Abdullah Aysu
1980’li yıllarda tarımı geliştirelim, tarımda reform yapalım, dünyanın sebze bahçesi, gıda ambarı olalım-olmayalım gibi birçok fikirler savunuluyordu. O yıllarda; çeşitli kesimlerce konuşuldu, yazıldı, kongreler, paneller yapıldı… Raporlar hazırlandı… 12 Eylül sonrası uygulanan ekonomi politikalarla, bırakın tarımın gelişmesini ve yukarıda söylenenlerin yapılmasını, kendimize yeterli olduğumuz birçok üründe dahi, kendimizi doyuramaz hale geldik. Dünya pazarlarında boy gösterecek bir yapıya dönüşme umutları da tarihe karıştı. Çünkü; Türkiye tarım sektörünün toprak mülkiyet düzeninden, üretim ve tüketim yelpazesine, teknoloji kullanımından örgütlenmeye, eğitime, bilgiye kadar biriktirilmiş ağır ve karmaşık sorunları vardı. Siyasetçiler ve bürokratlar, uzun vadeli planlarla, programlarla, sosyo-ekonomik sorunlarını çözümlemek ve yeniden yapılandırmak yerine, tarımı serbest piyasaya mahkum ettiler. Başka bir deyişle, Türkiye tarımını kendi iç dinamiğiyle geliştirmek yerine kökü dışarıda (şirket) politikalarının belirleyiciliğine terk ettiler, bağımlı kıldılar. Bunlar elbette ki bir sabah uyandığımızda olmadı. Nasıl ki Marshall Planı’nın uygulanabilmesi için Amerika Menderes iktidarı ile ittifak oluşturduysa, Türkiye’yi her alanda olduğu gibi tarımda da üretim girdilerinde dışa bağımlı kıldıysa; IMF ve Dünya Bankası dayatmalarının uygulanabilmesi için de 12 Eylül destekli Turgut Özal hükümeti ile küresel şirketler ittifakı oluşturuldu. Hedeflerine doğru adım adım yol aldılar. Askeri yönetim sonrası, toplumsal muhalefet güçleri bastırılmış, örgütlülükler dağıtılmış, dağa taşa korku sindirilmişti. Dünyadaki büyük “değişimin” filizlendiği yıllarda, 12 Eylülcülerin izni ile Türkiye’de de Turgut Özal iktidara geldi. Turgut Özal, küresel sermayenin yeniden yapılandırılma kurumlarıyla ortak çalışmalara başladı. İlk evvela Türkiye’de devlet yapısı ve yasalar gözden geçirildi. “Yeniden Yapılanma”ya engel oluşturacak yasalar ayıklandı. Uyarlama çalışmaları başlatıldı. İşte bu serbest piyasaya uyarlama çalışmaları doğrultusunda Tarım Bakanlığı’na da el atıldı. Bakanlığın altı (6) kurmay genel müdürlüğü kapatıldı. Bu kurmay genel müdürlüklerden birisi; Su Ürünleri Genel Müdürlüğü’ydü. Evet, üç tarafı denizle çevrili Türkiye’de Su Ürünleri Genel Müdürlüğü 1980’lerde Özal Hükümeti tarafından kapatıldı. O gün bugün denizler sahipsiz ve canlıları öksüz ve yetim. Özal sonrası gelen hiçbir hükümet de, denizleri ve su ürünlerini gözeten bir politika geliştirmedi. Denizler deryadır kirlenmez, canlıları sonsuzdur bitmez aymazlığı içinde kulak üstü yattılar. Bir koldan balık talanı, diğer taraftan hoyrat kirletme ile denizler, deniz olmaktan çıkarıldı; deniz canlılarının yaşam hakkı ellerinden alındı. Tükendi, tüketildi. Eee halkın balığa ihtiyacı var. Ne olacak şimdi? Çözeriz, hükümetiz biz, elimizin altında avucunu ovuşturarak bekleyen bunca şirket var. Ne güne duruyorlar. Getirsinler dışarıdan. Gelsin, sıfır gümrüklü Nil Levreği, Pasifik Morinası, Arjantin Berlam Balıkları, Alaska Mezgiti ve daha niceleri…
Nasıl gelecek peki?
Sıfır gümrükle canım, sıfır gümrükle!…