HDP’li Figen Yüksekdağ, fezlekesinde suç olarak gösterilen MYK’nin Kobanê çağrısını savunarak, 6-8 Ekim olaylarının sorumlusunun “Kobanê düştü düşecek” diyen Erdoğan olduğunu söyledi. Yüksekdağ, “6-8 Ekim çözümlenmezse bu ülkede hiçbir şey çözümlenemez” dedi.
Halkların Demokratik Partisi (HDP) önceki dönem Eş Genel Başkanı Figen Yüksekdağ’ın tutuklu yargılandığı dava Ankara 16’ncı Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülmeye devam ediyor. Sincan Cezaevi Kampüsü’nde bulunan bir salonda yapılan duruşmada Yüksekdağ savunmasının ikinci kısmını yapıyor. Yüksekdağ hakkında ikinci fezleke, 52 kişinin yaşamını yitirdiği 6-8 Ekim Kobanê eylemlerine dair hazırlanmıştı.
‘7 Haziran seçimlerinden sonra komplo başladı’
Yüksekdağ’ın, 6-8 Ekim eylemlerine dair savunmasının öne çıkan kısımları şöyle: “6-8 Ekim olayları yaşanırken ve yaşandıktan sonra herhangi bir yargılama konusu yapılmadı. Ne zaman ki 7 Haziran seçimleri yaşandı, komplo başladı. Siyasi bir fenomen olarak HDP tarih sahnesine çıktı ve iktidar denklemlerini bozdu. İlk defa tek başına hükümet kuramayacak noktaya geldi. HDP’nin başarılı bir kitle desteğiyle o seçimlerden çıkması siyasi iktidarın sultasına son verdi. Geçmişte suç olarak görülmeyen birçok başlık operasyon konusu haline getirildi. 6-8 Ekim olaylarının partimizle bağının kurulması böyle bir gündemdir. İktidar kendi sorumluluğunun üstünü örtmek için yapmıştır. Bunu Demirtaş’a yönelik kişisel bir linç operasyonuna dönüştürdü. Herhangi bir dayanağı olmamasına rağmen algı operasyonuyla bir partinin suçlu ilan edilmesi ve cezanın yargıya bırakılmadan siyasi iktidar tarafından kesilmesiyle karşı karşıya kaldık. 6-8 Ekim’in iddianamesini yazan da yargı kürsüsünü kuran ve yargılayan da cezayı kesen de siyasi iktidardır.
İktidar sorumluluğunu karartmak istiyor
6-8 Ekim konusunda ilk söylenmesi gereken, siyasi iktidarın algı operasyonundan çıkarılmasıdır. Bütün Türkiye toplumunun gözünden kaçırılan gerçeklere işaret edeceğim. Önemli bir düşünürün söylediği gibi ‘Yalanların bacakları kısadır bir süre sonra koşmayı başaramaz.’ İşte 6-8 Ekim için söylenen yalanların da böyle bacakları kısadır. 6-8 Ekim’in bir yargılama konusu haline getirilişi sürecinde insanlarla birlikte gerçekler de katledildi. 6-8 Ekim siyasi iktidar tarafından kendi sorumluluğunu karartmak amacıyla bilinçli planlı bir şekilde partimizin üzerine yıkılmaya çalışılmıştır. Neden doğrudan siyasi iktidarın sorumluluğundadır, diyorum? Eğer bir memlekette 51 kişinin katledilmesine yol açan bir olay yaşanıyorsa, bunu önlemek, geleni görmek, siyasi iktidarın görevidir, siyasi iktidar bunun sorumluluğunu muhalefete atamaz, bu gayri meşrudur. Siyasi iktidar 6-8 Ekim’in geldiğini göremedi. Biz göremedik, muhalefet olarak bunun özeleştirisini veriyoruz. Ama o iktidar, muhalefetin hiçbir uyarısına kulak vermeyen bu kadar kadiri mutlak bir iktidarın geleni görmemesi suçtur.
