Hicri izgören
İnsan çok karmaşık bir varlık. Bilim insanlarına göre beynimizde R-kompleksi (İlkel Beyin) denilen bir bölge varmış. Tüm agresif, vahşi davranışlar bu bölgeden gelen komutlarla oluşuyormuş.
İnsanda olduğu gibi, toplumsal hayatta da kimi zaman İlkel Beyin (R-Kompleks) hakim olurmuş. Böyle dönemlerde kitlesel akıl tutulması yaşanırmış.
Mümin Sekman; ‘Her Şey Beyinde Başlar’ adlı kitabında; “Bir insanın beyinin R-kompleks seviyesine indirgemenin en iyi yollarından biri onu bir gruba dahil etmektir. İnsanları “biz ve onlar” diye ayırmaktır. İç bağları sıkı bir grup içindeki kişi “akıl ihalesi” yoluyla mantığını kullanmaktan vazgeçebiliyor” diyor ve devam ediyor; “Bu amaçla kullanılan ikinci yol, kitleleri “korku kültüründe” yaşatmaktır. Bu siyasi stratejide 3-D çok önemlidir: Düşman göster, Dayanışma duygusunu kışkırt, Düşündürme. Sürekli çatışma çıkar ki, taraftarların düşünemesinler. İnsanların mantığına değil içgüdülerine hitap et.
Kendi hayatında yenik, ezik, kompleksli kişiler, bu tür gücü ve otoriteyi temsil eden liderler üzerinden ifade eder. Bu liderlerin en büyük sırrı, kendisini bir “intikam aracı” olarak sunmalarıydı. Onlar hep; Kaybedenlere oynayarak kazanıyorlardı! Kimliklerini bir düşmana göre konumlandırıyorlardı. Düşman yoksa hayali düşmanlar yaratıyorlar, eğitimsiz ama öfkeli kitlelerin enerjisini bu yöne kanalize ederek, oy kazanıyorlardı. Mesajları şöyleydi: “Ben de senin gibiyim ama senin olmadığın bir yerdeyim, oyunla bana güç ver nefret ettiğin herkesin canını okuyayım.”
Baskıcı, otoriter rejimler bu tarzda sürdürürler iktidarlarını. Herkes tek tip düşünsün ister. Farklı düşünenler makbul vatandaş sayılmaz ve üstelik potansiyel hain kategorisindedir.
Dikkat ettiniz mi hiç?.. Söylemler aynı, replikler ve tepkiler aynı. Aynı paradigmanın ezberleriyle yorumlanıyor her şey, aynı at gözlükleriyle bakılıyor olan bitene, aynı volümden ve aynı perdeden konuşuluyor. Bir haksızlık karşısında susmada da, yok saymada da, savaş tamtamları çalmada da aynı.
Yaşamı zorlaştıran önemli sorunlardan biri de bize empoze edilenden sıyrılamayarak geliştirmeye fırsat bulamadığımız, belki de aslında hiçbir zaman tam olarak bulamadığımız benliğimizdir. M. Foucault’un da söylediği gibi “Yaşama sanatı, kendine bağımlı olma sanatıdır.”
Değişimin insanlık tarihinde her açıdan birçok gelişmenin de tarihi olduğunu biliyoruz. Geçmişin metotları yetersiz kaldığında, hayatın tıkandığı noktalarda yeni yöntemler geliştirmek gerektiğini de. Oysa Türkiye eski ezberleriyle volümü giderek yükselen çatışmalı bir ortamı sürdürmeyi tercih ediyor.
Değişimin ima ettiği zihinsel sıçrama, daha önce sahip olunan kimi köklü fikirleri, bağlılıkları terk edebilme cesaretini gerektirir. Türkiye bu cesareti gösteremedi.
Hamaset ve husumeti bırakıp ortak bir gelecekten söz edeceksek, eşit, özgür ve güven içinde yaşamak isteyen herkesin; şiddeti yaratan nedenler üzerinde düşünmesi gerekiyor.
İnsan hayatını temel almayan, yaşamı siyasetin merkezine koymayan hiçbir sistem olayların üstesinden gelemez.
Siyasilerin kutuplaştırıcı, kışkırtan dili ne yazık ki toplumda da karşılığını buluyor. Kendisine sunulanı irdelemekten, sorgulamaktan yoksun insanlar yetiştirildi. Zulme rızanın da zulüm olduğunun farkında değil. Çünkü kin ve nefret kültürüyle eğitilip yetiştirildi bu ülkede insanlar.
Aklı devre dışı bırakmış, kendisine sunulanı irdelemekten, sorgulamaktan yoksun bireylerden oluşan toplumların tarihi acılarla doludur. Oynanan oyunda kural değişse de fark etmiyor. Aslolan oyunu bozmaktır. Bunun için de bize önerilen, ilkel beyin yerine düşünen beyni devreye sokmak, aklı hakim kılmaktır.