Bir yaşam boyu savunduğumuz fikirlerin en somut ifadesi ‘Emek en yüce değerdir’ kalıp cümlesi ile ifade edilebilir. Düşüncelerimizin vardığı sonuç, insanlığın yükselişinin emek ile mümkün olduğunu kanıtlıyor. Uygarlık emekle yaratıldı. Eylemden kopuk düşüncenin tek başına hiçbir şey üretmesi mümkün değil.
Kimilerine göre ise en yüce değer paradır. ‘Paranın satın alamayacağı şey yoktur’ ilkesini savunanlar, gelişmiş insan aklının bu tanımı benimsemekte zorlanacağının farkındadır. O yüzden de kapitale duydukları ilgiyi başka değerlerle gölgelemek isterler.
Paranın hizmetinde olmayı gölgeleyecek en elverişli alan ise insanların dinî inançlarını sömürmekle sağlanır. Sonuçta tüm inanç sistemlerinde, tüm coğrafyalarda din müessesesinin sermayenin, başka bir deyişle egemen gücün yanında saf tuttuğu tecrübe ile sabittir.
Günümüz Avrupa’sında karşılaştığımız ‘Hıristiyan demokrat’ etiketli siyasi hareketler, ortaçağ Avrupa’sının feodal beylere biat eden din adamlarının günümüzdeki uzantılarıdır sadece. Avrupa Rönesans’ı yaşadığı için o hareket artık doğrudan kilise çatısı altında değil de, ‘demokrat’ sosuyla sunulan siyasi partilerde varlığını sürdürmekte.
Buna karşılık olarak Ortadoğu’da din öğesi yine çok işlevsel. Ancak Hıristiyan batı siyaseti tarafından özlenen ‘ılımlı İslam’ halen hoş bir sedadan öteye geçemediği, yani İslam Rönesans’ı yaşanmadığı için, dinin sermayenin, petrol gelirlerinin, sarayların, daha da çarpıcı olarak varlığını silahlı saldırganlık siyaseti ile güvenceye almak isteyen İsrail devletinin çıkarlarının yanında konumlanması çok daha bariz hale geliyor.
Ortadoğu’nun en bağnaz yönetimleri, İsrail devletinin bekası için dindaşları ile savaş halindeler. Suriye’de yaşanan bir iç savaş değil, İsrail için en büyük riski oluşturan Arap ülkesinin, batı sermayesi ve onun işbirlikçisi Müslüman ülkelerce tahrip edilmesidir. Unutmamalı, Türkiye’de de çok önemli bir kitle tabanına sahip olan IŞİD, Afganistan’da Sovyetler Birliği’ne karşı kullanılan El Kaide veya Taliban örgütleri gibi bir yapılanmadır. Bu tür yapıların Brzezinski’nin ‘yeşil kuşak’ teorisi sonucu Pentagon-CIA ortaklığında kotarıldıkları da herkesin ittifakla benimsediği bir konu. Ama bu proje örgütler büyük bir ustalıkla ‘Suriye iç savaşı’ ambalajı ile devreye sokulmakta.
Kişisel olarak, iç dünyalarında dindar dahi olsalar, emekten yana olanların inançları ile değil ama din müessesesi ile mesafelerini korumaları gerekir. Emeği ile geçinenin tanrıya inanmasında sorun yok. Ama salt inançlı olduğu için inanç bezirgânlığı yapanlara aldanmak, onların dümen suyunda gitmek fevkalade zararlı olabilir.
Nitekim son haftalarda emeğin, inanç bezirgânlarının hışmına uğramasının değişik tezahürleri ile karşı karşıyayız. 3. Havalimanı inşaatında çalışan işçilerin asgari düzeydeki talepleri dindar hükümete bağlı polislerin şiddeti ile bastırıldı. Hiç kimse Cumartesi Anneleri’nin inancını sorgulayamaz. Ama dindar iktidarın zulmü dört haftadan beri onlara da tahammül edemiyor. Okul üniforması olmadığı için oğlunun geri gönderilmesini sindiremeyen bir baba, “Oğluma bir pantolon dahi alamıyorsam yaşamamın ne anlamı var?” diyerek yaşamına son verdi. İnsanlıkla en ufak bir bağı olan herkesi etkileyecek bir haber bu. Etkilenenler yoksulluğu lanetlemek üzere toplandığında, polis 15 kişiyi gözaltına aldı. İhtimaldir ki gözaltı savcısı onlardan birkaçının örgüt bağlantısından şüphe duyup tutuklanmalarını talep etsin. Ne savcı tutuklama talebinde bulunmamayı, ne de nöbetçi mahkeme yargıcın o talebinin gereğini yapmamayı göze alabilirler.
Esas mesele Huntington’ın ‘Medeniyetler çatışması’ tezinin gerçekliğe dönüşmesi ve emek ile sermaye arasındaki mücadelenin dinler, etnik kimlikler arasındaki çatışmaya evrilmesi ile yaşanıyor.
Anlamamız gereken en yalın tespit ise, din adına konuşan siyasetin emek ve emekçi düşmanı olacağı gerçeğidir. Ne batıda, ne de doğuda bu saptamanın istisnası vardır, olamaz da.
Hani bir kalıp cümle var, “Kork Allah’tan korkmayandan” diye söylenir. Günümüz gerçekliğini uyarlanmış hali ise şöyle olmalı: “Kork Allah’tan korktuğunu haykıranlardan.”
Yazının sonunu yine bir özdeyişle bağlayalım. “Korkunun ecele faydası yoktur” demiş eskiler. O halde geriye kalan sopayı elden bırakmadan, Ahmet Arif’in dizelerini duyalım: “… yürü üstüne üstüne, dayan tırnak ile, diş ile, umut ile düş ile…”