Veli Saçılık
Saray Rejimi’nin ağır baskısı altında muhalefete muhalefet etmemek, zulmün ana karargahını hedefe koymak yalnızca politik değil aynı zamanda ahlaki, etik bir görev. Dostane eleştiri ve polemikler elbette devam etmelidir. Devrimciler, demokratlar, yurtseverler için yapıcı eleştiri ve dostluk hukuku esas olandır.
Sistem partileri, Cumhur-Millet olarak iki kampa bölünmüşken, bunların karşısına emekçilerin, ezilenlerin, Kürtlerin, Alevilerin taleplerini önceleyen üçüncü bir alternatifle çıkmak tarihsel bir zorunluluk olarak önümüzde duruyor. İçinde HDP’nin bulunduğu altı parti ve örgütten oluşan Emek ve Özgürlük İttifakı sistemin bizlere dayattığı sınırları aşan güçlü bir birlik olma potansiyelini taşıyor. Diğer yandan, Emek ve Özgürlük İttifakı’na katılması için çağırılan ama Sosyalist Güç Birliği (SGB) adında yeni oluşuma giden TKP ve Sol Parti’nin öncülük ettiği yapı geçtiğimiz günlerde kuruluşunu ilan etti. Politik iradesi olan her yapının özgürce kendi seçimini yapmasına söylenecek bir söz olmaz. Hele ki, ilkesel farklılıklar iddiası varsa bir politik öznenin elbette bağımsız bir hatta yürümesi en doğal haktır.
Emek Özgürlük İttifakı bileşenleri eleştirilerinin merkezine AKP-MHP’yi koyarken, TKP ve Sol Parti yöneticilerinden özellikle HDP’ye sert salvolar yağıyor.TKP’den Kemal Okuyan, Aydemir Güler, Sol Parti’den Önder İşleyen söylemleriyle AKP-MHP ve Altılı Masa’dan ziyade HDP’yi hedefe koyan ve kendi duruşlarını buradan tarif eden bir tarzı tercih ediyorlar.
Adını andığım bu üç kişi, Sözcü, Halk TV, Tele1, Oda TV gibi medya ortamlarında, “Emek Özgürlük İttifakı’nın sosyalist olmadığını, emperyalizme karşı net tavır takınmadığını, laiklik ve cumhuriyetin kazanımlarını önemsemediğini, HDP ile birlikte hareket eden sol yapıların milletvekili seçilmek için Emek Özgürlük İttifakı’na dahil olduğunu ve gerçek sosyalist birliğin kendileri olduğunu” iddia ediyorlar. İddialar pek yenilir, yutulur değil. Hatta düşmanca iddialar diyebiliriz bu iddialara.
Kendine “Sosyalist Güç Birliği” adını veren dörtlü yapının kamuoyuna yaptığı deklarasyonda “cumhuriyetin kazanımlarını savunmak- kamucu bir ekonomik yönetim, NATO yayılmacılığını durdurmak, eğitim birliğini savunmak ve özgür bir cumhuriyet” vurgusu öne çıktı. SGB deklarasyonu, hem içerik olarak, hem de destekleyen imzacılarının bir kısmının sol fikriyatla alakasızlığı itibariyle Millet İttifakı’na sol-Kemalist eleştiri getirmekten öte bir perspektif sunamadı. Bu bakımdan, ulu-SoLcu argümanların birliğin temel ruhunu oluşturduğunu söylemek, abartılı olmayacaktır. Keza söylenenlerden ziyade söylemekten imtina edilen konular da, ulusalcı bakış açısının inşasını mümkün kılacak bir boşgösteren niteliğinde. Kürt sorunundan bilhassa güncel olarak kayyımlardan bahsetmeden, eşit yurttaşlık hakkına vurgu yapmadan, TSK’nın Suriye’de yürüttüğü savaşa karşı çıkmadan, açıklanan deklarasyonun enternasyonalist ruhtan uzak, sistem sınırlarına hapsolmuş ulu-SoL bir çizgi olduğunu söylemek reel bir tespit olur. İttifak fikrinin ortaya çıktığı ilk andan itibaren “HDP ile olmaz” yaklaşımının derinliklerinde “HDP’ye dokunan yanar” ve “devletin hışmını üstüne çeker” anlayışının olduğunu tahmin etmek zor değil. Keza, 22 Haziran Genel Seçimleri’nde “bağımsız sosyalist hat kuracağız” diyerek HDP’den uzak durmayı tercih eden Sol Parti’nin, kısa bir süre sonra CHP ile Yerel Seçim ittifakı kurması meselenin “bağımsız sosyalist hat kurmak” olmadığını tescillemişti.
