Kulp’ta 11 kişinin öldürüldüğü davada General Yavuz Ertürk’ün beraat ettirilmesine tepki gösteren Ağrı Belediye Eşbaşkanı Sırrı Sakık, “Sonradan isminin Bolu Dağ Komando Tugayı olduğunu öğrendiğimiz bu komutanlığın yaptıkları Meclis tutanaklarına geçti” diyerek, bu komutanlığın Vartinis ve Zengok’te de katliamlar gerçekleştirdiğini anlattı.
Diyarbakır’ın Kulp ilçesinin Alaca köyü ve Muş’a bağlı Kayalısü köyünün Licik mezrası civarında 8-25 Ekim 1993 tarihinde General Yavuz Ertürk komutasındaki Bolu Dağ Komando Tugayı tarafından yürütülen askeri operasyonda 11 köylünün yaşamını yitirmesiyle ilgili açılan dava geçtiğimiz hafta sonuçlandı. Ertürk, dosyadaki tüm delillere rağmen “birden fazla kişiyi aynı sebeple öldürme”, “halkı isyana ve birbirini öldürmeye teşvik, cürüm işlemek üzere teşekkül oluşturmak” suçlarından yeterli delil olmadığı iddiasıyla beraat ettirildi ve dava da zamanaşımına uğradığı gerekçesiyle düşürüldü.
Yerine kayyum atanan Demokratik Bölgeler Partisi (DBP) Ağrı Belediye Eşbaşkanı Sırrı Sakık, kararın hemen ardından tepkisini Twitter hesabından, “Allah için tanığıyım. Benim köyüm Zengök’ü de ateşe veren ve 5 yakınımı ateşe verip katleden yine aynı kişidir. Bu olaydan sonra da aşağıda sıralanan katliamları gerçekleştirdi. Ve sonuç, BERAAT” paylaşımıyla dile getirmişti. Sakık, o dönem yaşananları ve tanıklıklarını Mezopotamya Ajansı’ndan (MA) Berivan Altan’a anlattı.
‘Diri diri yakıldılar’
Bolu Tugay Komutanlığı’nın ilk olarak 3 Ekim 1993 günü, saat 03.00 sıralarında Muş Altınova (Vartinis) beldesinde katliamlara başladığını dile getiren Sakık, “Bu zatı biz o gün çok iyi tanıyanlardan biriyiz. Çünkü olayın tanığıyız. O operasyonlar başladığı gün ben Muş’taydım. Muş Altınova olayları olmuştu. Altınova’da Nasır Öğüt ve ailesine karşı büyük bir katliam gerçekleşti. Nasır Öğüt, hamile eşi Ayşe Öğüt ve 7 çocuğuyla birlikte Altınova’da diri diri yakıldı. Hemen Kulp olaylarından birkaç gün önceydi” dedi.
‘Enkaz altında çocukların ellerini ayaklarını çıkardık’
O dönem milletvekili olan Sakık, olayı 5 Ekim 1993’te kamuoyuna “Katliam çarpıtılarak yansıtıldı. Ortada bir çatışma ve eylem olmadığı halde kasaba yerle bir edildi. Olay bizzat devlet güçleri ve bir kısım korucu tarafından yapılmıştır” sözleriyle duyurduğunu hatırlatarak, şöyle devam etti: “Ben bu olayı araştırmak için Muş Altınova beldesine gittim. Gitmeden önce İnsan Hakları Komisyonu’na başvuruda bulundum. Bu vahşeti komisyonun bir an önce aydınlatması gerektiğini belirttim. Komisyonun üyeleri bu başvuru sırasında bir olayı araştırmak için Van’da bulunuyorlardı. Komisyon üyelerini telefonla arayarak görüştüm. Altınova’daki vahşete sahip çıkmaları gerektiğini söyledim. Ama ne yazık ki, komisyon üyeleri Van’dan 150 kilometre uzaklıktaki yere gitmeyi göze alamayıp gitmediler. Oysa görüştüğümde bana ‘gideceğiz’ ve ‘siz komisyona başvurun’ dediler. Ancak ne komisyon üyeleri gitti, ne de komisyon bu konuda bir araştırma yaptı. O enkazın altından geride kalan çocukların elleri ve ayaklarını hep beraber çıkararak defnettik.”
