Erol Katırcıoğlu
Geçenlerde Emek ve Özgürlük İttifakı’nın kuruluş haberiyle ilgili bir tweet attım. “Solda ittifak yapanlar neden ayrı partilerde olduklarını bizlere bir açıklasalar da biz de öğrensek!” diye. Doğrusu “sol siyasette” yer alanların gündemi “ittifak” mı olmalıdır ben emin değilim. Değilim çünkü ülkede bir halkın üzerine her türlü baskı aracıyla giden bir iktidarın varolduğu gerçeği karşısında, sol, “ittifak” mı yapmalı yoksa “birlikte varolmak” için aralarında varolan, varolduğu varsayılan farklılıkları kenara koyarak topyekün bir savunma hattı mı oluşturmalı? Bence asıl soru bu.
Biliyorum soldan gelen ve Türkiye siyasetinin “meşru” temelini, yani siyasi partiler yasasını benimseyerek siyaset yapanlar bu “ittifak” gibi meselelere çok teşneler. Ama siyasetin yalnızca bu kurallara uyularak yapılması da bir mecburiyet değildir. O nedenle de hani neredeyse, “Görün bakın ki 6’lı masada HDP yok demeyi mümkün kılan ve böylelikle 6’lı masa liderlerinin elini rahatlatmak için” düşünülmüş duygusu veren bu ittifakın ne işe yarayacağını ben bilmiyorum. Ama bilenler var ki bu ittifak kurulmuş.
“Efendim HDP hiç sınıf mücadelesini önemsemiyor” diyorlar. “Onlar için varsa yoksa Kürt meselesi. Oysa bu mesele bir “ulusal mesele”, bu da önemli ama asıl önemli olan işçi sınıfının mücadelesidir”, “Sistemin de tarihin de değişmesi ancak böyle mümkündür!” diyorlar.
Tabi böyle cümleleri kuranlar “işçi sınıfı” öncülüğü gibi sol jargonun en önemli kavramına referans verdiklerinden kendilerini de birbirlerini de “sol, sosyalist” olarak görmeyi makul bulabilirler. Ama günümüz dünyasında neye sol denileceği o kadar net bir konu mudur ben yine çok emin değilim.
Marx’ın toplumun dönüştürücü gücü olarak işçi sınıfına işaret etmesi, işçi sınıfının kendinde olan bir özellikten dolayı değil, işveren sınıfı karşısında emeğinden başka satacak bir şeyi olmayan mağdur bir kesim olmasından dolayı idi. Bir başka ifadeyle Marx, proletaryanın devrimci gücü, proletaryanın kendinde olan bir hassadan, bir özellikten değil, burjuvazi ile durumları ve çıkarları bakımından çelişen bir ilişki içinde olmalarından kaynaklandığını söylemişti.
Buradan günümüz ulus-devletlerine bakınca bir ulus devlet içinde ulus devletin kendisine ait olduğunu düşünen egemen kimlikle diğer kimlikler arasında da benzer bir ilişki olduğu ortadadır. Somutlarsak ülkede, başta Kürtler olmak üzere diğer azınlık kimlikler, egemen kimlik karşısında durumları ve çıkarları bakımından “mağdur” bir ilişki içindedirler. Bu da onlara varolan siyaset yapısının değişimini mümkün kılacak bir rol vermektedir. Bir başka ifadeyle günümüzde, (Marx’ın işaret ettiği işçi sınıfının tarihin motor gücü olmasına benzer biçimde) ulus-devlet çatıları altında mağduriyetlerini gidermek için mücadele eden ezilen kimliklerin, değişimin de tarihin de motor gücü olduklarını söylememiz mümkündür. O nedenle de bugünün sol mücadelesi ezilen kimlikleri de kapsayan bir mücadele olmak durumundadır.
Bu nedenle de ülkemizde başta Kürtler ve Aleviler olmak üzere iki büyük mağdur kimlik bugün için ülkedeki değişimin de “motor güçleridirler”. Onların talepleri mevcut siyaset sisteminin tümüyle değişimini zorunlu kılmaktadır. O nedenle de “işçi sınıfından yeterince söz etmiyorsunuz, ulusal meseleler üzerinden siyaset yapmak da sol değildir” demek, belki de solun zamanın ruhuyla buluşmasını görmemek ve anlamamak demektir. Aksine, böyle bir topyekün mücadele, kimlik meselelerinin çözüldüğü bir dünyada işçi sınıfı mücadelesini de daha anlamlı ve güçlü kılacaktır. Ama öyle görünüyor ki önce farklı kimliklerin farklılıklarıyla birlikte yaşayabildiği bir siyasal ortam oluşmadıkça işçi sınıfının mağduriyet ilişkisini çözmek çok daha zor olacaktır.
Bütün bunlardan dolayı ben bugün itibariyle solun sadece “ittifakla” yetinme tavrını garipsediğimi ve asıl olması gerekenin kendini solda gören bütün kesimlerin gerçek anlamda bir işbirliği içine girmeleri olduğunu söylemek istiyorum. Sol siyaset, dün, “işçilerin” öncelikli olarak sömürüldüğü, dolayısıyla mağdur edildiği bir dünyada yeşermişti, şimdi ise içinde işçilerin de olduğu ezilen mağdur kimliklerin mücadeleleriyle yürümekte. O nedenle de kendilerini “sol” olarak niteleyen siyasetlerin “ittifak” kurmakla yetinmeleri bence asıl yapmaları gereken değildi, asıl yapmaları gereken ise gerçek anlamda bir güç birliği içine girebilmekti.