Pakrat Estukyan
Ünlü Ermeni ressam Mardiros Saryan’ın, İstanbul’a yaptığı seyahatin tanıklığı olarak birkaç peyzaj ve ‘Constantinopolis’in Köpekleri’ adlı tabloyu anımsıyoruz. Yaklaşık yüz yıl sonra, bu kez bir başka Ermeni sanatçı, sinema yönetmeni Serj Avedikyan aynı adla muhteşem bir animasyon filme imza atıyordu.
İstanbul’un sokak köpekleri kentin otantik dokusunun önemli bileşenlerinden biridir. Binlerce yıl önce insanlar tarafından evcilleştirilen köpekler bekçilik konusundaki doğal yeteneklerinden ve daha da önemlisi, temel komutlar için eğitilebilir olmasından ötürü insanlarla yan yana yaşamayı benimsedi.
Ne var ki köpeğin yeteneklerinden ve özelliklerinden yararlanan insan, onu sadece kendi mülkiyetine dönüştürdüğü oranda kabullendi. Mülkiyetin belgesi ise tasmaydı. Tasmasız köpek günümüzde ‘sahipsiz’ olarak tanımlanıyor. Sahipsiz köpeklerin itlafı ise yakın zamanlara kadar belediyelerin birincil görevleri arasında görüldü. Nitekim Cumhurbaşkanı Erdoğan da konuyla ilgili olarak “Başıboş köpeklerin yeri barınaklardır” demişti.
Bugünlerde sokak köpeklerinin yaşadığı sokakları gösteren bir harita uygulaması internet üzerinden servis ediliyor. Hayvan hakları savunucuları, haritada belirlenen noktalarda hayvan kıyımları yaşandığını belirterek, bu uygulamanın yasaklanmasını talep ediyorlar.
Meseleye biraz daha derinlikli baktığımızda ise, Türkiye toplumundaki derin yarılmanın izlerini görmek mümkün.
Giderek daha da keskinleşen toplumsal kutuplaşma ikliminde tahammülsüzlüğün dışavurumlarından biri de evinde hayvan besleyenlere tepki vererek şekilleniyor. Tutucu çevreler evinde hayvan olan komşularına karşı kriminal boyutta itirazlar üretiyorlar. Genellikle temelsiz bahanelerle başlayan bu itirazlar kavgalara, hatta cinayetlere sebep olabiliyor.
Yaşadığım semte gelişim yaklaşık 40 yıllık bir geçmişe dayanır. O yıllardan günümüze değin semt insanında gözlemlediğim pek çok değişimin yanı sıra, zerre kadar değişmeyen, tanık olduğum ilk yılların özelliklerini bugüne de taşıyan sayısız örnek var.
Ufacık bir bahçesi dahi olmayan apartman dairelerinde evcil hayvan besleme alışkanlığı günden güne artan bir yaygınlık gösteriyor bizim mahallede. Semte taşındığım ilk yıllarda da sokak köpeklerine rastlanırdı. Onlardan bazıları gelen geçene havladıkları gibi, kendi halinde gölge bir köşede uyuklayan köpekleri tekmelemekten haz duyanlar da olurdu. Sanırım değişim onları da etkiledi. Şimdinin sokak köpekleri ana-babaları veya dedeleri gibi havlamıyorlar. Küçük-büyük onlardan ürkene de rastlanmıyor bizim buralarda. Tersine, mahalle halkı veya esnaf kapı önlerine içme suyu ve mama bırakmaya da özen gösteriyor.
Bu cenahta kaldırımlarda köpek dışkısına rastlamak istisnai bir durumdur. Köpeklerini gezdirmeye çıkaranlar bu konuda çok duyarlı.
Buna karşılık sokakların hayvan pisliğinden geçilmediğini iddia edenlere de rastlamak mümkün. Evcil hayvan bulundurmak veya buna karşı olmak mevzusu, esasen yaşam tarzına müdahale olarak da değerlendirilebilir. Bugünkü iktidarın başlangıçta zinhar reddettiği şey yaşam pratiğimizde yoğunlukla yaşanıyor. Minibüste şortlu bir kadına tekme atma cüretinin arkasında toplumsal bir onaylama da mevcut. Çok daha seyrek rastlanan bir örnek olarak geçmişte de çarşaflı kadınların peçelerinin zorla indirilmesi gibi durumların yaşandığını da unutmamak gerekir.
Ötekine tahammül edememe hali, ülkenin kuruluş yıllarından beri var olan ve egemen anlayışın asla sorgulama gereği duymadığı bir durum. En veciz ifadesini ise “Müslüman mahallesinde salyangoz satılmaz” deyiminde görüyoruz. Oysa neyin satılıp satılmayacağını belirleyen şey, İslam dininin kurallarından çok iktisat biliminin arz-talep dengesidir. Siz hiç “Müslüman mahallesinde uyuşturucu satılmaz” gibi bir ifade duydunuz mu?