‘Cesetler tanınmaz haldeydi’
O gün köyü Zengok’a gitmeyi planladığını belirten Sakık, son anda programını iptal ederek, köye gitmediğini ve Şenyaylası ve köyü Zengok’e doğru büyük bir operasyonun hareketliliği olduğunu duyduğunu belirtti. 11 Ekim 1993’te Muş’ta kaldığı evin kapısının sabahın şafağında çaldığını belirten Sakık, şöyle devam etti: “Zengok’e büyük bir operasyon yapıldığını ve köyden kaçanlar ve çevre köydekiler operasyonda evlerin ateşe verildiğini söylediler. Zaten ilk köye indiklerinde de benim kaldığım evi soruyorlar. O köy bizim akrabalarımızın, zaten benim evimi soruyorlar. Komple köyü ateşe veriyorlar. Şafakta komşu köylerden gelenler köyün ateş çemberinde olduğunu söylediler.”
Köylerin yakıldığı sırada Kurd Alan’da (Eralan) gözaltına alınan 3 kişinin Murat Nehri kenarında kurşuna dizildiğini hatırlatan Sakık, bu 3 kişiden birinin Yusuf Söylemez (80), birinin demiryollarında çalışan Fadıl Baran, diğerinin de Vahdettin Yalçın olduğunu hatırlattı. Sakık, “Bu üçü de o tarihte oraya giden birlikler tarafından gözaltına alınıp kurşuna diziliyorlar” dedi.
Zengok’un yakılması ardından Sakık, akrabası olan Mehmet Sıddık Toktaş’ın (80) üniversite öğrencisi ve demiryollarında memur olan oğulları, kızı ve kamyon şoförüyle birlikte 23 Ekim 1993’te köye gittiğini belirtti. Akrabalarının o gün orada askerlerce gözaltına alındığını söyleyen Sakık, “Elleri zincirle bağlanarak eve sokuluyorlar, infaz edilerek yakılıyorlar, bir gün sonra bu cesetler tanınmaz haldeydi. Ancak ellerindeki alyanstan, saat ya da bileziklerinden tanındılar” diye anlattı.
‘Öldürülenlerin çoğu benim akrabamdır’
O dönem de dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’i aradığını ve ona “Burada böyle bir zalimane politikanın uygulandığını” söylediğini aktaran Sakık, “Demirel bana yarım saat sonra döndü ve ilin valisinin beni beklediğini söyledi. Gittiğimde Jandarma Alay Komutanı, Vali beni bekliyordu. Bolu’dan bir birliğin geldiğini kendilerini dinlemediğini, kendi başlarına hatta operasyonlarla ilgili il valisi ve İl Jandarma Alay Komutanlığını bilgilendirmediklerini söylüyorlardı” dedi.
Tüm bunlar yaşanırken dönemin İçişleri Bakanı’nın “Sırrı Sakık’ın köyünde 5 PKK’li terörist ölü ele geçti” şeklinde açıklama yaptığını anımsatan Sakık, “O günki Meclis konuşmalarında da diğer yerlerde kamuoyuna anlattık. Ölenlerden ‘terörist’ denilenlerin 80 yaşın üzerinde Mehmet Sıddık Toktaş ve devlet memuru olan çocukları olduğunu söyledik. Bu operasyonlardan sonra Şenyayla denilen bölgeye doğru operasyonun kaydığını öğrendik. Şenyayla bizim hemen bitişiğimizdir. Bu Şenyayla’daki öldürülen 11 yurttaşın büyük çoğunluğu da benim akrabamdır. Hatta Mehmet Salih Akdeniz yengemin ağabeyi, aşiretimizin ileri gelenlerinden biriydi. Diyarbakır Kulp’ta öyle bir vahşet uygulandı ki kimini öldürdüler kimini de korucu yaptılar. Akdeniz’in oğlu tüm bu vahşetin tanığı olmasına rağmen bugün orada korucu başıdır” ifadelerinde bulundu.