İktidar Suriye’deki ateşe benzin döküyordu
Suriye’de yer yerinden oynamıştı, iç savaşın 5’inci yılıydı. Türkiye’deki siyasi iktidar burnunun ucundaki komşusundaki savaşa son vermeye çalışmak bir yana, Suriye’deki ateşe benzin döküyordu. O günün koşullarında eski Osmanlı hayallerini tekrar canlandırıp sınırlarını Suriye’ye kadar genişletmek dahil bir dizi hayal tartışılıyordu, adına da ‘Stratejik derinlik’ deniyordu. Yanlış Suriye politikası, çok daha yakın saldırılara yol açtı. IŞİD, Türkiye’de varlığını genişletmiş, Türkiye sınırları IŞİD tarafından ele geçirilmişti. Yani biz IŞİD’le komşu olmuştuk. Neden? Tek bir cevabı var, çünkü siyasi iktidar IŞİD’i öfkeli çocuklar politikası ile desteklemiştir. O kadar korkunç ki hala IŞİD kampları duruyor. Tek bir caydırıcı adım, işin yanlışlığına işaret eden tek bir muhalefet bırakılmadı. Adana’da, Urfa’da, Hatay’da IŞİD’in çok rahat örgütlendiğini söylüyorduk. İttifak altında girilen işbirliği politikasının Türkiye’yi bir çukura ittiğini gösteriyor bize. 6-8 Ekim süreci sadece Kürtleri ilgilendiren bir mesele değildi, kadınlara tecavüz eden, köle pazarında satan, çocuklara tecavüz eden, insan kalplerini yiyen bir vahşet ordusundan bahsediyoruz. O koşullar içerisinde IŞİD tarafından sınır boyunda ele geçirilmeyen tek kent vardı, o da Kobanê idi. Kobanê’nin IŞİD tarafından kuşatılması boyunca partimizin, çeşitli sivil toplum örgütlerinin onca iyi niyetli çabasına rağmen, siyasi iktidar IŞİD konusundaki tavrını değiştirmeyerek Kobanê’nin kuşatılmasına, ağır bir insan kırımıyla karşı karşıya kalınmasının müsebbibidir.
Kobanê kuşatması ile insan kıyımı ile siyasi iktidar IŞİD’i destekleyerek Kobanê’yi düşürmek vesilesiyle, Şam rejimini devirmek ve PYD’ye yönelik görüşmede elini güçlendirmek için desteklemiştir. O plan Kobanê kapısından döndü, Kürt güçleri buna yanaşmadılar.
3 ay boyunca sınır boyunda nöbet tuttuk
O dönem IŞİD karşısında ciddi bir tepki oluşmuş, Türkiye’de insani, laik, ahlaki kaygılar da harekete geçmişti. Bütün toplumsal kesimlerde IŞİD’e karşı duyarlılık gelişmeye başlamıştı ama siyasi iktidar bunu görmezden geldi. O dönemde biz tamamen sırtımızı döndüğümüzü de söyleyemem gerek yardım malzemelerinin götürülmesinde ortak da çalışılmıştı ancak esas yük bizdedir. O dönemde siyasi iktidar yer yer çatışan yer yer kolaylaştıran bir rol oynadı ancak Kobanê’nin Türkiye halkları bakımından vicdan, insan ve onur demek olduğunu görmeyerek sosyolojik bir hata yapmıştır.
O koşullar içinde 6-8 Ekim’e gelindi. 3 ay sınır nöbeti devam etti. Özellikle Urfa hattından IŞİD’lilerin yaygın gidiş gelişi vardı, gündüz çok rahat görebiliyordunuz, bunu engellemek için bir sivil inisiyatif oluşturuldu. İnsanlar sınır boyunca yattılar, uyudular, sadece biz görüyoruz demek için bizler 3 ay boyunca o sınır boyunda nöbet tuttuk. Tek bir olay, bir ölüm ciddi bir çatışma yaşanmadı. O süreç içerisinde bütün Türkiye’yi hem Kürt halkını batısından doğusuna, bütün toplumu birleştiren bir merkez oldu. Çok farklı düşünceye sahip olan insanlar siyasi iktidarın IŞİD’e yol vermesinden büyük rahatsızlık duyuyordu. O sınır nöbetinde HDP’li olmayan çok fazla insan gördük.
PYD’den ÖSO’nun yanında olması istendi
Eğer bir komplo veya provokasyon olmazsa Kobanê konusunda bu halkın nasıl duyarlı, kendisine hakim demokratik eylemler yapabileceğinin en büyük kanıtı oldu. Siyasi iktidar Kobanê kuşatmasından sonra IŞİD’e verdiği desteği daha açık ifade etmeye başladı. PYD’ye, ‘Tarafınızı seçin IŞİD’in, ÖSO’nun yanında olun’ teklifi reddedilince ayrım noktaları daha net belirmeye başladı.
Gözümüzün önünden patlayıcılar geçiyordu, buğday silolarından ateş ediliyordu. Bunun oradaki kolluk güçleri tarafından bilinmemesi mümkün değil. Her birisi bizim gözümüzün önünde yaşandı. Biz, ‘hükümetle bir görüşme yapmamız gerek, anlaşma ve ortaklaşma noktalarını öne çıkaracağımız bir görüşme yapmamız gerek’ diye düşündük. Demirtaş ve DTK Eşbaşkanı Selma Irmak Başbakan’dan randevu alarak 1 Ekim’de bir görüşme gerçekleştirdiler.
