Ragıp Zarakolu
Barış Çağrısı nedeniyle üniversitede yapılan tasfiyenin, “akademikırım”ın 6. yılındayız. Cumhuriyet tarihinde bu bir ilk değildi.
İstanbul Üniversitesi’nin henüz Dar-ül Fünun iken hiç olmazsa kağıt üzerinde var olan özerkliğini 1933 yılında “üniversite reformu” ile yitirdiğini kaç kişi hatırlıyor?
Dar-ül Fünun ilk tasfiyeyi 1922 baharında, Ankara’yı eleştiren beş öğretim üyesinin atılması ile yaşadı: Ali Kemal, Rıza Tevfik Bölükbaşı, Cenap Şahabettin, Hüseyin Daniş ile Varujan Barsamyan. Dar-ül Fünun yönetimi Barsamyan’ın verdiği İngiliz Edebiyatı dersini tamamen kaldıracaktı.
Üniversite 1933 yılında yitirdiği biçimsel özerkliği, Prof. Dr. Hirsch’in hazırladığı ve 1946 yılında kabul edilen yeni üniversite yasası sayesinde kazanacaktı. Kazanacak da ne olacaktı? Daha bir yıl geçmeden, Ankara Üniversitesi’nin faşizan gençlik hareketinin ve tek parti rejiminin boy hedefi haline gelen “Ankara 4’leri”ne (Pertev Boratav, Niyazi Berkes, Behice Boran, Muzaffer Şerif Başoğlu) sahip çıkan rektör Şevket Aziz Kansu, odasını basan militanlarca istifaya zorlandı. Türk devleti unutmaz: Kansu’ya yöneltilen suçlamalardan biri, 1919 yılında Aydınlık dergisine yazı yazmış olmasıydı.
Aynı dönemde, Yunan klasiklerini, İliada ve Odiseus’u dilimize kazandıran Azra Erhat da üniversiteden ayrılmak zorunda bırakıldı. Azra Erhat, 12 Mart darbesinden sonra üstelik bir de tutuklanacaktı!
Türkiye, 1960 darbesinden sonra yeni bir anayasaya kavuştu. Anayasa hazırlıkları sürerken, darbeyi gerçekleştiren Millî Birlik Komitesi üniversitede kapsamlı bir temizlik yaptı; 147 öğretim üyesi üniversiteden atıldı.
Cunta üyesi Yüzbaşı Muzaffer Karan ise çok daha aşağılayıcı bir açıklamada bulunacaktı: “Biz sadece, ahlak ve bilimsel ideolojisi açısından yüz kızartıcı notlara sahip olanları, özellikle de çoğu komünist, mason, yeteneksiz, cinsi sapık, Kürt devleti kurmak isteyen, asistanlarını metres olarak kullanan, doçentin yazdığı kitaba imzasını koyan, senede üç beş kere fakülteye uğrayan üyeleri görevlerinden aldık.”
Bir yüzbaşının, “komünist”, “Kürtçü”, “cinsi sapık”, “mason”, “kitapsız” olarak nitelediği akademisyenlerin isimlerine baktığımızda ise, bunların Türk entelijansiyasının en parlak isimleri arasında yer aldığını görürüz. Türk tiyatrosunun medarı iftiharı Haldun Dormen mi, siyasal partiler tarihi uzmanı Tarık Zafer Tunaya mı, Türkiye’de sosyoloji biliminin kurucularından kabul edilen felsefeci Hilmi Ziya Ülken mi, Türkiye hümanizminin kurucularından Sabahattin Eyüboğlu mu, sosyolog Mazhar Şevket İpşiroğlu mu, Çetin Özek ve Metin Özek’in babası Doktor Ömer Özek mi, Hıfzı Timur, Takiyettin Mengüşoğlu mu, Fransız filolojisinin unutulmaz isimlerinden Süheyla Bayrav mı, SBF’nin anıt isimlerinden Yavuz Abadan, arkeolojinin parlak isimlerinden Halet Çambel mi, filozof Nusret Hızır mı, Celal Saraç mı, Tahsin Artunkal mı, Bülent Köprülü mü, İsmet Giritli mi, Cevdet Perin mi, Larousse ansiklopedisinin editörü olacak olan Adnan Benk mi, Memduh Yaşa mı (herhalde listenin Kürtçüsü oydu!), Şevkiye İnalcık mı, Özer Ozankaya mı, Mukbil Özyörük mü, en cin yazarlarımızdan biri olan Orhan Duru mu, hangi birini saysak? Kazara üniversiteye akademisyen olarak girmeyi başarmış azınlıklardan birkaç isim varsa, elbette onlar da halledilecekti: Aristidi Karyofili, Yani Stomadiyadiz, Selim Baruh…
Kararı protesto etmek için dört üniversite rektörü, Fikret Narter (İTÜ), Sıddık Sami Onar (İstanbul Üniversitesi), Suut Kemal Yetkin (Ankara Üniversitesi) ve Turhan Feyzioğlu (ODTÜ) istifa edecekti.
12 Eylül cuntası, yönetimi ordunun gözetimi altında sözde sivillere bırakmadan önce son rötuşlarını yeni Basın Yasası ve 1402 nolu yasada yapılan bir değişiklikle yaptı. Ve erki terk etmeden önce, üniversitede sol veya “ayrıksı” olan akademisyenlere yönelik bir temizlik harekâtına girişti.
12 Eylül cuntası tarafından tasfiye edilenler, sıkıyönetim yasasının numarası ile, 1402’likler olarak anıldı. Çoğu, daha sonra 90’larda bu karar iptal edilse de, üniversiteye dönmedi.
Türkiye İnsan Hakları Vakfı’nın kurucularından Haldun Özen, 1402’liklerin haklarının iadesi ve üniversiteye dönmeleri için ciddi bir kavga verdi. 12 Eylül tasfiyesini en kapsamlı veren kitaplardan biri de onun Entelektüelin Dramı: 12 Eylül’ün Cadı Kazanı (İmge Yayınları, 2002) kitabıdır.
12 Eylül cuntasının uyguladığı tasfiye, gerçek bir ‘akademisid’ (akademikırım) oldu. İşte paşalarımızın hoşlanmadığı isimlerden bazıları: Rona Aybay, Burhan Cahit Ünal, Mete Tunçay, Alpaslan Işıklı, Tuncer Bulutay, Bahri Savcı, Korkut Boratav, Kurthan Fişek, Murat Sarıca, Nuri Karacan, İdris Küçükömer, Üstün Korugan, Gençay Gürsoy, Yücel Sayman, Bülent Tanör, Hüseyin Hatemi, Niyazi Öktem, Tarık Zafer Tunaya, Güney Gönenç, Oya Köymen, Orhan Silier, Tahir Hatipoğlu, Veli Lök, Haldun Özen…
TC’nin son üniversite tasfiyesi ise 2016 yılında KHK’ler ile gerçekleştirildi. Ve sayıca hepsini katladı. 822 akademisyen hakkında “terörizmi destekleme” gerekçesi ile dava açıldı.
TC’nin Anayasa Mahkemesi Barış Çağrısı’na imza attıkları için cezalandırılmalarını, ifade özgürlüğünün ihlali olarak niteleyen karar aldı.
Ama kim takar Anayasa Mahkesini.
Osman Kavala ve Selahattin Demirtaş kararlarında olduğu üzere.