Ahmet Güneş
Kelimelerin haysiyeti yargılandı, mesafenin itirazı, mezarlardakilerin onuru. Yazdık, söyledik ve dilden dile aktardık. Ne çare, esamimiz yokluğa havale edildiğinden mütevellit, suya söylendi her şey. Su aktı, söylenenler unutulmadı. Ölen, yaşayana miras bıraktı, çok şükür. Çünkü kıymet ve kıyamet birbirinin arkasında, adeta bir yarışta.
Dinliyor, dinlediğinin hayattaki yankısını arıyorsun. Bir ayna, bir uçuruma bir ses, atmosfer veya akustik. Yerden ve zamandan azade değil hiçbir şey. Cevabını kaybetmiş bir soru gibi yalnız herkes. Kim hesap sorabilir de kim hesap verecek. Asla bir soru değil, bir şerh, bir ezber ya da bir taklidin şaşırtmayan hüsranı.
Elbette ve yine elbette denilerek, adı öyle konulup o kadar çağrılan her şifa, ömür tüketen bir bela. Herkes için bir sır, herkese bedelsiz imkân. Siyaha maske, beyaza umut atfeden kör kuyu, çağlar boyu merdivensiz bıraktı. Denilir ki, insan bir başkasının hem umudu hem de rüyasıdır. Korku ve cehennem, sonra kendini gösterir. Yazılmıştır belki; aynalar yalanları çok güzel ve çaktırmadan saklar.
Aslını bağışlamayan, geçmişine bahis yatıran ritmi bozuk bir nesil, vardı bunca yokluğun başına. Boşluk sorgulanmadan asimile edildi. Masal bu esnada bitmişti de dinleyenlerin alkışları kanıksattı kâbusları. Her eve bir sabır, her sokağa bir başlangıç tesellisi verildi. İnsan ayna olmaktan uçurum olmaya meyletti. Ne yaparsın, değişmeyeni değiştirirler.
Çölün yalnızlığı, dağların heybeti, şehvetin bıraktığı boşluk, hangi kalbe sığındaysa, kime ne vaat ettiyse, bir yol başladı tam o esnada. İhtimaller ihmal edilirken, pişmanlık ağır bir ceza gibi taşınırken her yere, gitmek ya da varmak nerede bırakır, bilemeyiz. Denemek ve yanılmak, denemek ve yenilmek, denerken yeniden başlamaya varmak. Şöhret ya da inkâr, başlatır illaki. Yani bu da bir soru işareti ve kimsenin bilmek istemediği.
Evet, hesap etmekle startını verdi kötülük. Cehennem orada başladı, cennet orada tahayyül edildi. Haklı olmanın ağırlığı artık çok sıradan, eski bir efsane. Kaybolmaya yaklaşan zaferlerin mirası, bir çamaşır gibi ipe dizilmekten uzak. Ötede, hep ötede, sıradanlığın bile ötesinde.
Mevcut bir hasar, tedbirsiz bir itibarı beraberinde gezdiriyor. Olaylar ve ihtiraslar birbirinin peşinde. Keder ve elem bir zor aygıtıdır. İçimizde ukde kalan, dışımızda bir deprem. Yılgınlık çabuk tüketilen bir şeydir. Yıkılmamak uzun ve unutulmayan bir miras. İhtişam ve engebe diye sanılmasın sadece, yol varken yol açmak da vardır.
Hiç olmadığı kadar vahşet, dibi görünmeyen örgütlü bir kötülük, mayınlar döşemiş her yana. Her adım bir sonrakinden şüphe duyuyor. Yaşamanın adını ve anlamını değiştiren dünya, dönmeye devam ediyor. Handikap sayılıyor artık her gün. Zaten yaşamak da zannedilen bir şeydir.
Başarılmayan ne varsa kaybedilen olarak biliniyor. Adı konulmamış bir şey lazım, adını inkâr eden bir şey. Kaçan da olur, giden de. Muallak serzenişler ve yarasını unutan acılar bir yarışta. Koşmak yok, karar vermek yasak. Terk etmek gerekiyor, varmanın yerini değiştire değiştire.
Kırmızı bir sevmek, simsiyah bir unutmak, yemyeşil bir hatırlamak bulmak için, yeni bir renkle takas etmek için, hislere kokular vermek için. Her şeye bir bahane, bir dert yakıştıralım. Hayat, hayattan sıkılsın diye.
Haftanın kitap önerisi: Salman Rusdhie, Utanç / Çeviren: Aslı Biçen, Can Yayınları