Görüşmede bizim heyetimiz uyarıyor, Davutoğlu da bunu kabul ediyor, ‘Ortak çözüm bulmaya çalışırız’ diyor. Bizim heyetimiz Başbakanlık kapısında çıkıyor ve açıklama yapıyor, diyor ki, ‘Her şey kontrol altında her şey müzakerelere bağlı devam edecek.’
Siyasi iktidarın sözünü Mürşitpınar’dan giren bomba aldı
Sonra ne oluyor? Zaman kazanma ve oyalama taktiği oluşturularak bizim eleştirdiğimiz politikaları uygulamaya devam ediyor. Bir taraftan hükümetle görüşüp, adımlar bekliyoruz ama diğer taraftan Kobanê’den katliam haberleri geliyor. İnsanlar üzerindeki basınç arttıkça arıyor. 6 Ekim akşamına kadar bekleyiş sürüyor. 6 Ekim akşamı 5 Ekim’den itibaren başlayan çok ağır bir kuşatma yaşandı. 5 Ekim’de Kobanê’de savunma güçleri ve sivillerin bulunduğu bir alanda Mürşitpınar Sınır Kapısı’ndan, 50 metre yakınından patlayıcı yüklü kamyonla intihar saldırısı gerçekleşti. 100’e yakın insan katledildi. Bu bütün kamuoyunda ciddi bir tepkiye yol açtı. Başbakan’la yaptığımız görüşmeden sonra bize adeta, ‘alın size bomba’ denmiş oldu, siyaseten izahı budur. Siyasi iktidar, ‘biz engel olamıyoruz’ dese anlarız. Ama hükümet sözler veriyor, aradan 5 gün geçiyor bir bakıyorsun bir kamyon patlatıyor. Siyaset bu kadar kirletilirse o ülkede temiz yer kalmaz. Şuna güveniyorlar, biz dibe batıralım Türkiye nasılsa sıfırdan kendisini üretmeyi biliyor. ‘Bunu başkaları yaptı’ deseler, aydınlatılsa bu katliamlar anlarız, en azından hata kabul edilir ama böyle bir durum da yok. Karşımızda çift kişilikli bir iktidar anlayışı vardı.
Kürdün yanında kimse yoktu
Kobanê basit bir yer değil ki Kürt halkı bakımından. Akrabası vardır, komşusu vardır, yüzyıllara dayanan ortak geçmiş vardır, soy ağacı aynıdır. Siyasi iktidarın tavrı, toplumun sınırlarını zorluyordu. Kobanê’nin yanında sadece Kürt yurtseverler vardı, sosyalistler vardı, insanım diyenler vardı. Katliama uğramış bir halka sahip çıkmak için kendisini ortaya koyan insanlar vardı. Uluslararası güçler yoktu. Toprağı için toprağına kanını dökenler vardı. Bu kadar ağır tablo içinde siyasi iktidardan çıt yok, biz çırpınıyoruz. Eylem ve etkinlikler zaten devam ediyordu.
MYK akşamı karar aldık
6 Ekim akşamı MYK toplantımızda bir araya geldik. Kobanê’ye yapılan son saldırı haberini MYK toplantısı sırasında ele aldık. Ne yapalım diye konuşurken Demirtaş, Başbakanla görüşmek için toplantıdan ayrıldı. Demirtaş o görüşmeyi yaparken biz MYK toplantısında çağrı kararı aldık, benim sorumluluğumdadır, ben o çağrıda bir suç görmüyorum. Bir tweet ile zorlama delil yaratılmıştır. Naylon bir gerekçedir. Çağrımızın içinde şiddet yok, ‘Gelin ayaklanalım, olaylar çıkaralım’ diye bir kavram yok. Tastamam insanları demokratik hakkını kullanmaya yapılan bir çağrı var. Bunun gibi yüzlerce binlerce çağrı bulabilirsiniz. Ama bu çağrıyı diğerlerinden farklı kılan sadece siyasi iktidarın kafasını takmış olmasıdır. İlk kurguyu tweetten kurmuşlar, dramatik bir hikaye olduğu kesin. 100 yıllık meseleden söz ediyoruz, aylarca devam eden bir süreçten bahsediyoruz, 6 Ekim’de tweet atınca birden ayaklanma çıkıyor, insanlar birbirini öldürüyor. Bu kadar kötü bir mizansen oluşturulamaz. Tam bir altüst oluş durumu, varlık yokluk meselesi. Biz o ölüm kalım anında bile çok sağduyulu bir çağrı yapmışız. Gözümüzün önünde insanlar boğazlanırken, toplum HDP’nin çağrısına mı bakıyordu? Hayır, herkesin gözü kulağı Kobanê’deydi. İnsanlar hiçbir şeyine bakmadan, herhangi bir kuruma gitmeden kendisini sokağa attı.
