıkamayacaksınız’ deniliyor. ‘Yüzbinlerin oyuyla parlamentoya girebilir, Kürt halkının temsilciliğine soyunabilirsiniz fakat bizim nazarımızda bunların bir kıymeti yoktur, biat ettiğiniz oranda ‘varlığınız’ kabul görür’ deniliyor.
Hiç şüphe yok ki, örnekler bunlarla sınırlı değil. Kürt halkına dönük sadece Kuzey Kürdistan’da değil Güney ve Batı Kürdistan’da da günübirlik saldırılar gerçekleştiriliyor. Güney Kürdistan’dan neredeyse her gün kimyasal silahların kullanıldığına dair haberler geliyor, görüntüler yansıyor. Batı Kürdistan’dan günübirlik olarak çocukların da hedef alındığı saldırıların haber ve görüntüleri geliyor. Sözün kısası, Kürdün özgür iradesiyle varlık göstermeye çalıştığı her yerde, herkese bir saldırı söz konusu.
Adeta Kürdün nefes alması engellenmek, maddi ve manevi olarak varlığı ortadan kaldırılmak isteniyor. Bunun için her şey yapılıyor. Peki neden bu düzeyde bir pervasızlık söz konusu, neden sınırsız bir saldırı politikası devrede?
Açık ki, bu sorunun cevabı 2015 sonbaharından bu yana yürütülen savaşta gizli. AKP-MHP iktidarı bu tarihten başlayarak günümüze kadar tek bir gaye için hareket etti: Kürde baş eğdirip teslim almak.
Peki! Bunu başarabildi mi, pratikte ne oldu? Hiç kuşku yok ki, Kürt halkı bulunduğu her yerde direndi. Tek bir Kürt teslim alınamadı. İktidarın en zayıf halka olarak değerlendirdiği zindanlarda dahi otuz yılını geride bırakan tutsaklar teslim olmadıkları için katledildi. Demokratik siyaset alanına yönelik haddi hesabı olmayan yönelimlere rağmen tek bir kişi geri adım atmadı, direndi, direnmeye devam ediyor.
Haliyle bu durum iktidarı korkuttu, korkutmaya da devam ediyor. Gelinen aşamada rahatlıkla diyebiliriz ki, AKP-MHP iktidarı için kazanılacak, ikna edilip sisteme yedeklenecek Kürt yoktur. Kürt düşmandır ve düşman hukuku işlemektedir. Hakan Arslan’ın cenazesine yaklaşım da, Semra Güzel’e dönük uygulama da, Rojava ve Başur’da tüm savaş kurallarını hiçe sayarak işlenen suçlar da tamamen bu hukukun dışavurumu olmaktadır.
Öyle görülüyor ki, mevcut iktidar bu yolda yürümekte kararlıdır fakat Kürt halkı da direnmekte ve mücadele etmekte kararlıdır. İşte! En son örnekler; Hakan’ın babası Ali Rıza Arslan ve Semra Güzel gelişen saldırılara karşı tek bir şey söylediler: Mücadeleyi büyütün.