Saray Rejimi’nin, devletin bütün aygıtlarını iğdiş ederek oluşturduğu diktatoryal, faşist yönetimine karşı en geniş demokratik birlik kurmak ve bu birliğin seçim gündeminden öte, fiili-meşru mücadele hattı örme gerekliliğini herkes görüyor ve söylüyor. “Sosyalist ittifak” gibi büyük bir hedef koymak yerine, demokrasi – emek – özgürlük – eşitlik taleplerini öne çıkaran, bu talepleri benimseyen büyük kitleleri ortak paydada buluşturarak geleceğin demokratik siyasetine yön verme hedefi gayet mantıklı-mütevazi bir hedef olsa gerek. “Altılı Masa” adı verilen sistem muhalefetinin AKP-MHP ile ideolojik ortaklığını unutmadan ama “iki taraf da aynı” politik doğruculuk tuzağına düşmeden kurulan “üçüncü taraf” demokratik kitle muhalefetinin temellerini atma anlamında büyük önem arz ediyor. Asgari müşterekler diyebileceğimiz bu demokratik talepleri HDP’nin ve Emek- Özgürlük İttifakı bileşenlerinin savunmadığını iddia eden Kemal Okuyan gibi uluSoL anlayışta siyasetçilerin, (SGB deklarasyonu içeriğine bakarak) kapitalist sömürüyü “insanın insanı sömürdüğü düzen” diyerek muğlaklaştıran “uluscu-kamucu” anlayışın sosyalist bir muhteva taşımadığını görmemeleri mümkün mü? HDP bileşeni olduğu için baskınlara uğrayan, tutuklanan, Figen Yüksekdağ, Selahattin Demirtaş ve binlerce partilinin devlet tarafından esir tutulduğunu, HDP binalarına yönelik kanlı baskınlar yapıldığını görmezden gelerek, Emek Özgürlük İttifakı’nı “milletvekili seçilme kaygısı” söylemiyle karalayan Kemal Okuyan’ın “ultra-mega komünist lider” kimliği taşımasına rağmen, Saray Rejimi’nin radarına girmemeyi başarmış olması taktiri hakkediyor yine de.
SGB tarafından ayrılık sebebi olarak öne sürülen emperyalizm ve laiklik meselesi bütün tartışmaların düğümlendiği bir nokta. HDP’nin anti-emperyalist olmadığına yönelik iddianın temeli Rojova’da Kürtlerin kazandığı statü ve Suriye’de dengeleri belirleyen ABD ve Rus emperyalizminin Kürtlerle olan zorunlu ilişkilerine dayanıyor. K. Okuyan ve Önder İşleyen, Rusya’yı emperyal güç olarak görmemeyi tercih ettikleri için Kürtlerin Rusya ile olan ilişkilerini mevzubahis etmiyorlar. Kürtlerin savaş dengesi içinde ABD ile kurdukları denge ilişkisi eleştirinin esas kaynağı. Türkiye’de olduğu gibi, Suriye’de de Kürtlerin kendi kaderini tayin etme hakkını savunmaktan uzak ulu-SoLcu anlayış, Kürt sorununu “terör” gargarasıyla geçiştiren ulu-sağcılara benzer biçimde, Rojova’nın özgürlüğünü “emperyalizm” lafzı üzerinden karambole getiriyor. Laikliği 28 Şubatçı tarzda ele almayı reddederek, halklar-inançlar,-özgürlükler temelinde ele almak Aydemir Güler gibi düşünenler tarafından anti-laik olmakla suçlanma sebebi. A. Güler’in düşünüş tarzına göre Kürtçe ezan, cemevlerinin ibadethane olarak tanınma talebi laikliğe aykırı…
Yukarda başlıklarını sıraladığım tartışmalar gerçekten de Sosyalist Güç Birliği ile Emek Özgürlük İttifakı arasında derin ayrılıklar olduğunu gösteriyor. Ancak, tüm bunlara rağmen, Saray Rejimi’nin yerle yeksan edilmesi öncelikli politik hedef olarak ortada duruyor. Sistemin bütün sorunlarını bağrında taşıyan Millet İttifakı’nı bile düşmanlaştırmanın yararsız olduğu koşullarda, hala imkan dahilinde olan bütün demokrasi güçlerinin bir araya gelme zaruretini görmezden gelmek, muhtemelen sarayın değirmenine su taşımak olacaktır.