6-8 Ekim çözülmezse hiçbir şey çözülmez
6-8 Ekim çözümlenmezse bu ülkede hiçbir şey çözümlenemez. Bu siyasi iktidar hala bunu çözümlemeden uzak. 6-8 Ekim’in gerçek iddianamesi bu değildir, 6-8 Ekim’in gerçek iddianamesi halkın gerçekleridir. İddia ediyorum 6-8 Ekim’i yaratan bizzat Cumhurbaşkanı’nın 7 Ekim’de Antep’te yaptığı konuşmadır, çağrıdır. Bu konuşma ciddi infial yarattı. Biz hala üzerinde tartışıyoruz, hala çözümleyemedik. Bu bir örgüt tarafından gerçekleştirilemez. Hiçbir siyasi kurumla ilişkisi olmayan insanlar o gösterilere kendi inisiyatifleriyle katıldı. 6 Ekim akşamı insanların psikolojisi buydu.
‘Kobane düştü, düşecek’ sözü infial yarattı
Bildiğimiz bir şey var bir toplum hiç değildir. Bir toplumu hiçleştirmeye çalışırsan hata edersin, bu toplum sana cevabını verir. Bu sefer çok daha büyük bir kaosla karşı karşıya kalırsın. Siyasi iktidar toplumu hiç yerine koydu. Kobanê için ağıt yakan milyonlarca insanı hiçleştirdi ve kışkırttı. Cumhurbaşkanı’nın Antep’te mültecilerle bayramlaşma sırasında söylediği ‘Kobanê düştü düşecek’ sözü ciddi infial yarattı. Cumhurbaşkanı çıktı o çağrıyla bütün Kobanê halkını IŞİD’in kanatları altına itmeye çalıştı. Cumhurbaşkanı’nın bu sözünü unutturmak için ellerinden geleni yaptılar. Hala suçu bize yıkarak bizden suçlu üretmeye çalışarak bu gerçeği unutturmaya çalışıyor. Ama tarih unutmaz.
7 Ekim öğleden sonra, ölümlü olaylar başlıyor. Bu olayların ciddi kısmı güvenlik güçleri kurşunuyla gerçekleşiyor. Provokasyonların büyük kısmı da sivil mi, asker mi, polis mi oldukları belli olmayan insanların açıktan saldırıları gerçekleşiyor ama onlar hakkında hiçbir dava yok.
Hüda Parlılar polisi aradığını söylüyor ama…
Af Örgütü’nün raporu. Bu raporda dikkat çekici örnekler var. Yasin Börü ve arkadaşlarının katledilmesi olayı. Demirtaş’ı katil ilan ettikleri, bir yalan ve karalama kampanyasıdır bu. Hüda Par yetkilileri Uluslararası Af Örgütü’ne evin içerisinde bulundukları 30 dakika boyunca bu durumla ilgili uyarıda bulunmak için polisin defalarca arandığını fakat polisin cesetler sokakta 45 dakika bekledikten sonra ancak geldiğini ve bunun şehir merkezine ulaşmak için mantıksız bir şekilde uzun bir süre olduğunu anlattı. Bunlar hiç gündeme gelmiyor.
Siirt, Kobanê sürecinde çok açık suç işlenen yerlerden birisidir ancak etkili bir kovuşturma yürütülmemiştir. Siirt’te kitle üzerine korucular tarafından ateş edilmiştir ve katliam yapılmıştır.
Antep’te kontra gruplar doğrudan halka saldırdılar. Mahallelere linç saldırısı gerçekleştirdiler. Türkiye’de başkaca olayların planlandığını göstermektedir. 6 tane HDP’li katledildi ve hakkında dava açılan 16 yaşındaki bir kız çocuğu, Kürt mahallesinde yaşayan o kız çocuğu olaylarda aldığı kurşun nedeniyle felç edilmiş bir kız çocuğu idi. O saldırılarda bir sanık bulamadı bu siyasi iktidar. Bir çocuğu davaya malzeme edecek kadar küçülen bir yaklaşım sergiledi.