‘Hangi komutanlığın yaptığını herkes biliyordu’
Bütün Türkiye kamuoyunun yaşananları bildiğini anımsatan Sakık, o dönemde hem Meclis’te hem de yaptıkları tüm açıklamalarda gerçekleri anlattıklarını belirterek, şunları söyledi: “O dönemde ismen bilmiyorduk ama Bolu’dan gelen Tugay Komutanlığı olduğunu ve bu komutanlığın yaptıkları Meclis tutanaklarına geçti. 5 Kasım 2004’te zorla kaybedilen 11 kişiye ait toplu mezar bulundu. Yargı süreçlerinde hiçbir fail yakalanmadı. Bütün köylülerin gözü önünde evleri ateşe veren güvenlik güçleri vardı, savcılar dava açtı.”
Davaların açıldığı dönemde Kürt Sorunu’nun çözümünün konuşulduğu dönemlere denk geldiğini ve Türkiye’nin geçmişi ile yüzleşmesi için bir fırsat doğduğunu söyleyen Sakık, bugün gelinen noktada ise Altınova gibi Kulp davasında da hakkında ağırlaştırılmış müebbet hapis istenenlerin-çözüm sürecinin askıya alınmasıyla aklanarak, tek tek beraat ettiğini vurguladı.
Türkiye’de geçmişten bugüne 3 bin 500 köyle birlikte yüzlerce insanın yakıldığını ve 20 bin faili meçhul cinayetin olduğunu ifade eden Sakık, tüm bu gerçekliklere rağmen tek bir fail yakalanmıyorsa söylenecek tek bir sözün olmadığını belirtti. O dönem köy yakılmaları sırasında dönemin Başbakanı olan Tansu Çiller’in yakılan köylere ilişkin kamuoyunda “PKK’nin helikopterleri vurdu” ya da “Afganistan ve Pakistan’dan gelen helikopterler yaktı yıktı” diyerek, suçluluk telaşıyla açıklamalarda bulunduğunu hatırlattı.
‘Dile getirdiğimiz için idam fermanımız imzalandı’
Kulp davasında alınan karara tepki gösteren Sakık, şunları söyledi: “Geçmişten bu yana Kürtlerin uğradığı o zalimane politikalara karşı vicdanların nasırlaştığını, gözlerin kör olduğu, kulakların sağır olduğunun bir göstergesidir. Özellikle bu Bolu Tugay Komutanı Yavuz Ertürk ile ilgili bizim Meclis’te o kadar çok konuşma ve gündeme taşımalarımız var. Bundan dolayı tehdit edilmişliğimizi, baskılara maruz kalmışlığımız hatta bunlardan dolayı idam fermanımızın çekilmesi var. 1995 seçimlerinde bize Muş’ta Jandarma Alay Komutanlığı’nın tertiplediği silahlı suikast yapıldı ve ölümden döndük. Bunların hepsi örgütlü oldu. Ölümden döndük. Hepsinin tanığıyız. Halkın vicdanında büyük bir mahkumiyet olmasına rağmen yargı böyle bir karar veriyor. Bu karar ne ahlakidir, ne hukukidir, ne vicdanidir ne de insanidir. Bu karar insanlığa karşı bir suçtur. Biz gerçekten yorulduk, kandan, ölümden yıllardır uğradığımız bu zalimane politikalardan yorulduk. Devletin artık geçmişiyle gerçekten yüzleşmesi gerekiyor. Geçmişin günahlarının üstü örtülerek, geleceği kimse inşa edemez. Geçmişte böylesi günahlar vardır. Kürtlere karşı düşmanca politikalardan vazgeçilmeli, artık ölümden bu tür politikalardan yorulduk. Bu ülkede yargı çifte standart içinde olmamalı” diyerek çözüm süreci varken davalar açıldığını yeniden çatışmalı ortamla yargının davaları beraatla sonuçlandırdığını söyledi.