6-8 Ekim’de ölenleri bile birbirinden ayırdılar. Hepsi candı bizim için, hepsi yaşamayı hak ediyordu ama bu siyasi iktidar, içinden 6 kişiyi seçip siyasi malzeme haline getirdi. Sadece onların ölümünü hatırladı, hatırlattı. Ama tas tamamen insanlık için kapısının önüne çıkmış, bizim insanlarımızın hak ettiği bir Allah’tan rahmeti bile diline getirmemiştir.
Emniyet gitmeyin silahlı güçler var
Bizim dönemin DBP Belediye Başkanımız Gültan Kışanak, evinden çıkamaz hale geliyor. Bu sırada Emniyet Müdürü ile görüşmeler sunuyor. En sonunda Emniyet Müdürü, ‘hastaneye gitmeyin orada sizin güvenliğinizi sağlayamayız, silahlı güçler var’ diyor. Böyle bir tablodan söz ediyoruz. O gün hastaneye gidemiyorlar. Genç Belediye Meclis Üyesi’nin oğlu ertesi gün yaşamını kaybetti. Soruşturulması lazım. Şimdiye dek 20 tane önerge vermişiz, hiçbirine yanıt yok. Araştırma Komisyonu kurulması teklifini kabul etmiyorlar. Bütün çabalarımıza rağmen Meclis bünyesinde araştırma komisyonunun kurulmasını kabul ettiremedik. Çünkü gerçekleri anlatmaya başlarlarsa bunun devamı gelecek. Bir tane tweet atmışız ya! Tweet atarak dünyayı yakan parti! Kendi suçlarını örtmek için canhıraş bir saldırganlık içerisindeler.
Facianın müsebbibi siyasi iktidardır
9 Ekim günü Bingöl’de 3 polis memuru ve bir sivil yaşamını yitirdi. Türkiye’yi bir iç savaş eşiğine getirmek planlandı. Hükümeti bu noktada uyardık. Efkan Ala da daha sonra, ‘Haklısınız biz de daha sonradan gördük’ demiştir. Ondan sonraki süreçte bizler bu provokasyona ciddi biçimde müdahale etmek gerektiğini düşündük. Ancak başka bir gelişme oldu, hükümet kanallarıyla görüşmeler devam ediyordu bizi bu kadar töhmet altında bırakan iktidar, aynı zamanla bizimle görüşmeye devam ediyordu. Başbakanlar, mülki amirlerle görüşmeler devam etti. Hükümet bu süreçte İmralı ile temasta bulunmuş ve Sırrı Süreyya Önder’e diyor ki, ‘Biz Öcalan’la görüştük, ortak çerçevede uzlaştık, mesajını sizinle paylaşmak istiyoruz’. Biz de bunun makul olduğuna kanaat getirdik. İmralı’dan aldıkları yazı, bakanlar aracılığı iletildi. Bu metin kamuoyu ile paylaşıldı. Ondan sonraki süreç içerisinde bu çağrının bir karşılığı alındı ve eylemler 9 Ekim’den itibaren bitmişti. Türkiye’nin çok feci bir biçimde bir iç savaş durumu ile yüz yüze gelmesine engel olduk. Facianın müsebbibi biz değiliz, siyasi iktidardır ama çözümün müsebbibi biziz.
Darbe organizasyonu o zaman yapıldı
6-8 Ekim sürecinin bütün boyutları ile araştırılması gerekiyor. 6-8 Ekim’den sonra o Diyarbakır meydanlarında ilk tankları gördüğümüzde, ‘bakın bu iyi bir başlangıç değil. İlk defa kentlerin merkezinde tank gördük. Bu siyasi iktidar orduyu siyasetin yörüngesine yerleştirdi. Tanklar meydanlara yerleştiyse buradan çıksa çıksa darbe çıkar’ dedik. Karşılıklı güven bozulmasaydı iyi bir sonuç alınabilirdi. Ama hiçbirini dikkate almadan burnunun dikine gittik. Karakoldan çıkma talimatı verenler, yarım saat olay yerine ulaşmayan güçler, hastanenin etrafını kuşatan, Emniyet Müdürü’nün bile ulaşmasını engelleyen güçler, darbenin organizasyonunu yaptı. Siyasi iktidar bunların hepsini biliyordu. FETÖ’cü güçleri kullandı. Suçu onlara ihale etmek için kullandı.
6-8 Ekim, komplocu güçler ve siyasi iktidar tarafından provoke edilmeseydi tarihin gördüğü en önemli vicdani sivil hareketlerinden birisiydi. Komplonun insani sahiplenme eylemini karartmasını kabul etmiyorum. 6-8 Ekim Türkiye’deki çözülmeyen kritik sorunların ne kadar hayati koşullara geldiğinin göstergesidir.”
Duruşma Yüksekdağ’ın savunmasıyla devam ediyor.
Kaynak. MA